30 Mart 2011 Çarşamba

Bahar Geldi Eğlen Coş

Eskiden türlü vesile ile birbirimize göndediğimiz kartpostallar vardı. Kuş, böcek, kurdelalarla süslendiği için aşırı ilgiden bunalmış kediler, sallamaktan kopacak kadar yorulmuş kuyruklu köpekler, renkleri fosforlu cevriyeye dönmüş çiçek buketleri, uyuz olduğu kadar bakana melankoli veren manzaralar, göz göze dizdize bakışan çiftler, askerler, askere el öptüren nadan bakışlı anneler, kaytan bıyıklı babalar, süslerle sarıp sarmalanıp paketlenmiş kundaklanmış bebekler, şefkatle titreşen gönüller, mahsuscuktan küsmüş gibi birbirinden gözlerini kaçıran aşıklar, dekoltede abarmış ikinci sınıf ünlüler, dekoltede bonkörlüğü tercih etmiş birinci kalitedeki aktristler, en revaçta olan pozlarını takınmış erkek film yıldızları herbiri ayrı bir mizansene oturtulup bu kartpostalların üzerine kondurulurdu. Bir de göndereceği kartın üstünde sadece resim olmasını yeterli görmeyenler için ön yüzündeki resmin kenarlarına yaldız ve pul ekilmiş olan türleri vardı. İşte ben onlardan gıcık kapar, hatta nefret ederdim. Çünkü, böyle bir kart aldığınızda bunun pulları elinizin değdiği aklınızın almadığı her yere bulaşır ve günlerce oranızdan buranızdan çıkar. İşte bu istenmeyen döküntüler bende rahat bırakmazdı. Zaten huzursuz bir çocuktum. Bu kartlara kazara elimi sürdüğümde günlerce huysuzluk çekerdim - yok ben değil düzeltiyorum - ev ahalisi çekerdi. Zavallıcıklar.

Bayram, seyran, yılbaşı, doğum günü der türlü vesile ile kartlardan birer tane seçer birbirimize postalardık. Posta kutusundan çıkan kartları açıp arkalarını okumak da hayli keyif verici olurdu genelde. Her ne kadar kartların arkasında yazılı olanlar da önündekiler kadar klişeden ibaret olsa da insanın insana haber yollayışının heyecanı bir anlığına gelir titretirdi bam telimizi. Sadece kartın hitap ettiği kişiye bir çift kelam edilmekle kalınmaz, alıcının kıyısındakiler olsun köşesindekiler olsun asla unutulmazdı. Büyüklerin değerli ellerinden saygı ile, küçümenlerin gözlerinden hasretle öpülürdü.

Zamanında bana gelen ya da alıp göndermediğim kıyıda kalmış kartpostalları atmayıp saklamak varmış. Şimdi sahaflarda gördüm müydü, içimde ciğerimin sol köşesindeki bir yer, koordinatlarından tam emin olamasam da hazin bir biçimde "cız" ediyor. Dayanamayıp eskiden burun kıvırdığım kartları satın almaya kalkışıyorum seneler sonra. Sadece kendi derinlerimde kopan cızırtının hatırına.

Kartpostal olur da şarkısı olmaz mı? O devrin resimlerine etse etse o dönemin şarkıları, ve o şarkıların cızırtıları eşlik eder değil mi? Malumunuz Parla Şenol zamanının çocuk yıldızlarından biri, hem filmleri hem de sesi ile taht kurmuş hayranlarının gönlünde. Hal böyle olunca eminim ki çok sayıda kartpostal satıcısının da yüzünü güldürmüştür o sıralar. Plağın üstündeki yazıya bakacak olursak güfte ve musikisi Sayın Armağan Şenol'a ait olduğu iddia edilen bir eser ile karşıyayız. Sözleri bilemeyeceğim, başka yerde duysam hatırlardım zaar. Mamafih müziği düpedüz, dahası fena halde başka yerlerden aşina geliyor bana. Parla Şenol kadife gibi güzel sesi ile bu blogun değerli okuyucuları için söylüyor: "Babidi Bibidu" isimli bir kez dinlendiğinde unutmakta bocalayacağınız eserini.



Şarkıyı dinlerken, boş durmayalım. Dün bir sahaftan edindiğim; bahar geldi eğlen coş, nazlı yarim benimle kırlarda koş kıvamında, fotoroman karesi kararlılığında naif mi değil mi ona karar veremediğim aşağıdaki kartpostalda hep beraber göz gezdirelim var mısınız?



Her iki genç de altmışlı yıllar sonu mu desem yetmişler başı mı desem o dönemi yansıtan şık şıkırdım giysileri ile adeta birbirleri ile şıklık yarışı eder gibiler. Kıyafet hususunda aşık atmaya çalışan bu iki aşık, kırlarda kimin daha hızlı koşacağı konusunda da ayrı bir yarışın heyecanını taşır gibiler adeta. Suyun bir yanından öbür yanına zarif ama doğal demekten doğal olarak beni alıkoyan, doğal ötesi bir tavır içinde sıçrarken artık çiçeklerini vermiş olan erik ağacı onların ölümsüz aşkını neşeyle selamlıyor sanki. Kuş cıvıltılarının melodik bir ahenk içinde su şırıltılarına karışışışını duyuvereceğiz neredeyse değil mi? İşte bu mutluluk sarhoşluğunu hiçbir martininin bende yaratacağı sarhoşluğa, isterse istediği kadar çalkalanmış ama karıştırılmamış olsun asla ve asla değişmem. Eminim James Bond gelse o da değişmezdi.

5 yorum:

  1. Hah haaa, Vladimir hangi küflü bohçadan bulup çıkardın bu şarkıyı ya. İyi bilirim bu abuklamayı, sözler de Parlamız Şenolumuzun babasına ait. Baba beyin bir de bizzat söylediği Yayla Kızı adında, "Kavuştum yine baharla sürüme" diye başlayıp nakaratında "Pırpırpır leeeeyi" şeklinde kanat sesleri taklit eden pastoral sanat harikası vardır, internetten arayınız:))
    Kartpostala gelince, efenim o kıyafetler 70 li yılların sonlarına aittir, tecrübeyle sabittir (Leylak bilir, yaşını karıştırma:) Yalnız arkadaki ağacın erik olduğundan şüpheliyim, çiçeklerin büyüklüğü, pempeliği ve de çiftimizin yazlık kıyafetlere geçiş yapmış olması hasebiyle şeftali olduğu kanaatindeyim. Bu kadar bilimsel ve detaylı yorumu da zor bulursun:))) Hakkı Devrim'i geçtim yahu:))

    YanıtlaSil
  2. Bak işte, benim çöpçü olacağım daha cücükken belliymiş. saklıyorum o kartpostalların bir çoğunu. hatta dur ben bundan bi post çıkarırım gibi geliyor:)

    YanıtlaSil
  3. Leylak Dalı;

    Valla bu plak evdeydi, epeydir de aklımdaydı. Kartpostal sebep oldu.

    O şarkıyı bilmiyorum ama bu babidunun arka yüzünde "Dam üstünde saksağan" derler deli saçması bir şey var.

    Sam üstünde saksağan vur beline kazmayLAN diye nakaratlamışlar.


    Ağaçlar konusundaki yorumu ağzım açık dinledim, okudum ben onu zaten kafadan atmıştım. meyva verene kadar ağcaın ne ağacı olduğunu anlayamayanlardanım ben..

    Takdir ettim üstadım :)))

    YanıtlaSil
  4. Kırmızı Çizmeli kedi;

    Kart postallı yazını merakla, heyecanla bekliyorum. :)

    YanıtlaSil
  5. vladimir, ben o pullu, yaldızlı kartpostalları çok severdim, hatta elime dökülenleri göz kapaklarıma sürer aynaya bakardım keyifle. en çok da yılbaşı kartlarında olurdu o pullar, karların çam ağaçlarının üstünde:)

    ne güzel yazı ama bu yaa!

    YanıtlaSil

Yorumlar