İlkokul dördüncü sınıfta iken yeniden İstanbul’a taşındık. Okulu, akrabalarımı, arkadaşlarımı geride bırakmak beni üzmüştü. Ama öte yandan sevdiğim şehir İstanbul’da olmak, yeniden… güzeldi. Teyzemlerin sitesinde onların karşısındaki apartmanın zemin katını kiraladık. Hemen okula yazıldım. Kuzenimle aynı sımıfa gidecektim. Öğretmenimiz Bazuka Ayten’di. Hiç bir espri yeteneği olmayan, fok gibi iri, tepesini arttıran çocuğun suratında okkalı bir Osmanlı öttürtebilen yani koydu mu oturtan bir kadındı. Sınıfa girdi mi hepimizi bir ürküntü alır, aman bana bulaşmaz inşallah diye kendisinden çekinirdik. Normal, orta ya da fakir denilebilecek gelir düzeyindeki çocuklar sopa yemekten korkarken, zengin çocukları da öğretmenin şefkatinin odak noktası olmaktan korkarlardı. Şöyle ki, Bazuka Ayten şefkat göstereceği çocuğu önce şapur şupur öepr sonra başını iki iri göğsünün arasında sabitleyerek saçlarını okşardı. Çocuklar için cazibesi olmayan bir sevgi gösterisiydi bu elbette.
Ben kendisinden hiç şefkat görmediğim için şanslıydım. Şefkat görmeyeceğim okulun ilk haftalarında belli olmuştu zaten. Öğretim yılının ilk günlerinde güzel resim yaptığım için beni yere göre koymamıştı kadın. Çünkü üç yıldır öğrencisi olan Volkan isimli çocuk şahane resimler yaparmış ve ne yazık ki babası tayin olunca başka şehre taşınmışlar. Benim gelmemle artık sınıfta yine şahane resim yapan birisi olacakmış. Kuzenim "yandın" diye benimle dalga geçmeye başlamıştı ki, Ayten Hanım annemi okula çağırdı. Kadının annemden istediği; sınıfın duvarlarını boydan boya üzerine sünger yapıştırılıp onun üzerine çuha kaplanmış panolarla çepeçevre çevirmesiymiş. Annem orasının devlet okulu olduğunu ve velilerin böyle saçma sapan harcama yapmak mecburiyetinin olmadığını, bu konuda ısrarcı olursa kendisini bakanlığa şikayet edeceğini söylemiş. İşte o günden sonra şefkat kontenjanından da tırstığım kadınla yıldızımız bir daha barışmadı.
Bir gün beni tahtaya kaldırdı sorduğu soruyu bilemeyip de bana tokat atmak istemesiyle bir kadının dizine tekmeyi koydum. Ve ağlayarak sınıftan kaçtım. Giydiği bembeyaz çizmeler ve çizmenin üzerindeki iri iri gümüş renkli düğmeler hala gözüme geliyor. Bunu içine sindiremeyen kadın beni birkaç hafta sonra kıstırdı ve tokatladı. Akşam olanları evde anlatınca annem ertesi sabah okula geldi. Kadını sınıfa girmeden önce yakaladı. “Çocuklara öyle tokat atılmaz böyle atılır” diyerek kadının suratına bir şaplak aşketti. Ondan sonra kadının siniri bana bir daha işlemedi. Ben ve teyzemin oğlu kadının agresif hallerinden yırttık.
Sınıfımızda Yalın isimli bir çocuk vardı. O da benim gibi o sınıfa sonradan katılmıştı. Yıllarca ABD’de yaşamışlar, okula da orada başlamış. Biraz geri zekalı gibi halleri vardı ve tipik Amerikan doğruculuğuna sahipti. Teyzemlerin apartmanında oturuyordu, okuldan sonra kuzenimle ders çalışır ve onunla oyunlar oynarmış. Benim gelmemle arkadaşını bana kaptırmış oluyordu. Bir kaç kere üçümüz beraber ders çalışmayı denesek de pek suskundu. Sonradan bize katılmamaya başladı. Bir gün okulda, teneffüste yanıma geldi “seni burada kimse sevmiyor, kimse seni istemiyor geldiğin şehre geri dön” dedi. Ben bu sözleri duyunca aniden hüzünlendim ama çabuk toparladım. “Asıl sen Amerika’ya dönsene, ne dediğin bile anlaşılmıyor, kötü türkçen yüzünden herkes senden nefret ediyor.”
Akşamüstleri okuldan eve dönerken Yalın birkaç adım gerimizden suskun suskun peşimizden gelirdi. Elindeki müzik kutusunu kurara, çalan melodi üzerine İngilizce bir şarkı söylerdi. Okul ile evimizin arası beşyüz metre kadardı. O yolda birkaç kez aynı şarkıyı söylerdi.
Bahar geldiğinde bizim alışık olmadığımız bir işe kalkıştı Yalın. Annesi eski oyuncaklarından kurtulması gerektiği söylemiş bu da apartmanın önüne bir sergi açıp bütün eski oyuncaklarını sermişti. Kırık dökük de olsalar oyuncakların hiç birisi ülkemizde olanlara benzemiyordu. Ben bir uzay tabancasını istedim, onu bana vermek istemediği söyledi. Oyuncakların etrafındaki çocuk kalabalığı artmıştı, müzik kutusu da oradaydı, zembereği kırıldığı için çalışmıyordu. Kimse artık çalmayan müzik kutusu ile ilgilenmiyordu. Gidip onu istedim. Buna bahane bulamadı. Müzik kutusunu bana verdi.
Aldığım gibi koşarak eve gittim. Ön yüzü radyoya benziyor, ortadaki düğmeyi kurduğunuzda, minik ekranından yıldız, ay, gezegen resimleri geçiyor ve kutu “Twinkle twinkle little star” melodisini çalıyordu. Bizim bildiğimiz “Daha dün annemizin” melodisini yani. Kutunun arka yüzünde de şarkının İngilizce sözleri yazılıydı. Ben eve girer girmez o kırık zembereği nasıl tamir edebileceğimin derdine düştüm. Oyuncağın dikkatlice söktüm, her bir parçayı sehpanın üzerine yaydım. Zembereğin işler hale gelmesi için evdeki neyi kullanabileceğimi düşündüm. Fazla zaman geçmeden yanıtını buldum, kurmalı bir arabam vardı, onu söküp motorunu açtım. Oradaki zembereğin yayını çıkarıp, müzik kutusunun zembereğinin olduğu yere yerleştirdim. Büyüklükleri aynı idi. Görünüşe göre işe yarayacaktı. Kutuyu yeniden monte etmeden önce, eskimiş yıldız ve gezegen resimlerinin boyalarını tazeledim. O aralar annem polyesterden takı malzemeleri yapıyordu. Kuru çiçekleri kalıplara koyuyor üzerine polyester dökünce sanki kehribarın içine çiçek koymuşsun gibi hoş bocuklar, yüzükler elde ediyordu. Resimlerin üzerine biraz polyester sürdüm, bütün hepsi tuhaf biçimde parlamaya başladılar. Dışını kolonya ile güzelce sildim. Müzik kutusu yepyeni olmuştu. Kurdum. Çalmaya başladı. Akşam annem işten döndüğünde şarkı sözlerinin okunuşunu yazdı bana. Sözleri de bir güzel ezberledim.
Ertesi gün okuldan dönerken müzik kutusunu kurdum, yalın peşimizden geliyordu. Kuzenime şarkının sözlerini öğretmeye başladım.
“Twinkle twinkle little star
How I wonder what you are”
Yalın hızlanarak yanıma geldi; “Müzik kutumu geri ver”dedi.
Ben;“Vermem, artık o benim” deyince biraz boğuştuk. Ama müzik kutusunu vermedim. Akşam kapı çaldı. Gelen Yalın’dı annesi yollamış: “Annem özür dilemem için beni yolladı, verilen şeyi geri istemek ayıpmış” dedi. Ve gitti.
Başkasının oyuncağını aldığım için bu sefer annem bir alay kalay çekti. Müzik kutusunu sevmiştim yaz bitene kadar oynadım onunla, sonra nasıl kaybolduğunu çözemedim.
çocukken belliymiş senin şeker bir herif olacağın:D
YanıtlaSilÇOk büyük bir keyifle okuduğumu belirteyim. Bazuka Ayten'e ve annenin mücadeleci ruhunaysa bayıldım:))
YanıtlaSilkucukken benim bir bebegm vardi 'diva'. onun repertuvarinda da twinkle vardi. o kadar guzel ve akici yazmissin ki, beni kendi kucuklugume goturde..
YanıtlaSilo sarkiyi mirildandim yeniden : )
bu arada, annene saygilar : ))
ahahah ya senin şu çocukluk anılarının hastasıyım. bir şey sorucam bunların hepsi ger.ek değil mi arada kurmaca yok yani?
YanıtlaSilKüçükken ben de oyuncaklarımı falan açardım ama hiç tamir edemezdim :(
YanıtlaSilannen süpermiş..bir de yalın hafif gerzek ve amerikan doğrucu tanımlarına koptum:)
YanıtlaSilÇook güzeldi:)
YanıtlaSilÇok güzel. Üstelik tam dergilerde yayınlanacak hikaye olmuş.
YanıtlaSilBana müthiş hırslı ilkokul öğretmenimi hatırlattın. Dersini bilmeyenleri sopası ile döverdi. Bir gün beni de ödevimi yapmadım diye dövdü, haksızdı. Ben de okulumu değiştirmelerini söyledim. Annem nasıl konuştuysa artık, hoca benden özür diledi, barıştık.
YanıtlaSilHocadan dayak yemek pek hoş bir şey değil. Acı vermesi bir yana, çok küçültücü bir şey.
Ben de ağabeyimin uzaktan kumanda kamyonunu nasıl çalışıyor acaba diye sökmüştüm, bir de bunu hatırlattın bana. Bereket kumanda almıyordu artık, yoksa ben de azarı yemiştim. :)
Guguk kuşu;
YanıtlaSilİşte insan yedisinde neyse 70 ine kadar halleri aynıymış. Damarına basılasıya kadar sakinimdir. Napim. Üstüme varılmasına dayanamıyorum :)
Leylak Dalı;
YanıtlaSilTeekkürler... Annem kolay pabuç bırakmıyordu haksızlığa. :) O yaşlarda bazen çok utanıyordum böyle dikkat çekmekten ama sonra geçti
Lô - Lâ;
YanıtlaSilÇocukluktaki o şarkılar alıp götürüyor aslında insanı. Teşekkür ederim :)
Beenmaya;
YanıtlaSilAnı olarak yazdıklarımın hepsi gerçek. Olduğu gibi anlatıyorum onları. Tabi hatırladığım kadarı ile.
Jedilost;
YanıtlaSilBaşlarda ben de öyleydim ama sonradan tamir edebilmeye başlamıştım. :)
Pisikopati;
YanıtlaSilÇocuk ama ayne öyleydi bak :)
Kamikaze;
YanıtlaSilTeşekkür edderim. :)
N.Narda;
YanıtlaSilAhh. Nerde o günler :)
Şule;
YanıtlaSilÖğretmenleri o derece baskın kişilik sergilemeleri iyi olmuyor. Çocuklar son derece saf ve bozulmamışken böyle alengirli kişilik oyunları ile onların gerççekliklerden beslenen bünyelerini sarsmaya hakları yok bence.
ciddiyim, ufak tefek düzeltmelerle olur bence. Takip ettiğiniz bir dergi varsa gönderebilirsiniz. Şimdi değilse bile biraz dinlendirdikten sonra:)
YanıtlaSil