14 Kasım 2007 Çarşamba

Alınganlık

Hem laf sokup hem de alınganlık göstermek: Ne kadar orta şarklı bir tutum.

Adamları biri sanıp bir şeyler yazıyorsan yazma kardeşim. Sor önce "sen şu şu şu musun?" diye. Alırsın bir cevap yazmayıverirsin. Madem alıngansın sor o zaman. Alınmanın devri geçti, devir yağmurdan nem kapma devri.

Cık cık cık cık..

Sizlere Fatih Terim az bile...

12 Kasım 2007 Pazartesi

Blog Yorumlamak ve İnsanoğlunun Tedavisi En Zor Rahatsızlığı; Kabalık

İnternet ortamı ne kadar farklı gerçek yaşamdan. Bulunduğunuz bir ortamda kimse lafını tartmadan ortaya edemezken, burası öyle mi, bir hesap açan, kendini tanıtma gereği duymadan basıyor yorumu aşağıdan, kesiyor ahkamı bol kepçeden.

Blogun adabı çok basit oysa, açarsın hesabını, oluşturursun kimlik bilgini (gerçek ya da atmasyon), yazarsın yazılarını, sonra başka sayfalara da misafir olursun. Sen yorum yazdın mı, başkası da bilir kim ile dansettiğini.

İnternet, meçhul olma, gizem kazanma isteğini bastırıyor insanların sanırım.

İşte gizemli olmak uğruna kaba olmakta beis görmeyenler yüzünden yazılarımı yoruma kapatmış bulunmaktayım.

Kabalık etmeyelim, ettirtmeyelim.

Çiçeklerin dili

Sait Faik'in güzel bir sözü vardır; "çiçek ve balık isimlerini bilmeyen öykü yazamaz" der.

Çiçek; bir bitkinin üreme organıdır, güzel kokusu ile böcekleri kendisine çeker, bir diğer çiçeğe konduğunda aynı böcek onun üremesine yardımcı olmuş olur. Genelde güzel kokuludurlar. Bahar geldi mi kokuları kaplar havayı, baharın gerçekten geldiğini çiçek kokularından anlarız. İçimize nedensiz bir mutluluk yerleştirir güzel kokuları, hayata gülümseyen gözler ile bakarız bahar aylarında.

Gülü, papatyayı, menekşeyi iyi biliyoruz ama büyük öykücümüzün sözünde bir hikmet gizli elbette. Öyle enteresan çiçek isimleri var ki dilimiz onlar ile daha da zenginleşiyor. Türk halkının hayal gücü ışıltılarını çiçek isimlerinde de gösteriyor. İsimlere bir bakmak yeterli, ne kadar güzel tarif etmişler çiçekleri. İsmini okumak bile en bilinmeyen çiçeğin en has özelliğini gözlerinin önüne getiriyor okuyanın;

Akşam sefası, ateş çiçeği, avize fidanı, ay çiçeği, ayı pençesi, ballıbaba, boru çiçeği, buhurumeryem, ciğerci sığırı, civan perçemi, çadır çiçeği, çarkıfelek, çiğdem, çobanyastığı, çuha çiçeği, dağsümbülü, deligül, devetabanı, dönbaba, erguvan, eşek lâlesi, firuze çiçeği, fulya, gardenya, gâvur gülü, gelincik, geven, günebakan,hanım düğmesi, hanımeli, haseki küpesi, hercai menekşe, ıtır çiçeği, kadife çiçeği, kahkaha çiçeği, kamelya, kasımpatı, kına çiçeği, kirli hanım, küpe çiçeği, küstüm çiçeği, lâle, leylâk, manisa lâlesi, manolya, mimoza, mine çiçeği, mor salkım, mümüdük, nergis, nilüfer, orman gülü, ortanca, reyhan, sabun çiçeği, sardunya, sünbül, şakayık, şebboy, yasemin, yıldız çiçeği, zambak, zerrin.

Günümüzde artık azalmış bir adet olsa da, çiçek vermek en güzel hediyelerden bir tanesi. Üstelik verilen her bir çiçeğin, her bir rengin anlamı başka. Çiçeklerin renklerle, isimlerle şifrelenmiş gizli bir dili var. İllaki sevgiliye verilmesi de şart değil, bir ev ziyareti, hasta ziyareti, arkadaş ziyareti olabilir. Belki bir gün lazım olur.

Çiçeklerin dili:
Beyaz gül - masumiyet
Kırmızı gül - aşk
Pembe gül - gönlüm senindir
Sarı gül - sıcak sevgi
Beyaz karanfil - temizlik, saflık
Kırmızı karanfil - sevgi
Sarı glayör - kıskançlık
Mor glayör - inanç
Menekşe - alçak gönüllülük
Kamelya - mağrurluk
Fulya - unutma
Anemon - gençlik

Renklere göre çiçeklerin dili;
Pembe renk - şefkat
Mavi renk - yumuşak huylu
Gri - melankoli
Kahverengi - geçmiş
Mor renk - dul

Kayahan Açar

Yıllardır Kayahan ismi ile müzik piyasasını işgal eder, emekli general havalarında yeniyetmeleri de eskiden gelmeleleri de dili eriştiğince azarlar, haddini bildirdikçe insanlara, mutlu olur, yüreği kabarır, yolu sevgiden geçer.

"Artık emekliye ayrılsa, yormasa kendini, tadında bıraksa, megalomanisini gönül kubbesinden geçen sevgilerin en güzel ipekyolu gubidiğinden dedirten" sanatkar.

Gönül adamı.

Hırçınlıklar komedyası.

Sanatçılar birleşse buna emeklilik hatırası olarak platinden tepsi yaptırsa ne iyi olurdu. Arkasına; "müzik camiasına fahri nota polisliği ettiğinizden ötürü, öpüyoruz canı gönülden, boydan boya yetmez ise tepeden tırnağa" nakşettirtseler.

8:15 Vapuru

Yonca Evcimik; balayı için gittiği uzakdoğu gezisi esnasında bu şarkıyı duyar, çok beğenir, illaki kendisinin de seslendirmesi gerektiğini düşünür. Bestecisine telif hakkını ödemek için aramadık yer bırakmadığını ama bir türlü bulamadığını söyler. Telif hakkı için besteci aranmasının gerekliliğini ilk defa duyan Ercan Saatçi buna çok şaşırır, o şaşkınlıkla şu sözler çıkar ağzından.

"hokayi yamaşito kombamba"

Neyseki şarkının sözlerinin geri kalan bölümünde anlaşılması daha kolay kelimeler seçilmiştir:

"ah bir baksa
uzunları yaksa"
Şarkının alt metninde gizlenen sosyal mesaj; gözüne kestirdiği adamı istemeden kamyon yerine koymaya çalışan bir kızın öyküsüdür.

Kıpır kıpır ama anlam barındırmayan sözler ile başlayan başlayan bu şarkı, Şenay'ın seslendirdiği "honki ponki tonino çalona bimbo boriro" sözlerinden sonra türk pop müziğindeki ikinci en farklı şarkı sözü başlangıcıdır.

Hit olmuştur dillerden düşmemiştir. Bestecisi ise hala meçhuldür.

8 Kasım 2007 Perşembe

Dağ bayır benim neyime...

Pazar günü 10 yıldır süren ısrarlarına dayanamayıp, dağcılık tutkunu kuzenlerimin gazına mükemmel bir zamanlama ile gelip, gribal hallerimi atlattığımın ertesi gününe denk gelen, 4 kasım tarihinde kendimi 60 küsur insan yavrusu ile kader birliği etmişçesine hatta sanki mecburmuşumcasına Manisa-İzmir arasındaki Karagöl mevkiindeki tepelere atmış bulundum.

Aman o trekking ne şahane bir şeydir. Aman o nasıl bir mutluluktur, aman o nasıl bir tutkudur, aman o nasıl bir endorfin salgılattırtma sebebidir. Her insan bir kere mutlaka katılmalı. Hatta ilk katılmasıyla birlikte alışıp hep ama hep katılmalı. Ya da katılıp durup boşa yorulmaya değmez dağlara yerleşip orda yaşamalı. "pure" saadet bu olsa gerek.

Sabahın altı buçuğunda kargalar ile beraber uykudan kalkıp, 7:30 da yollara dökülüp. Saat sekizde vardığımız bir köyde, bunca telaştan sonra kaidesini bir kırık iskemleye yerleştiren insanların aheste aheste, huşu ile karışık, mutluluk içinde dağ çantalarından çıkarttığı ağır breakfastlarını eda edişini izleyip homurg homurg burnumdan soluyup, "bunca telaş bu uyuz kahvaltıya yetişmek için miydi" diye yarı söylenme yarı içlenme soslu yakınmalarımla aynı zamanda günüme olası en güzel biçimde başlamış oldum. Olasılıkların en güzeli buydu, oldu da nitekim. Saat 10 sularında "bunlar şimdi 45 dakika geviş getirmeden bu spor onlara haram olmaz mı" diye kara kara düşünürken yola çıkma işaretini bir düdükle dütlettiler.

Tırmanma ritüelimiz başladı.

60 küsur insan gayet darmadağınık biçimde 3.5 saat kadar itişe kakışa nazi kamplarına akın eder misali şuursuzca yukarı yukarı gidiyorduk ki. Bir su kenarında su içme molası verilmesi ile ben “ben artık şurdan şuraya gitmem” diyerek kararlılığımı sergiledim. Ben orda kaldım, aklının sesini dinleyen birkaç insan da “aaa istenirse kalınabiliyor mu?” diye bana sordular. Ben kuralları bilmediğimi ama hakikatten de şuradan şuraya gitmeyeceğimi söyleyince onlar da benimle kalmak istediler. Kalacaklarını duyunca çok sevindim. "Bunların iri çantalarında kesin yiyecek bir şeyler vardır" diye hiç kimsenin aklına gelmeyecek zekice düşüncelere kapıldım bir anda.

Bizden ayrılanlar zirveye çıkmayı hedefliyor. Ben içimden “nah çıkarsınız” diyorum. Yüzlerine deyip de ne sıçratayım andropozlu delikanlıları, menopozlu afetleri tepeme.

Kalanlar su kenarına yayılıp, çantalarından çıkarttıkları nevaleleri piknik pozisyonunda sergilediler. Nasıl öngörülü adammışım kendimi takdir ediyorum. Hep beraber yedik içtik, yarım saat süren bu mutluluktan sonra herkes bir kenara yayılıp uyudu.

Derken yağmur yağmasın mı beğenirsiniz.

Tipik (typical) ahmak ıslatan.

Biz bir kaçış kaçtık, meğersem köy tepeyi dönünceymiş, saatlerce tırmandığımız yeri yarım saatte geri döndük. Hayırsever tiplerden biri bana bir “laylon” verdi, kendimi korudum bir naylon parçası benim ebadımdaki bir insanı ne kadar ne kadar koruyabildiyse. Moralim bozuldu.

Tepelere seğirtenler bizden hayli bir müddet sonra geri döndüler, o dönene kadar yağmur ıslatabildiği ahmakları ıslatmış artık sağanağa dönmüştü.

Bizden sonra geri dönenlerin hali görülmeye değerdi. Sudan çıkmış sıçan sürüsünün, ufacık derme çatma köy kahvesine hücum ettiğini düşünün. Tabii içeriye de giremediler. Bozulan moralim anında düzeldi.

Çok eğlendim.

Trekking yapalım yaptıralım

Ha sonra nezlem azdı o ayrı.

Bir daha mı..

Hah hah hayt diyorum.

Hipokrat'ın Yemini

Radikal her seferinde okumaya değecek bir şeyler bulduğum gazetelerden, köşe yazarı müdavimi olmayı saçma bulduğum için yazar takip etme adetim yoktur ancak, internet üzerindeki sayfalarını gezerken rasgele çıkan "özlü söz" köşesini mutlaka okurum. Bugün okuduğum bir yazıyı da şuraya kopyalamam şart oldu. Türkiye'de ilk masaj kurslarını açan Profesör Hamdi Turgut'un 21 yıl önce öğrenciler için yazdığı yemin özlü söz olarak yer alıyordu; "Milliyet, ırk, din, mezhep, siyasi kanaat, cinsiyet, zenginlik, fakirlik farkı gözetmeksizin, ister rüşte ermiş, ister ermemiş, kadın ve erkek ayrımı yapmadan karşımdakinin kendi isteğiyle de olsa vücudunu kötüye kullanmaktan şiddetle kaçınacağım. Yüce Allah'ın huzurunda, hayatımı, sanatımı tertemiz koruyacağıma, namus ve şerefim üzerine yemin ederim."

Hipokrat yemininden daha sahici ve amacı belli bir yemin gibi göründü bana. Hemen müze bekçileri için bir yemin yazasım geldi. Ama saatlerdir ekrana bakıyorum aklıma yemin etmeye değecek bir şey gelmedi.

Sıkıldım.

Ağlayasım geldi bir meslek bu kadar mı değersiz gözükür çalışanının kendisine. Müze bekçisi doğacağıma, garden parti organizatörü olsamıydım keşke diye düşünüyorum 10 dakikadır. Fakat aynadaki aksime bakıyorum, 6 derece miyop gözler, kalın kalın iki gazoz şişesi altı iriliğindeki camların ardından dünyaya bakan, pos bıyıklı kat kat göbekli, saçı hafif tarama özürlü, rüzgar sağdan estimi saçı kapak gibi öbür yana açılan adamı kim alır organizatör olarak.

Mesleğimle ilgili bir şey olsam... Artık müze müdürü de olamam geçti bizden. Şu kalıbıma bakıyorum da olsam olsam pezevenk olurdum. Yok ben o işi de beceremem, oturayım oturduğum yerde.

Yazıklar olsun bana, bu hayat da boşa geçti yine.

Artık bir daha sefere Hipokrat, yemin ediyorum; anam avradım olsun ki olacam bir halt ben de..

2 Kasım 2007 Cuma

Yeşilçam

Yeşilçam, İstanbul'da bir sokak ismi, aklımıza, eskilerin, samimi, içten, canayakın, filmlerini getirir. İçimizden mutluluğa benzeyen, hıçkırığı andıran, tatlı bir hüzün geçer.

Yeşilçam..

Eski Yeşilçam'ın sahiciliği sorguya açık, samimiyeti su götürmeyen filmlerinde yıllar boyunca bir çok sevilen, nefret edilen, kederiyle kederlenilen sevinci ile sevinç duyulan onlarca karakter boy göstermiştir. Bu karakterleri canlandıran oyuncular zaman içinde değişse de karakterlerin oturtulduğu kalıplar o yıllarda pek fazla değişmemiştir. İşte Yeşilçam karakterlerinden bazıları;

Fakir iyi anne;
Silahı: Gözyaşları,
Klişe sözü:"Oğlum sen mi geldin",
Zaafı: Yüksek okul diploması
Etiketi: Başörtüsü ve şişmanlığı

Fakir kötü anne;
Silahı: Dedikodular, entrikalar
Klişe sözü: "Hem ben de, sen o zengin adamla evlendiğinde biraz rahat etsem fena mı olur"
Zaafı: Zengin bir damat
Etiketi: Tiz, yüksek ses ve hafif şişmanlık

Zengin kötü baba;
Silahı: Evden kovmak
Klişe sözü: "Ben ne dersem o olacak"
Zaafı: Bir erkek torun
Etiketi: Gür ses ve hafif bir göbek

Zengin çok kötü baba;
Silahı: Evlatlıktan reddetmek
Klişe sözü: "Piçini de al defol git bu evden"
Zaafı: Aile adının korunması
Etiketi: Robdöşambr, çelik para kasası

Fakir iyi baba;
Silahı: İçtenliği ve hayat dersleri
Klişe sözü: "Belki sizi iyi yaşatamadım ama insan olmayı öğrettim"
Zaafı: Dürüstlük, efendilik, namus
Etiketi: Endişeli ama sağlam bakışlar

Fakir yakışıklı genç;
Silahı: Azmi ve dürüstlüğü
Klişe sözü: "Evet anne ben geldim"
Zaafı: Acımasız ve zengin adamın kızı
Etiketi: Utangaçlık, karamsarlık, ciddiyet

Fakir güzel kız;
Silahı: Güzelliği ve ürkekliği
Klişe sözü: "Çok korkuyorum Ferit"
Zaafı: Beyaz bir gelinlik, nohut oda bakla sofa kıvamında küçük bir ev
Etiketi: Düz uzun saçlar, sade giysiler

Irz düşmanı kötü adam;
Silahı: Şantaj, hile, kaba kuvvet, gazoza atılan ilaç
Klişe sözü: "Sen de istiyorsun kahpe, numara yapma"
Zaafı: Kalçalar, göğüsler, bacaklar
Etiketi: Salya, yuvalarından fırlamış gözler

Şımarık genç kız;
Silahı: Bedeni ve cilveleri yetmezse parası
Klişe sözü: "Üüfff, sen dersten başka birşey bilmez misin kuzum"
Zaafı: İçe kapanık iyi aile delikanlısı
Etiketi: Dekolte giysiler, spor araba, dans

Aşçı, uşak, bahçıvan;
Silahı: Sadakat, ezik bakışlar, imalar
Klişe sözü: "Siz olmayınca bu köşkte hayat çekilmiyor"
Zaafı: Ayşecik ya da Yumurcak'ın şirinlikleri
Etiketi: İş elbiseleri, sadık bakışlar, gülümseyen bir yüz

Harbi delikanlı;
Silahı: Cafcaflı sözler, konuşan yumruklar
Klişe sözü: "Sen bize bakma abla, biz hayat üniversitesini bitirmişiz"
Zaafı: Mahallenin namusu, dostluk
Etiketi: Direksiyon, tesbih, omza atılmış ceket

Çöpçatan kadın;
Silahı: Gevezelik ve entrikalar
Klişe sözü: "Kız sen deli misin? Bu fırsat çıkmaz bir daha karşına"
Zaafı: Esas oğlanın arkadaşı
Etiketi: Göz kırpmalar, fettan bakışlar, dirsek vurmalar

Köy ağası;
Silahı: Toprak ve töreler
Klişe sözü: "Otur hele Musa Emmi"
Zaafı: Köyün dilberi
Etiketi: Nargile ve kırbaç

Yaşlı doktor;
Silahı: Stateskop, endişeli yüz ifadeleri
Klişe sözü: "Metin ol evladım"
Zaafı: Kısık kısık kuru öksürükler
Etiketi: Bavul büyüklüğünde siyah çanta

Babacan komiser;
Silahı: (Herşeyi silah zaten)
Klişe sözü: "Eğer bir daha karşıma gelecek olursanız..."
Zaafı: İyi kalpli suçlular
Etiketi: Üniforma, masa, gür ses

İflah olmaz hasta;
Silahı: Solgun yüzü, baygın sesi
Klişe sözü: "Birşeyim yok benim, sadece biraz üşütmüşüm öhöö öhöö"
Zaafı: Ezan sesi, pahalı ilaçlar
Etiketi: Kısık öksürükler, kanlı beyaz bir mendil

Çok bilmiş çocuk;
Silahı: Sapan, duygu sömürüsü
Klişe sözü: "Anne ben bu amcayı çok sevdim"
Zaafı: Camlar, küçük esnaf, hizmetçiler
Etiketi: Kirli bir surat, kısa pantolon

Yeşilçam İstanbul’da bir sokak ismi. O sokakta şimdi; Adile Naşit, Belgin Doruk, Ayhan Işık, Cahide Sonku, Nubar Terziyan, Hulusi Kentmen oturmuş sohbet ediyor. Geçmişten konuşuyorlar. Sessiz kahkahaları gölgelerde kuytularda yankılanıyor.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak