Yoksulluk konusundaki blog hareketine dair bilgiyi aldığımdan bir türlü yazı yazamıyorum. Neşeli bir yazı yazmak için oturuyorum ama parmaklarımdan hep hüzünlü öykülerin başlangıçları dökülüyor. Neşeli bir şeyler yazmak istiyorum ama zorlamayla olmuyor, yine de bugün fena halde saçmalayasım var.
Saçmalamak deyince en önce saçmalayanlardan başlayalım. Benim için kendini olduğundan önemli göstermeye çalışanlar ya da kendini çok ama çok önemli zannedenler saçmalamaktadır. Saçmalamak deyince kendimi yollara atasım var, şehirler arası bir otobüse binip buralardan kaçasım var.
Yollar, yolculuklar,
Şehirlerarası yolculukların dilimize kazandırdığı şirin mi saçma mı karar veremediğim birkaç ifade var var. Bunlardan bir tanesi bayan yanı denilen, otobüs içi coğrafyaya dair bir ifadedir. Bayan yanı adeta kutsal bir yerdir. Eğer yalnız seyahat eden bir erkekseniz oraya ölseniz geberseniz oturamazsınız. Oturabilmeniz için bayan olmalısınız ya da yanı boş olan bayan ile beraber seyahat ediyor olmalısınız. Kaldı ki, bayanla seyahat ediyorsanız yanının boş olması için terminale giden yolda hayli bir kapışmanız gerekebilir. Zaten çok tartıştıysanız beraber seyahat edeceğiniz bayan sizi yanında görmek istemez o zaman boş bir bayan yanı yaratmakta başarılı oldunuz demektir. Diyelim ki tartışmadınız yanına oturmaya hak kazandınız, sakın ha yolda giderken kendisi ile tartışmayınız. Seyahat ettiği bayanla ağız münakaşası yaşayıp da kazanan bir erkeğin olması ihtimali sıfıra yakın olduğu için böyle bir duruma yol açarsanız zaten, hepten, toptan, baştan kaybeden olursunuz - ki bu artık hem bir kısır döngünün başlangıcı hem de iflah olmaz kronik açmaza on derste girişin ilk öğretilerindendir. Hayır, ben şunu anlamıyorum; pencere yanında gideceğimiz vakit bileti kesen görevli "pencere kenarı" diyor da, kenarında gidilme olasılığı olan yer bir bayanın kenarındaysa neden bayan kenarı denmiyor? Neyse alıştık artık bu da eskisi kadar bet gelmiyor kulağıma. Bayan kenarı dedikçe bana ören bayan lafı fena halde çağrışım yapıyor. Ama o da ayrı bir konu.
Şehirlerarası yolda arkadaşlarınızla arabanızda gidiyorsunuzdur. Arkada oturan kadınlardan biri "azcık dursanıza biz çiçek toplayacağız" der. Akşam karanlığı çökmek üzeredir, "Ne bu çiçek merakı akşam vakti akşam vakti" diye içinizden söylenirsiniz. Sonra jeton aniden düşer, çiçek toplamak bir koddur, şifreli kelamdır, işemek, su dökmek manalarına gelmektedir. Bu sefer içinizden başka türlü söylenirsiniz "akşam akşam bekleyemediniz bir güzide benzin istasyonuna kadar".
Şimdi anlatacağım otobüs, vapur, bilimum toplu taşıma aracında görülen bir hadisedir. Yüzlerinde hüzüne benzer hülyalı bir bakış ile uzaklara dalmış adamlar vardır. Parmaklarından bir tanesi kendi burun deliklerinden bir tanesinin içinde sanki beyin loblarından bir tanesine erişmeye çalışırcasına, dünya ile ilişkisini tümden kesmiş biçimde, bir elmas madeninden en yüksek karatlı elması çıkaratıverecekmiş gibi kendinden geçmiş halde faaliyet göstermektedir. Bu kimseler başarıya ulaştığında burunlarının içinden çıkardıkları kuru bir sümük parçası ile birlikte gerçek dünyaya dönerler. Yüzlerinde muzaffer bir eda ile ellerindeki ganimete bakarlar. Sonra onu top yapıp atarlar. Parmak burun içinde geçirdikleri bu mutlu zaman dilimine ise olayın izleyici faniler ise dolma yapmak derler. Bu tür ulu orta dolma yapılmasını saçma bulurum.
Hayvanlar:
Hayvana insan ismi verilmesini saçma buluyorum, her şey bir tarafa insan isimli hayvana seslenirken bir tuhaf olur Kişi. Mesela etrafınızda; Köpeğine "Betül kızım rica ederim çıkma sehpanın üzerine evladım, gel buraya misafirlerimize ayıp oluyor" diye yalvaran, kedisine "Hulusi yavrum çıksana saklandığın yerden, yedin bitirdin kendini, tırmalama o halıyı kar leoparım benim" diye yalvaran insanlar olduğunu düşünün. İsim insan ismi de hayvancağızın bakışı hep masum ve tepkisizdir. Hayvan işte ne bilsin. Ama bu duruma şahit olmak benim diyen adamın sinirlerini bozup delimsirek kahkahalar atmasına yol açıyor.
Bir de hayvanlarla ilgili anlamadığım, sevgilisine, kızına prensesim diye seslenen adamlar var, işyerlerinde de evlerindeki prenses isimli kedinin maceralarını anlat anlat bitiremezler. Prenses diye seslendikleri kadınlar acaba adamın kedisini sever gibi kendilerine seslenmesi için ne düşünürler hem saçma gelir hem de merak ederim.
Düzeyli ilişkiler,
Hayatlarını boyalı basına malzeme olmaya adamış manken ve medya önü maymunlarının yaşadıkları bir gecelik cinsel ilişkileri düzeyli bir ilişki diye adlandırmasına kahkahalarla gülüyorum, tabi geriden. Gerçekten düzeyli ilişkilere ne leke sürüyorsunuz be kardeşim.
Ben böyle olsun istememiştim,
Yerinde kullanıldığında acı verici olabilir ama berberinin aklına uyup saç modeli denemiş erkeğe aynadan kendi ensesini gösterdikleri an ağzından pişmanlık, şaşkınlık, keder, gördüklerine inanmama, yılgınlık yüklü biçimde döküldüğü vakit komik olur. “Ya nasıl olsun istemiştin cici beyim”
Oğlum göster amcalara pipini,
Erkek çocuklarına zaman zaman söylenir. Ama çocuğun ileri vadede bu konuda alışkanlık kazanmamasına dikkat etmek de bir ebeveynin görevi olmalıdır. Çocuk çok alışırsa göstermeden duramaz. İleri yaşlarda sorun çıkabilir. Sorun çıkabilir ne kelime sorunsuz kalınmaz.
İçi geçmek,
İşte bu lafa da çok gülerim. İş yerinde yaşça büyük bir arkadaş vardı, hep içi geçerdi. Alay konusu olurdu. Meğersem şeker hastası olduğu için böyle uyuyakalırmış, olduk olmadık yerde. Adamın asansör yolculuğunda bile içi geçiyordu. Zemine gelince dürtüyorduk ki uyansın. Bir gün akıl verdim, "Abi senin kravatının düğüm noktasına toplu iğne gizleyelim, senin için geçince çenen düşüyor, iğne batar uyanırsın" Bu fikri tuttu bizimkisi. Uyguladı da. İçi geçtiği vakit "ah" diye bağrışırdı. Biri müddet sonra acıya alıştı, öğleden sonraları vampir gibi çenesi kanlı gezdiğini farketmesi biraz zaman aldı. Efendim şeker hastalarının da içi pek bir geçer. Ama ben işyerinden bu mazideki ağır ağabeyi ve onun iç geçmelerinianımsadıkça gülerim
Ayaklı gazete,
Hayatını neşriyata, birinden duyduğunu mutlaka öbürüne aktarmaya, hatta bu aktarma hadisesi esnasında kendinden de katmaya, gece gündüz dinlemeden havadis yaymaya adamış kimseleri anlatan bu ifadeye de çok gülerim.
Şarkılar,
Çav Bela, artık bar marşı haline dönüşerek taşıdığı anlamdan uzaklaşmış bir şarkı olmuştur. Alkol seviyesi yükseklerde seyreden bir grup insan bu şarkı çalmaya başladığında tezahürata başlar, bir göbek atmadıkları kalır. Özellikle şarkı sözlerinde yer alan "her yanı işgal altındaki" yurt ile uzaktan yakından alakası bulunmayan bir garip ruh hali içinde çalkalanıp eğlenirler.
Odalarda Işıksızım, Kayahan Bey, bu şarkıyı yazabilmek için kendisini evinin bir odasına kapatıp kapkara perdeleri çekerek kararttığını bir tv programında anlatmıştır. Bunu öğrendikten sonra bu şarkı bana manasız, hatta çok saçma geldi. Sen odayı karart, ışıkları kapat sonra “odalarda ışıksız kaldım” diye nakarat döşen. Mübarek duyan mahpuslara düştü sanır. Perdeyi açsaydın, lambayı yaksaydın, falan filan, ayıp olmuyor mu Kayahan abi?
Kolonya ikramına aşırı tepki vermek,
Ülkemizde kolonyayı içindeki alkolden dolayı günah olduğu gerekçesi ile kullanmayan insanlar bulunmaktadır. Bilmeden bunlara kolonya tutayım dersiniz, üzerlerine kutsal su dökülmüş şeytan gibi irkilirler, tısssslarlar. "hissssstemememmm" diye ciyaklarlar. Aman kolonya ikram edeceğiniz insanı dikkatli seçiniz. Mazallah alacağınız tepki travmalardan travma beğenmenize neden olabilir. Halbuki adam gibi güzel güzel söylesin kolonya serpilmesine karşı olduğunu değil mi? Yok, genelde aşırırı tepki verip sizi rezil rüsva etmek sureti ile haddinizi bildirmek daha kolay gelir o anda.
Yamuluyorsam düzeltin..