Evet balkon serinmiş, adalar da almış başını gidiyor serin bir akşamüstüne doğru.
Evet serinlikte daha iyi yazabilirim şimdi. O halde bu öykü nerelerden beslendi öncelikle onu anlatmalıyım. Blogger’da 2007 den beri yazıyorum ondan önce de Netlarus’ta bir hesap açmış, sonra yazdıklarımı yok edip yeni bir hesap açmıştım. Orada yazmak çok tatlı bir oyundu. Aynı kadfdana dört beş kişinin bir araya geldiği bir grubumuz vardı. Her gün ayrı birimiz bloguna entry girerdi ve o gün o blog yazısının altında toplaşırdık. Öncdelikle yazı hakkında yorumlarımızı yapar ardından da bütün bir gün boyu, 24 saat boyunca aklımıza gelenleri o yazının altından birbirimizle paylaşırdık. Kah yepyeni bir görüş ortaya atar yeni bir tartışma başlatır kah devam eden bir konu hakkında bitip tükenmek bilmeyen geyiğimizi devam ettirirdik. Aylar sonra birbirimizi merak etmeye başladık, bu kadar ahbaplık ettikten sonra buluşmaya karar verdik. 3 kadın ve 2 erkekten ibaretti kabilemizin çekirdeği, muhabbetimize arada dalıp çıkanlar da oluyordu elbette. Diğer erkek buluşma konusundaki yazılarımıza hiç yanıt vermedi, kayıtsız kaldı. Olumlu ya da olumsuz bir ifade asla etmedi konu ile ilgili. Kendisini gizlemeyi seçmesini fazla sorgulamadık. Ancak kafamın kenarına yazdım nedenini çözemediğim bu garip davranışı. Öyle ya hayır demiş olsa kimse üstelemeyecekti ya da evet dese aylardır az çok birbirimizi tanımıştık aramızda taşkınlık yapacak ya da kötü emelleri olan birisinin barınmadığının farkındaydık hepimiz pekala. Kimliğini gizli tutmak istemesi belki de kendisine bizde olmayan bir özgürlük hissini vermişti ona, bilmiyorum. Seçiminin arkasındaki ihtimal çeşitliliğini arttırmak mümkün.
Daha sonra Netlarus kapandı, bütün yazdıklarımız sanal alemin bilinmeyen bir köşesinde yokolup kayboldu. Üzücüydü, uzun süre yazamadım. Sonra Blogger’a yani Blogspot2a geldim. 2007 yılından beri burada takip ettiğim ve yazdıklarını sevdiğim iki kişi var ki kendilerini ifade etme tarzlarını beğeniyorum, yazılarındaki kurguyu, konuyu geliştirmelerini, anlatım tarzlarını beğeniyorum. Birkaç ay önce bu iki arkadaşımın arasına yeni birisi daha katıldı. Her üçünün yazdıklarını takip etmek büyük bir keyif veriyor bana. Onların yazdığı gibi yazamayacağımı biliyorum, tarzlarımız farklı onlar daha duyguya yönelik, iç dünyaya odaklı yazıyor öncelikle ben ise biraz daha gözleme dayalı, kafamda canlanan bazı resimleri, anları ve durumları sanki fotoğraf karesi gibi bir takım mizansenler içinde vermeye çalışıyorum. Benimle benzer üslübu olan ve her yazdıkların ızevkle okuduğum başka blog arkadaşlarımda var ama o ilk üçü gibi yazamayacağımı biliyorum. Birkaç ay önce onlar gibi yazsam ne yazardım, nasıl yazardım diye düşünmeye başladım.
Her şeyi birbirine bağlayan Amélie Nothomb’un “Sulphuric Acid” isimli kitabındaki kısacık bir bölüm oldu. Bir TV programı için mahkumlar ve gardiyan rolünü üstlenmiş katılımcılardan kitabın kahramanı CKZ 114 ile ona olan nefreti tutkuya dönmüş gardiyan Zdena arasındaki kısa bir bölümdü bu. Zdena ısrarla CKZ114’ün adını çğrenmek istiyor, bunun için birtakım hileler yapıyorsa da kız ismini gizlemesinin yararına olacağını daha ilk başından fark ettiği için karşılaşabileceği her tür yıldırma amaçlı cezaya rağmen kararlı biçimde hayır diyor ve gerçek isminin Pannonique olduğunu söylemiyordu. Ne Zdena’ya ne de bir başkasına.
Kadının ismini öğrenme tutkusu ile yanıp tutuşan birisi ve her ne olursa olsun ismini gizlemeye azmetmiş bir kadın elimde çok uzun süredir sürünen gizemli olamaya çalışan, aşk, merak yüklü e mailleri bir öyküde toplamam için gereken ışığı zihnimde çakıştırdı. Öyküye hazırlık olsun diye önceden karaladığım mektupların bir bölümünü seçerek, kadının yazdıklarını, erkeğin yazdıklarını ve rahibi anlatan bölümleri onlar gibi yazsam nasıl yazardım diye düşünerek elden geçirdim.
Öykü bu şekilde hayat buldu. Anlatılan olaylar gerçek mi tamamen kugu mu diye sorarım ben de kendi kendime beni içine çekebilmiş bir öykü okuduğum zaman. Önemli olan bu değil. Zaten öykümde öykü yazarını öyküsünün içine çekip alarak bu konunun önemi olmadığını vurguladım. Anlatıcı/yazar da bir an geliyor ve kendisinin bir başkasının öyküsü içinde bir kahraman olduğundan kuşkulanıyor. Sadece ve sadece öykünün içindeki yazarı tanıdığı ve kendisine ait bir bileklik anlatıcının koluna ödünç verildiği için. Sigara içme konusunda temel bir ayrılıkları olduğunu fark etmesine rağmen öykünün içinde kendisinden izler bulunması sebebiyle kendini rahip ile özdeşleştiriyor. Oysa kadın yazar şakacı birisi, oyunlar oynayıp yalanlar söylüyor.
Hikayelerde kullanılan gerçeğe yakın detayları bir çok kiş yakın çevresinden çekip ödünç alıyor. Ödünç alınan bu teferruat öykü kişilerine bir nebze olsun gerçeklik kazandırıyor, bir belki hayal ürünü bir kişiliği alıp hayatımızdan bildiğimiz bir detaya iliştirince onu daha gerçekmiş gibi algılamaya başlıyoruz.
Yalnızlığı yenme yöntemleri, yalnız kalplerin kolayca birbirine bağlanıvermeyi seçmesi ancak bağlandığı kadar da cabuk bıkıvermesi üzerine bir öyküydü uzun lafın kısası. Orijinali daha uzun blog için kısaltayım derken imanım gevredi resmen. Orijinali bir nevi “stalker” hikayesine çevrilip karakterler için karabasana dönüşüyor. Öyküyü kısaltabilmek amacı ile daha evcimen bir finale yöneltip kısa kesmeyi başarınca açıkçası derin derin bir nefes alarak şöyle güzel bir “oh”çektim. Uzun halini koyamazdım, bloglardaki çok uzun yazıları okumaya sıkılıyorum. Bu hali bile 20 word sayfası sürdü. Neyse hepimize geçmiş olsun. Zaman ayırıp öykümü okuyanlara teşekkür ederim.
İşte böyle kendimi balkonun serinliğine atınca da susmak bilmiyor klavyem.
Benimkinden beter uzayacak galiba diye endişelenirken bitti.:) Şİmdi dönüp baştan okuma zamanı. Bir iki güne kadar okur karalarım artık bir düşüncemi.:)
YanıtlaSilİtiraf etmeliyim ki ben bitirmeni bekledim. İlkini okudum ve karar verdim: Bitecek ve çıktısını alacağım. Sonra yatağa uzanıp keyifle okuyacağım. O gün yarın olmalı Vladimir:)
YanıtlaSilaynı fikirdeyim. geriye dönüp bütünlüğünü bozmadan, araya başka şeyler sokuşturmadan okumalıyım bu öyküyü. parça parça okurken bile sürekli bir geriye dönüş ihtiyacı hissediyordum zaten. zannımca böylesi daha doğru bir fikir yaratacak kafamda. en yakın zamanda :)
YanıtlaSilben de herkes gibi en başından araya başka bir şey eklemeden tekrar okumayı tercih edeceğim şu durumda. ve öyküye dair yorumlarımı ondan sonra yapacağım.
YanıtlaSilama sen bu arada bizi öyküsüz bırakma :))
p.s: bu arada kimmiş o takip ettiğin bloggerlar merak etmedim değil :))
Avram;
YanıtlaSilKısaltma için neredeyse yeniden yazdım. Daraldı ama :)
Karōshi;
YanıtlaSilBir deneme sadece, biraz da blog için elden geçti. Ama düşünceni merak ediyorum.
Mefisto;
YanıtlaSilEkranda da uzun yazıyı okumak çok zor oluyor. Ben de bazen öyle yazdırıp okyorum uzun yazıları.
Beenmaya;
YanıtlaSilSen çözmüşsündür bile şimdiden :)
Kendime bile vakit bulamadığım bir hafta oldu ve o arada güzel birşey olmuş; hikayen birikmiş :)
YanıtlaSilKimler gibi yazmaya çalıştığını bilmiyorum ancak son derece özgün buldum ben aktarımını. Birilerine benzemek değil de kurgulamak/ öyküleştirmek ve buna tarzını katmak diye yorumlayacağım izninle.
Güzeldi, keyifle okudum. Mekan-zaman aktarımındaki azlık yüzünden bazı geçişlerde kopukluklar olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de yazının aslında bir film senaryosu olarak tasarlandığı hissine kapıldım. Öyle veya değil bilmiyorum ama bu konuya çok oturttum senaryo meselesini :)
Paylaştığın için teşekkürler
epeydir sayfandayım,yazdığın hikayeyi baştan sona, kendimi vererek okudum ve gerçekten etkilendim...
YanıtlaSilbeğendim tabi hatta çok beğendim ama asıl etkilendim ve keşke benim de bir rahibim olsa ve günah çıkarabilsem dedim...
eline gönlüne sağlık...
aman be hayat;
YanıtlaSilDikkatli bir okuyucusun ve yapıcı tespitlerin var. Beğendiğine sevindim. Tespitlerin için teşekkür ederim.
Senaryo gibi tasarlandığı doğru aslında ben hiaye yazdığımda hep bir mizansen tarifi yapıyorum aslında. Bir yerin içine insanları bırakıyorum, boşlukları okuyanlar kendi hafızalarında biriktirdikleri ile dolduruyorlar. Bu öykü yazarken bilinçli yaptığım bir şey.
Kopukluklar konusunda haklısın öykünün ilk hali çok daha uzun ve finali farklı sadeleştirirken bazı kopukluklar oldu ama PC deki versiyonunu değiştirmeye başladım bile. Son hali bir süre sonra oluşmuş olur diye düşünüyorum.
Ebruli günce;
YanıtlaSilOkuduğun için teşekkür ederim, beğenmene sevindim.
Aslında hepimizin böyle içimizi dökeceği bir rahip olsa çok iyi olurdu :)
Bayağı oldu "keyifle okuyacağım" dediğimden beri. O haftasonu okudum öykünü. Bende en son noktada bıraktığı "yarım kalmışlık" hissi oldu. En son yorumlarında, kendin de hala üzerinde çalıştığını belirtmişsin. Fikir olarak beğendim. İçine girebileceğim bir öykü olacak dedim. Aylak Serseri'yle Ural'ın yazdıklarını birbirinden tamamen ayrıştırırsan sözcük seçimi ve yazım tarzı vb. olarak, aralarındaki karakter farkı da daha net çıkar ortaya gibi geliyor- ki zaten bunu yapmışsın çoğu emailde. Hazır üzerinde çalışıyorken.. belki bu noktayı da gözden geçirirsin dedim. Bana göre bu karakterler üzerinde yoğunlaşan bir öykü...
YanıtlaSilEn son halini de bekliyoruz. Aylak Serseri hastalıklı bir kişi olsa çok mu abartmış olursun acaba:)Neyse sustum:)
Sevgiler..
Karōshi;
YanıtlaSilYorumun için çok teşekkürler Öykünün imla hatalarından arındırılmış gereksiz yeser tekrarlarından arınmış bir versiyonunu eskilerinin üzerine yapıştırarak biraz değiştirdim ama dediğin gibi farklı kişilerin üslup farklılıkları tam istediğim gibi oluncaya ladar oynamaya devam edeceğim.
AYlak serseri ilk taslakta hastalıklı birisi buda öyküye gerilimm katoyordu ama onda da bitmemişlik vardı sanırım biraz daha üzerinde çalışmam lazım.. Yolsa bu hali ile fazla bunaltıcı fazla uzamış bir öykü bazı yerlerin netleşmesi ve okunulduğuna değecek bir olay örgüsü üstüne oturtmam lazım..
Teşekkürler.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil