Pazar günü 10 yıldır süren ısrarlarına dayanamayıp, dağcılık tutkunu kuzenlerimin gazına mükemmel bir zamanlama ile gelip, gribal hallerimi atlattığımın ertesi gününe denk gelen, 4 kasım tarihinde kendimi 60 küsur insan yavrusu ile kader birliği etmişçesine hatta sanki mecburmuşumcasına Manisa-İzmir arasındaki Karagöl mevkiindeki tepelere atmış bulundum.
Aman o trekking ne şahane bir şeydir. Aman o nasıl bir mutluluktur, aman o nasıl bir tutkudur, aman o nasıl bir endorfin salgılattırtma sebebidir. Her insan bir kere mutlaka katılmalı. Hatta ilk katılmasıyla birlikte alışıp hep ama hep katılmalı. Ya da katılıp durup boşa yorulmaya değmez dağlara yerleşip orda yaşamalı. "pure" saadet bu olsa gerek.
Sabahın altı buçuğunda kargalar ile beraber uykudan kalkıp, 7:30 da yollara dökülüp. Saat sekizde vardığımız bir köyde, bunca telaştan sonra kaidesini bir kırık iskemleye yerleştiren insanların aheste aheste, huşu ile karışık, mutluluk içinde dağ çantalarından çıkarttığı ağır breakfastlarını eda edişini izleyip homurg homurg burnumdan soluyup, "bunca telaş bu uyuz kahvaltıya yetişmek için miydi" diye yarı söylenme yarı içlenme soslu yakınmalarımla aynı zamanda günüme olası en güzel biçimde başlamış oldum. Olasılıkların en güzeli buydu, oldu da nitekim. Saat 10 sularında "bunlar şimdi 45 dakika geviş getirmeden bu spor onlara haram olmaz mı" diye kara kara düşünürken yola çıkma işaretini bir düdükle dütlettiler.
Tırmanma ritüelimiz başladı.
60 küsur insan gayet darmadağınık biçimde 3.5 saat kadar itişe kakışa nazi kamplarına akın eder misali şuursuzca yukarı yukarı gidiyorduk ki. Bir su kenarında su içme molası verilmesi ile ben “ben artık şurdan şuraya gitmem” diyerek kararlılığımı sergiledim. Ben orda kaldım, aklının sesini dinleyen birkaç insan da “aaa istenirse kalınabiliyor mu?” diye bana sordular. Ben kuralları bilmediğimi ama hakikatten de şuradan şuraya gitmeyeceğimi söyleyince onlar da benimle kalmak istediler. Kalacaklarını duyunca çok sevindim. "Bunların iri çantalarında kesin yiyecek bir şeyler vardır" diye hiç kimsenin aklına gelmeyecek zekice düşüncelere kapıldım bir anda.
Bizden ayrılanlar zirveye çıkmayı hedefliyor. Ben içimden “nah çıkarsınız” diyorum. Yüzlerine deyip de ne sıçratayım andropozlu delikanlıları, menopozlu afetleri tepeme.
Kalanlar su kenarına yayılıp, çantalarından çıkarttıkları nevaleleri piknik pozisyonunda sergilediler. Nasıl öngörülü adammışım kendimi takdir ediyorum. Hep beraber yedik içtik, yarım saat süren bu mutluluktan sonra herkes bir kenara yayılıp uyudu.
Derken yağmur yağmasın mı beğenirsiniz.
Tipik (typical) ahmak ıslatan.
Biz bir kaçış kaçtık, meğersem köy tepeyi dönünceymiş, saatlerce tırmandığımız yeri yarım saatte geri döndük. Hayırsever tiplerden biri bana bir “laylon” verdi, kendimi korudum bir naylon parçası benim ebadımdaki bir insanı ne kadar ne kadar koruyabildiyse. Moralim bozuldu.
Tepelere seğirtenler bizden hayli bir müddet sonra geri döndüler, o dönene kadar yağmur ıslatabildiği ahmakları ıslatmış artık sağanağa dönmüştü.
Bizden sonra geri dönenlerin hali görülmeye değerdi. Sudan çıkmış sıçan sürüsünün, ufacık derme çatma köy kahvesine hücum ettiğini düşünün. Tabii içeriye de giremediler. Bozulan moralim anında düzeldi.
Çok eğlendim.
Trekking yapalım yaptıralım
Ha sonra nezlem azdı o ayrı.
Bir daha mı..
Hah hah hayt diyorum.
Aman o trekking ne şahane bir şeydir. Aman o nasıl bir mutluluktur, aman o nasıl bir tutkudur, aman o nasıl bir endorfin salgılattırtma sebebidir. Her insan bir kere mutlaka katılmalı. Hatta ilk katılmasıyla birlikte alışıp hep ama hep katılmalı. Ya da katılıp durup boşa yorulmaya değmez dağlara yerleşip orda yaşamalı. "pure" saadet bu olsa gerek.
Sabahın altı buçuğunda kargalar ile beraber uykudan kalkıp, 7:30 da yollara dökülüp. Saat sekizde vardığımız bir köyde, bunca telaştan sonra kaidesini bir kırık iskemleye yerleştiren insanların aheste aheste, huşu ile karışık, mutluluk içinde dağ çantalarından çıkarttığı ağır breakfastlarını eda edişini izleyip homurg homurg burnumdan soluyup, "bunca telaş bu uyuz kahvaltıya yetişmek için miydi" diye yarı söylenme yarı içlenme soslu yakınmalarımla aynı zamanda günüme olası en güzel biçimde başlamış oldum. Olasılıkların en güzeli buydu, oldu da nitekim. Saat 10 sularında "bunlar şimdi 45 dakika geviş getirmeden bu spor onlara haram olmaz mı" diye kara kara düşünürken yola çıkma işaretini bir düdükle dütlettiler.
Tırmanma ritüelimiz başladı.
60 küsur insan gayet darmadağınık biçimde 3.5 saat kadar itişe kakışa nazi kamplarına akın eder misali şuursuzca yukarı yukarı gidiyorduk ki. Bir su kenarında su içme molası verilmesi ile ben “ben artık şurdan şuraya gitmem” diyerek kararlılığımı sergiledim. Ben orda kaldım, aklının sesini dinleyen birkaç insan da “aaa istenirse kalınabiliyor mu?” diye bana sordular. Ben kuralları bilmediğimi ama hakikatten de şuradan şuraya gitmeyeceğimi söyleyince onlar da benimle kalmak istediler. Kalacaklarını duyunca çok sevindim. "Bunların iri çantalarında kesin yiyecek bir şeyler vardır" diye hiç kimsenin aklına gelmeyecek zekice düşüncelere kapıldım bir anda.
Bizden ayrılanlar zirveye çıkmayı hedefliyor. Ben içimden “nah çıkarsınız” diyorum. Yüzlerine deyip de ne sıçratayım andropozlu delikanlıları, menopozlu afetleri tepeme.
Kalanlar su kenarına yayılıp, çantalarından çıkarttıkları nevaleleri piknik pozisyonunda sergilediler. Nasıl öngörülü adammışım kendimi takdir ediyorum. Hep beraber yedik içtik, yarım saat süren bu mutluluktan sonra herkes bir kenara yayılıp uyudu.
Derken yağmur yağmasın mı beğenirsiniz.
Tipik (typical) ahmak ıslatan.
Biz bir kaçış kaçtık, meğersem köy tepeyi dönünceymiş, saatlerce tırmandığımız yeri yarım saatte geri döndük. Hayırsever tiplerden biri bana bir “laylon” verdi, kendimi korudum bir naylon parçası benim ebadımdaki bir insanı ne kadar ne kadar koruyabildiyse. Moralim bozuldu.
Tepelere seğirtenler bizden hayli bir müddet sonra geri döndüler, o dönene kadar yağmur ıslatabildiği ahmakları ıslatmış artık sağanağa dönmüştü.
Bizden sonra geri dönenlerin hali görülmeye değerdi. Sudan çıkmış sıçan sürüsünün, ufacık derme çatma köy kahvesine hücum ettiğini düşünün. Tabii içeriye de giremediler. Bozulan moralim anında düzeldi.
Çok eğlendim.
Trekking yapalım yaptıralım
Ha sonra nezlem azdı o ayrı.
Bir daha mı..
Hah hah hayt diyorum.
ay onların bu tip yürüyüşler için ucu sivri metal çubuklu uzuuun bir sopaları vardır (trekking bastonu-le baston de l'trekking). geçen yazların birinde nazan da bir ara trekkingci olmuştu. arabasına binince o sopayı görüp nasıl korktuğumu hatırladım. "kız bu ney" dedimdi de o da gevrek gevrek gülüp "trek sopası, dağda bayırda yürüken güç alıyosun saplayarak" dediydi. bunun da vardır bir zevki. ne diyim.
YanıtlaSilEvet o sopalar bilinçli olarak gözümden kaçtı, uzak durayım dedim, gözü kurtarayım dedim. Gözlerimi kaçırdım, melul melul.
YanıtlaSilEvet o sopalara sanki Hazreti Musa nın asası gibi sarılışları var ki görmemek lazım. Asa gibi ya. Hatta kimisnde 2 şer tane olduğu da yağmur sonrası dikkatimi çekti.
"kız bu ney???" lafına da çok güldüm hani yani ha.
Nedense benim de aklıma insanların bu tip etkinliklere katılırken ki örtülü niyetleri geldi. Anlaşılan yaş haddinin yoğun olduğu küme de genciz biz aktif dinamik heyecanlı görüntüsü yağmur ile birlikte sönmüş biraz da. Geride kalan misafir oyuncuların da nedense daha genç olduğunu düşündüm şansa bak dedirten darül( acüze ) etkinliğinin hay allah bugün yapamadım kalp egzersizimi bitkinliği ile. Sadece değnek (=sopa) kullanılarak yapılabilen dağ yürüyüşlerinin (burada dilmizden utanmayalım mesajı kaygısı verilerek fark yaratılmaya ve dikkat çekilmeye çalışılmaktadır ve kasıtlıdır) bir etkinlik olması açısından ekonomik görünüyor. Bir bilseniz gözü dönmüş yalnızların hangi örtüler ile asli hedeflere ulaşma çabalarını :) Yalnızlık böyle dinmiyorki yağmura hiç benzemiyor ...
YanıtlaSilBunlardan birisi de bilirkişi edası ile ahkam kesmek sanırım. Kendine blog açıp yazmadan başkalarının yazdıkları altına yorumlar ilştirmek ne kadar güvenli, ne kadar kolay değil mi?
YanıtlaSil"Tolga" size önerim, kendinize bir profil açın, blog açın, iki kelam edin görelim kimmiş ona buna akıl veren.
Yağmur da diniyor yalnızlık da ama kabalık baki kalıyor.
kimi piknik yapar kimi trekking..
YanıtlaSilsonuçta dönülen nokta aynı :)
Ne güzel bir trekking anısıydı.Keyifle okudum mim vesilesiyle:)) Şanslıymışsınız.Ahmak ıslatanın nasıl olduğunu iyi bilirim:) Mim cevaplarını da keyifle okudum.
YanıtlaSilSevgiler.
Ah Vladimir, gülmekten gözümden yaşlar geldi.
YanıtlaSilÇok şükür ki, trekking merakı arkadaşımızda çabuk söndü.
Yürümeyi çok severim, ama düzgün yollarda. İstediğim zaman dinlenebileceğimi bilerek yürümek keyfi ile.
Seninle bir gün Alsancak Garı civarından Göztepeye doğru bir "trekking" yapalım mı, ne dersin?
Şule;
YanıtlaSilBu yazıyı unutmuşum çoktandır. Ama o günü unutmadım. Boyumun ölçüsünü aldım valla. Düz yolda yürürüm de öyle girdili çıktılı bayırlara dağlara bir daha zor, öecbur olmadıkça :)
Şule;
YanıtlaSilBu yazıyı unutmuşum çoktandır. Ama o günü unutmadım. Boyumun ölçüsünü aldım valla. Düz yolda yürürüm de öyle girdili çıktılı bayırlara dağlara bir daha zor, öecbur olmadıkça :)