26 Haziran 2009 Cuma

Enginlere Daldım; Serindiler

Sıcaklar bastırınca serinliklere özlem artıyor. Bir gölge olsun, bir imbat essin, bardağının dışı ısı farkından ıslak olmuş, sopsoğuk bir içecek bulunsun diye dört bakınıyor insan. Deniz kenarı görmesin "masayı suya atsak, paçaları sıvasak, masanın etrafına oturup okey oynasak" gibi şarkî makamından çığırmaya başlıyor benim gibi sulak yerde büyümüşü de kurak yerde yetişmişi de. Genelde sulak yerde büyümüşün çenesinde olduğu kadar, fikrine düşmüş niyeti nihayetlendirmemesi de olağan işlerden değil bizim ellerde.

Bir kaç sene önce sıcaklar hissedilmesi gerekenden de fazla kendini hissettirince bir kaç kafa dengi, Akdeniz'in tuzlu sularına gövdeyi yaydırma maksadı ile attık kendimizi yollara. Yola düşünce Mazhar - Fuat - Özkan'ın üzerine yol arkadaşı tanımam. "Yaz tatili, paranın katili"ni de dinlerim "Agannaga rüşvet"i de, hiç farketmez. Onlar tatilimin fonununda tatlı tatlı tıngırdatsınlar yeter.

Sıcakta yola düşünce rotayı kader belirliyor öyle fazla plan proje yok. Türkiye'dekinden daha ucuza bir imkan yakalayıp attık kendimizi yavru vatanın kollarına. Aylardan Temmuz olduğu dikkate alınırsa - Kıbrıs'ın harareti buradan kuvvetli malumunuz - uçaktan iner inmez buhar banyosunun kapıları bizi kucaklamak için açılmış gibi oldu. Ucuzluğu hesap ederken ısıyı hesap edememişiz. İzmir'in kırk küsuru zorlamış selsiyuslarından, aklın sınırlarını zorlayan bir cehennemi sıcaklığa bıraktık kendimizi yanlış hesabı farketmiş olmanın nobran küskünlüğü içinde. Odalar buz gibi klimalı ama dışarıda zaman geçmiyor. Sıcak mı sıcak, biraz gölgede oturuyorsun. Saate balıyorsun henüz 10 çok sıcak dakika geçmiş. Geriye kalmış yedi gün. Geceleri serin bir eğlence bulunur elbette ama gündüzleri doldurmak önemli.

Gözlerimizi kaldığımız otelin etrafındaki ilgi çekici manzaradan ayırmayı başardığımızda havuz kenarındaki dalgıçlık kurslarına dair ilanları gördük. Ben derhal kalktım, "suyun dibi suyun üzeri kadar sıcak değildir, hadi gelin" işareti yaptım. Bunu emin olun bir hareketle yaptım ama nasıl bir hareketti o asla hatırlayamıyorum. Sonradan başıma gelenler öyle pratik hareketleri anımsama yeteneğimi aldı götürdü benden.

Otelin plajındaki dalma hocasının hödösüne gittik. Hödö dediğime bakmayın palmiye ağacından daha derme çatma görünümde bir klübe. İçinde tüpler, balık adam kıyafetleri ve bir sürü ıvır zıvır atılı. Dalma hocası yalnız değildi birden çok hoca vardı. Biri en kidemlisiydi galiba sanki süsecek gibi süzdü bizi. "Daha önce daldınız mı?" diye sordu. Ben dalgınlığımla meşhur olduğum için deneyimli sayılırdım zaten o yüzden sesimi çıkarmadım. Arkadaşlardan biri "daldık biz" dedi. Demez olsaydı arkadan elli tane ahret sorusu geldi. Dalmak dediğiniz öyle cup diye dalınan bir şey değilmiş çünkü. Her bir soruda dalmak ile bizim aramızdaki farklar açıldıkça açıldı.

Adam bize kısa bir dalma öğretisi verdi. Normalde bu öğreti havuz kenarında başlar ve hemen akabinde havuzun en sığ kenarlarında devam edermiş. Elbise nasıl giyilir, ağırlıklar nasıl takılır, tüpler nasıl sırta alınır, suda gözlük çıkarsa asıl içine hava doldurulup yüze geçirilirmiş onları bir güzel anlattı. Adam ne derse anlarmış gibi yapıyoruz. Benim tipim de bir güven vericilik var adam benim en güzel anladığımı sanıyor. Ben de içimden; "anlamadığım anlaması mı ,yoksa anlamaması mı benim için daha yararlı?" hesabını ve de sağlamasını yapmaya çalışıyorum. Sonuçta adam anlamazlıktan geldi. Ağırlığımızın yüzde ellisi ağırlığında kurşun ağırlıkları balık adam giysileri giymiş vücudumuza doladık. Üstüne de tüpleri giyince tanınmayacak hale geldik. Bir yandan birbirimize tuhaf tuhaf bakıyoruz diğer taraftan da rezil olacağız ama kimse bizi tanımayacak bu kılıkta diye seviniyoruz. Suya iskeleden usulca bırakma niyeti ile saldık kendimizi. Vücut ağırlıklarımızın yüzde elli arttığı tabi hiç birimizin aklında değil. O kadar ağırlıkla suyun üstünde kalabilmek maharet gerektiriyor. Bir arkadaş suya girdiği anda su almaya başladı ondan sorumlu hoca arkadaşı derhal tahliye etti. Ben gayet güzel bilirmiş gibi yapa yapa bir güzel suyun altından, kayaların arasında yüzmeye başladım. "Anaaa!! suyun altı ne güzelmiş, serin en azından", "balık mı şu?", "Ulan deniz yağı şişesinin işi ne burada" diye kendi kendimle sohbet halinde yüzmeye devam ediyorum. Bu arada benim bütün arkadaşlar yukarıda/geride ne halde bilmiyorum. benim hoca memnun ok işareti yapıyor ona karşılık veriyorum. Bana dibe oturmayı denememi işaretle gösteriyor. Güzelce oturuyorum. Kendimle gurur duyuyorum falan. Bu arada sürem dolmuş yukarıya çıktım ki bizim ekip yeminler edip bir daha dalarsak ile başlayan sonu gelmez cümleler kuruyorlar. Sabah 10 da hoca ile buluşmak için ayrılıyoruz.

Akşam bizimkilere ballandıra ballandıra anlatıyor, İzmir'e dönünce kesin bu işe merak sardıracağımı bir daha beni göremeyebileceklerini çünkü artık sulardan çıkmayacağımı anlatıp duruyorum. Susturmak için beni sarhoş etmeyi deniyorlar. İçer gibi yapıyorum. Sabaha ayık olmam lazım. Artık balık adamım sağlığıma dikkat etmem lazım.

Sabah hoca diyor ki "Vladimir dün çok iyiydi daha ince hiç dalmadığınıza emin misiniz?". "Tabii ki eminim diyorum, motorla biraz ileriye giderken. O gün dokuz metrede dalacağız, ertesi gün 25 metrede balık çiftliğinin orada dalanların arasına beni de alacak. "Demek balık çiftliğinin orada da dalınabiliyormuş" diye manasız nedense çok seviniyorum. Dalıyoruz. Dokuz metre çok güzelmiş cidden. Renkler dibe indikçe biraz soluyor ama gün ışığının dalgalara arasında oynaya oynaya önümüze vurması çok hoş. Biraz dolandıktan sonra suyun içinde oturuyoruz. O da güzel. Hoca şimdi gözlüğü çıkarın diyor. Allahım bu hesapta yoktu ki. İlk gün gözlüğü nasıl dolduracağımız anlatmıştı nasılsa. Tamam deyip çıkartıyorum gözlüğü Dokuz metrenin basınıc ile ağzımdan burnumdan sular içime hücum borusu öttüre öttüre darmadağın ediyor. Benim dış görünüşüm hala sükunet içinde, oksijen tüpüne bağlı ağızlıktan gözlüğe hava doldurup kafamı yukarıya kaldırıp kafamdan geçiriyorum gözlüğü. Bir gün önce hocanın gözlüğün için hava ile tam dolu olmayabilir burnunuzdan hava vererek gözlükte kalan suları boşaltabilirsiniz dediğini anımsıyorum. Kendimi sıkıp havayı boşaltıyorum. O anda paniklemye başlıyorum çünkü başıma tuhaf bir ağrı giriyor. Hemen yukarıya çıkıyorum. Hoca yüzüme bakıp meseleyi çakıyor.

Hemen bota binip karaya çıkıyoruz. Bana kalsa bir şey yok. Ama adam telaşlı görünüyor. Karada bizimkiler bekleşiyor yanlarına gidiyoruz. Bana tuhaf gözlerle bakıyorlar. "Noluyor lan?", "Öldüm de ruhum iskelede mi geziniyor?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Meğer gözlükte kalan havayı dışarıya atayım derken uyguladığım basınç göz damarlarımı çatlatmış. Her iki gözümün de akı kıpkırmızı. Derhal bir doktora gidiyoruz bazı ilaçlar ve damlalar veriyor. Tatilimin içine ediliyor böylelikle, kendim tarafından. Gözlerimin akı Kıbrıs boyunca kıpkırmızı kalmaya devam ediyor, yatarken bile güneş gözlüğü takar vaziyetteyim kimse görmesin diye. Vampir gibi bir tip, gözlerini kan bürümüş.

İzmir'e döndükten sonra gözlerimdeki kırmızı yerini önce koyu kahverengi ve ardından siyah renge bırakıyor. Siyah iken en iğrenci oluyor, aynadan gözlerimin olduğu yerde iki iri kara delik bana bakıyor sabahları uykudan kalkınca. Üç hafta kadar sonra gözlerimin akları yine kahveye dönüşüp ardından kahvenin içinde beyazlıklar belirmeye başlıyor, giderek usulca normale dönüyor.

Kabul ediyorum kendi hatamdı ama ikinci dalışta o fazla basıncı uygulamamayı başarmak da bu konuda deneyimsiz biri için imkansıza yakın bir beklenti olurmuş zaten. O günden beri ne dalıyorum, ne de daldırıyorum. Serin de olsa, derinlerden uzak durmak yararlı bir şey sanırım.


8 yorum:

  1. ayyy içim bir fena oldu be Vladimir :( Ben de hiç dalmadım, merak da ediyorum aslında ama, şimdi şüpheliyim biraz. Nemo'nun evini, başka başka Nemo'ları falan görmek isterim o ayrı da, göz damarlarını patlatma ihtimali beni bir tuhaf yaptı..

    YanıtlaSil
  2. Benimkisi acemilikten olmuş Çınar.. Suyu atmak için burnundan hava vermek gerekiyor gözlüğün içine çok sert verirsen havayı yüz içindeki boşluklar kulaklara ve gözlere basınç uyguluyor, acı dymuyorsun ama sonuç iğrenç bir görünüm. Daha önce gereken antremanı havuzda yapmış olsam bu hatafa düşmez daha sakince ve uslca hava gönderirdim gözlüğe. PAniğe ve aceleye gerek yok, su altında el ve kollara bile yukarıdaki gibi hükmetmek mümkün değil. Aşağıda manzara mükemmel ama. :))

    YanıtlaSil
  3. Alemsin yani:))
    Basindan gecen kötü bir seyi bile, böyle eglenceli bir sekilde anlatmana bayiliyorum:))

    YanıtlaSil
  4. ah be arkadaşım şurada 2 kuruşluk hevesim vardı o da kaçtı sayende dalmak mı almayayım iyisi mi ben tamam acemilik var, hani bizler ders alalım diye yazmışsın ama göz damarları çatlaması falan gözünün kırmızı olması zaten beni kan da tutar bak fena oldu içim :)))

    sana da geçmiş olsun bu arada geç te olsa...

    YanıtlaSil
  5. çok geçmiş olsun arkadaşım!Allah korumuş da daha kötüsü olmamış!sen yoksa Allah ın sevdiği kullarından mısın?her fırsatta felaketlerden kılpayı dönüyorsun!(aman nazar değmesin maaşallah!)
    bende dalmayı merak ediyorum ama sanırım daha alçak biryerde denerim:))

    YanıtlaSil
  6. İyi ki "geçmiş olmuş" Vladimir:) Bu olaylar geçince anlatımı kalıyor geriye ama yaşanırken pek de hoş olmuyor.. Benim de damarlarım patlamıştı ama gözlerde değil. tuhaf kaçacak ama Suzi'yi dünyaya getirirken:) Ama o da iyi ki doğmuş:)

    YanıtlaSil
  7. garip gelebilir size ama ben dalmaktan korkarım... dibi hiç görünmeyen, derinliğini tahmin bile edemeyeceğim yerlerde yüzebilirim ama 10 metre suda gözlüğü takıp aşağılara bakmaktan bile ürkerim ben... nedense.

    YanıtlaSil
  8. ben bu yazını okuduktan sonra derinlere dalmak yok artık aklımda uçtu gitti.

    YanıtlaSil

Yorumlar