Çocuk korkuyordu.
Çünkü, hep böyle başlıyordu.
Babası ne zaman sinirlense;
“Otur o koltuğa” diyordu.
Tek kişilik koltuğu işaret ediyordu.
Çocuk başı önüne eğik, koltuğa oturuken, adam televizyonun sesini kapatıyordu. TV ekranında görüntüler kıpırdıyor, ağızlardan ses çıkmıyordu. Adam yemek masasından çektiği sandalyeyi koltuğun karşısına yerleştirip, çocukla yüzyüze oturuyor, gözlerini çocuktan ayırmıyordu. Sebep; ya kırılmış bir bardak, ya odada oynarken sesini yükseltmiş olması, ya da komşuların top oynamasından şikayet etmesi oluyordu.
“Sen adam olmazsın”
Çocuk gözlerini kaçırıyordu. Odadaki diğer nesnelere çeviriyordu.
“…yersin dayağı”
Akşamlar adamın verdiği gözdağı ile başlıyordu. Sonra adam, masaya bardağını koyuyor, buzdolabından yiyecek bir şeyler almaya gidiyordu.
Bu gece de azarlarla başlamıştı. Adam ağzına geleni söylerken çocuk odada uçan sineğin duvara, lambaya, sehpaya uçuşlarını izliyordu. Savaş uçağının motorları muazzam gürültülerle dönerken, avizeden halıya pikelere yapıyordu. Bağırması geçen adam içkisini doldurdu, bir yudum aldı. Mutfaktan tıkırtılar geliyordu.
Sinek bardağın kenarına kondu. Çocuk kalktı elini büyük bir nefretle bardağın üzerine kapattı. Savaş uçağı denizin derinliklerine gömüldü.
Aman ne keyif ne keyif. Bloguma hoş geldin dostum. İyi ki de geldin onca yoğun uğraşı arasında böyle küçük soluklarla keyifli şeyler okumak hoşuma gidiyor. Kalemine sağlık. Artık ben de takipcinim hatta zaman bulduğumda geriye dönüp inceleyeceğim )) Tekrar hoş geldin.
YanıtlaSilP kadar güzel bloglar var ki çoğu zaman bir tesadüfle buluyoruz onları. Çok teşekkürler. Beklerim yine .)
YanıtlaSil