5 Haziran 2011 Pazar

Geceye Mektuplar - 4 - Senin Adın Ne?

Merhaba,

Seni hediyesiz bırakır mıyım serserim benim. Adımla başlayalım evvela. Ben Ural. Bundan sonra bana adımla seslenebilirsin. Soyadımı da söyleyeyim istersen, Sonaerdi. Beni sanal ortamdan çıkartıp senin dimağında ayaklarımın yere basmasına yardım edecek ekstra bilgiyi de bu vesile ile ilerleyen zamanlarda seninle paylaşacağıma söz veririm. Benden bir adım. Şimdi senden gelecek adımı bekliyorum. Senin adın ne? Söyleyecek misin?

Sevgiler

U.S.

Merhaba,

Ural. Güzel isim. Beğendim. Birisi ile tanıştığımda hep isminin anlamının ne olduğunu araştırırım, burcunu öğrenir ona da bakarım. Arada yıldız uyuşmazlığı varsa uzaklaşırım ondan. Yıldız uyuşmazlıkları ile ömrümü boşuna törpüleyemem bir tanem, anlatabiliyor muyum? İsim de çok önemli. Gerçek benliğimize açılan kapılar onlar. Biz aslında isimsiz de gayet güzel idare ediyorduk. Beni uykulardan mahrum bırakan ama uykusuzluğuma değen harika paylaşımlarımız oldu. Acaba senden sana dair bilgileri isterken fazla mı tamahkar oldum diye vesvese ediyorum; adını, mesleğini, medeni durumunu soran mektubumdan beri. Şimdi adını öğrendim ya, sanki aramızdaki mesafe biraz daha uzadı, ayakların yere basmaya başlayınca sakınılası biri gibi oldun benim için. Korkum şundan:. Ben meraklı bir insanım, tabiatım böyle. Bana verdiğin isim gerçekse, bu temel bilgiler beni durdurmaz. Aksine kışkırtır. Bir şey itiraf edeyim seni çok merak ediyordum zaten, bilgisayarının bıraktığı izler de bilgisayarımda duruyor en başından beri. Kendi bilgisayarından kim bilir hangi internet sitelerine girip, nerelere hangi abonelikleri yaptırmışsındır. Arkanda bıraktığın bütün izleri bir bir toplayacağımdan emin olabilirsin. Kendime mani olmak isterdim ama olamayacağımı biliyorum. İsmin gerçekse seninle ilgili olarak belki de benimle paylaşmaya hazır olmadığından da fazlasını kısa süre içinde öğreneceğim. İşte sırf bu yüzden zaten, yani kendin ile ilgili olanların tamamını ele vermek istemediğim için sana kendi adımı söylemekten kaçındım durdum. İsmin sahte ise korkulacak fazla bir şey yok bir müddetliğine. En azından benim doymak bilmeyen merakım aramıza engel olarak girmeyecektir. Gel gör ki bu defa da yalan söylediğin için de senden nefret etmeye başlayabilirim. Arkasından da sorular gelir zaten, eğer bana yalan söylediysen. Bana gerçek ismini vermekten kaçınan bunun yerine sanki gerçekmiş süsü vererek başka isim kullanan birinin daha önce neleri yalan söylediğinin izini sürer bundan sonra bir dediğine bile kolay inanamam. İsmini istemem hataydı. İsmini vermen, ismin doğru da olsa yanlış da olsa bu güzel ilişkiyi zedeleyecek.

Yaptığım kısacık bir araştırmadan güzel ismin Ural’ın anlamını öğrendim. “Aydınlık gece” anlamına geliyor. Güzelmiş hakikaten. Soyadında birleşince cümle bile çıkıyor. “Aydınlık gece sona erdi.” Hmmm. Enteresan. Bana verdiğin isim gerçek mi, yalan mı bunu öğreneceğiz.

Benim ismime gelince kendimle ilgili bilgileri paylaşma konusunda sana vaatte bulunmadım. İsmimi asla söylemeyeceğimi ise kaç defa tekrarladığımı hatırlamıyorum

İsmimi söylemem için lütfen ısrarcı olma.

Ne tuhaf saatler geceyarısını çoktan geçti ama hala aydınlık dışarısı. Aydınlık bir gece bu.

İyi geceler Ural.


Ve rahip hepsini dinledi. Kadının anlattığı her bir sözü içercesine, yaşarcasına sindirdi. Ama ona sorması gerekenden fazlasını sormadı. Sorduğu sorular hep doğru yerlerde, doğru kişilere ve olayları aydınlatacak yerlerde geldi. Kadının içinde tuttuklarını dışına akıtmasına yararı olan sorulardı hepsi de. Sorduğunu bile fark etmiyordu kadın. Sadece odasında yalnız kaldığında, baş başa geçen anlarında neler anlattığını hatırladığında. “Bunu niye anlattım ki?” dediği zaman anlıyordu rahibin soru sormuş olduğunu. Rahibe hayranlığı büyüyordu.

Kadın rahip ile konuşmaya başlıyordu ilk cümleleri kendi itina ile seçiyor derken içinde bir şeyler oluyordu. Bir zemberek boşalmışçasına kelimeler içinden dışarıya doğru taşıyordu. Kadın yaşıyordu ve yaşadıklarını yeniden yaşarcasına anlatıyordu. Kadın rahibin en az kendisi kadar hayalperest olduğunu bilmiyordu. Rahip belki Ural’da kadının henüz fark edemediği bir detayı görüyor ama söylemiyordu. Ya da yıldız tozlarının arasında saklanan kadına dair kadına söylemeyi düşünmediği bir duygu parçasını yakalamıştı. Evet kesinlikle böyle olmuştu. Doğum günü akşamında rahip kadına bir hediye vermiş kadının çok hoşuna gitmişti. Kalabalık bir partiydi baş başa sohbet etme fırsatı yakalayamamışlardı ama bir an bahçeye çıkmıştı rahip. Kadın bunu görünce peşi sıra süzülürcesine onu takip etmişti. Adam kilo almaya eğilim gösteren erkeklerden olmuştu birkaç aydır. Bira göbeği diyordu kimileri buna ama kadın babasından biliyordu. Bira göbeği diye başlar ve alır başını giderdi. Bir iki seneye kalmaz çehreleri bile tanınmaz hale gelirdi.

Bahçede ismini bilmediği bir adamla en gizli duygularını paylaşmaya başladığını ama ismini öğrenince paniklediğini, kendi ismini vermeye hazır olmadığını anlatmıştı. Kadın bunları anlatırken ilk defa, yani kadın konuşurken rahip aylardır ilk kez gözlerini ondan başka yere çevirerek bahçedeki ağaçların üzerinden yıldızlarla süslü gökyüzüne bakmış, sonra yüzünü tekrar kadına çevirdiğinde, sigarasından içine derin bir befes çekmiş ve kadının yüzüne dumanı üfledikten sonra “Ya öyle mi?” demişti. Bu ilk kez oluyordu. “Ya öyle mi?” bu aslında sohbetleri bitiren, lafı adamın ağzına tıkayan ilgisizlik alameti sayılan bir ifadeydi. Sonra aralarında tuhaf bir sessizlik büyümüş, rahip elini sol kolundaki tahtadan yapılmış bilekliğine dikmiş belki daha önce bin kez baktığı ağaçtan yapılı, üzerine incecik kızılderili figürleri oyulmuş kahverengi bilekliğine sanki orada daha hiç görmediği bir desen, bir iz yakalama ihtimali kuvvetliymiş gibi odaklanmıştı. Kadın ilk kez şaşırıyordu rahibin tavrına. O da defalarca gördüğü bilekliğe bakarak “Ne güzel bileklik” demişti. Rahip “doğum günü kızısın sen bu gece” diyerek gülümsemiş, bilekliğini bir hamlede çıkararak kızın sol koluna takmış. Ardından düğümlerini ona göre ayarlayarak küçültmüştü.

Beğendin madem senin olsun

Sonra sarılmışlardı. Sanki ayrılacakmış, bir daha görüşmeyeceklermiş gibi sarılmışlardı.

Kadın damarlarında hücrelerinde, beden denilen o başına buyruk et parçasına kattığı bedeninden daha başına buyruk ruhunun derinliklerinde sarhoşluğunun büyüdüğünü hissediyordu. Gözleri kapalı, ak çarşafların üzerinde inlerken bu sarhoşluğa aşk diyordu. “Aşk bu olmalı” diyordu. Ve erkeğin dudaklarındaki tadı hatırlamaya çalışıyordu. Aşkın unutması mümkün olmayan imzasıydı bu. Dudakları aşk kokuyor, “Aşk” diyordu, aşk dile geliyordu.

Kadın bu satırları yazarken sol kolunda kahverengi tahtadan bilekliğindeki kızılderili figürleri, ay ışığında sanki tanrılara yeni bir kurban vermek istercesine, tamtamların çılgın seslerinden kendilerinden geçmiş dans ediyorlardı.

8 yorum:

  1. Hmm. Bu gerçekten en güzel bölümdü bence Vladimir. Son zamanlarda sesim çıkmıyor ama takipteyim. :)

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,

    Keyifle okudum 4. bölümü, fırsatım olur olmaz seriyi en baştan okumak istiyorum.

    YanıtlaSil
  3. D.;

    Çok teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil
  4. Aman be hayat;

    Elimdeki yazı fazla uzadı, kısaltmaya çalışıyorum, 6 ya da yedi olacak sanırım bitince okumak en iyisi olabilir :)

    YanıtlaSil
  5. Alizafersapci;

    Ben teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  6. Beenmaya;

    Gİderek enetersanlaşıyo sanıyorum ama umarım böyle sanırken baymamışımdır. KFazla uzadı yazarken kısaltırken uğraşıyorum baya :)

    YanıtlaSil

Yorumlar