31 Mart 2011 Perşembe
Hayat Çok Garip Ya da Kim Bu Figen?
30 Mart 2011 Çarşamba
Bahar Geldi Eğlen Coş
Dünyanın İlk Bıyığı
29 Mart 2011 Salı
Takma Kafana Bunları
Şarkılar; Her Telden
28 Mart 2011 Pazartesi
Yasaklı Kül Tablaları
27 Mart 2011 Pazar
Her Bir Şeyi Bilen Amanda
26 Mart 2011 Cumartesi
Kitap Hırsızı
25 Mart 2011 Cuma
Denizlerdeki Tehlike: Sharktopus !!!
24 Mart 2011 Perşembe
Sitres Değil Stres
Menekşe Gözlü Kadın
23 Mart 2011 Çarşamba
Kahlo Bıyığı
22 Mart 2011 Salı
Aziz Luis Rey Köprüsü
21 Mart 2011 Pazartesi
Yatılının Yolculuğu
20 Mart 2011 Pazar
Sakızdaki Tehlike
19 Mart 2011 Cumartesi
My Son My Son What Have You Done
18 Mart 2011 Cuma
Lynch Sinemasına Dair Minik Bir İki Detay
16 Mart 2011 Çarşamba
Bıyıklara Veda
Pusu
15 Mart 2011 Salı
Masal Masal Matitas
Kolay kolay yıkılmam
Her defasında kaybetsem
Yine de hiç üzülmem
Aslında bu kadar da kırılgan değildim
Kendi yaptığım düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım, bir yokmuşum
Sen bana imkanlar sundun
Ben bunu kabul edemem
Şimdiye kadar yalnızdım
Öyle pat diye değiştiremem
Aslında bu kadar da kırılgan değildim
Kendi yaptığım düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım, bir yokmuşum
Korkarsam sakince ıslık çalarım
Ben susmam sende susma ki korkmayalım
malesef az sonra gitmem lazım
Huyum böyle aynı yerde hiç kalmamışım
Bir varmışım bir yokmuşum….
Biraz da Bir Kaç Güzel Kelime
14 Mart 2011 Pazartesi
Zehra ile Ömer
Üçüncü kattaki dairemin sokağa bakan salonu serin oluyordu. İçeride oturup saatlerce yazıyordum. Akşamüstleri, arada balkona çıkıp çay içiyor, o güm yazdıklarımı okurken, sokaktan gelen sesleri dinliyordum. Sokak gündüzleri başka, akşamları başka türlü cıvıl cıvıldı. Karşıdaki apartmanın üçüncü katında sevimli bir aile oturuyordu. İki çocukları vardı sekiz, bilemedin dokuz yaşlarında bir kız Zehra ile ondan daha küçük bir erkek çocuğu Ömer. Öğle saatlerinde iki kardeş el ele tutuşarak bakkala gider ufak tefek nevale; yoğurt, ekmek ya da sigara alırlardı. Bir gün bakkalda gördüm onları her ikisine birer gofret satın alıp verdim. Çıkışta anneleri balkondan gördü ellerindeki gofreti.
- "Zehra kızım nerden buldun o elindekini?"
- "Bu amca aldı anne."
- "Teşekkür ettiniz mi kızım?"
- "Hıııı.. evet."
-
Apartmanın cümle kapısından geçerek yürüdüler el ele. Arada gördüğümde isimleriyle seslendim. Sonra çiklet, leblebi şekeri verdim birkaç kez. Sevimli ve utangaç iki kardeştiler.
Bir gün erken çıktım balkona. Karşı evin üçüncü katındaki balkonda Ömer ile Zehra yere serilmiş bir kilimin üzerinde uslu uslu oynuyorlardı. Balkon kapısı açıktı, perde dalgalanıyor içeriden kadın gülüşmeleri geliyordu. Böyleydi mahallenin kadınları her gün içlerinden birinin evinde toplanıp laflarlardı. Sokağımız o kadar dardı ki, havalar ısınıp camlar açıldı mı, karşı dairelerden gelen konuşmaları net biçimde duymamak imkansızdı. Bazen bir fısıltı bile oyunbaz bir yelin önüne takılır kulaktan kulağa sürüklenirdi.
Zehra’nın bez bebeği, Ömer’in yeşil renkli tavşanı ikisini de oyalamaya yetiyordu. Balkonun yan tarafına asılarak dışarıya sallandırılmış çamaşırlar yazın esen tatlı rüzgarda neşeleniyorlardı. Rüzgarda sallanan çamaşırların resmini çekmek geçti aklımdan. Emektar fotoğraf makinamı almaya içeriye girdim. Resmi çekilecek bir şey gördüm mü eğer evdeysem en az on dakika onu aramam gerekiyordu. Asla son bıraktığım yerde bulamıyordum. Sanki görünmez, şakacı bir el her seferinde beni şaşırtmak için yerini değiştiriyordu. Makinayı bulmamdan bir kaç saniye önce vazgeçmek üzereydim. Aniden tişört yığınının arasından fotoğraf makinasının kahverengi kılıfının kenarını gördüm.
Balkona çıktığımda karşı evin balkonunda tek başına oturan Ömer'i gördüm. Gözleri irileşmiş ağzı koskocaman açılmış, dudak uçları aşağıya doğru bükülmüş, bir parmağı çenesinde hareketsiz duruyordu. Annesi seslendi o anda:
- "Ömer, Zehra!! Ne oldu yavrum?"
Küçük çocuk usulca kalkarak balkon kapısına yaklaştı.
- "Abla gitmiş" dedi
Sanki hızlı çekilmiş bir filmi normal bir hızla izler gibi bakışlarım karşı dairenin balkonuna asılı kalmış büyülenmiş izliyordum. Devinen her şey normalden defalarca yavaş biçimde ilerliyor, ancak onca yavaşlığa karşın izlediklerim düşünmeme fırsat bile vermiyordu.
- "Ne demek abla gitmiş" diye tekrarladı telaşlı bir kadın. Bir diğeri balkona çıkıp aşağıya baktı.O anda ben de aşağıya baktım. Zehra'nın ufacık bedeni, pembe elbisesi içinde üç kat aşağıda minik elinde bırakmadığı yeşil renkli tavşan ile yatıyordu. Çığlıklar ve merdivenlerden aşağıya koşarak inen kadın sesleri duydum sonra. Kadınlar aşağıdaydı. Anne kızının hareketsiz bedenini bağrına basmış, "Kızım, kızım, Zehram" sözlerini tekrarlıyordu.
Yaşlı komşum herşeyi izlemiş: Ablası Ömer'e kızmış, tavşanı elinden alıp fırlatmış. Oyuncak çamaşırlara takılmış. Kardeşi üzülünce Zehra uzanıp oyuncağı kurtarmak istemiş. Tavşanı tam eline aldığında dengesini yitirip aşağıya düşmüş. Bütün bunlar saniyeler sürmüş.
Ömer'in "abla gitmiş" deyişi uzun yıllar boyunca aklımdan çıkmadı. Aile o evden cenazeyi takip eden günlerde taşındı. Kısa bir süre sonra ben de ayrıldım o mahalleden. Arada bazı geceler rüyamın ortasında duyarım "abla gitmiş" sözlerini. Ömer'i düşünürüm o zaman. Ne yaptı acaba? Çocuk sırtının taşıyamayacağı kadar büyük olan bu yük ile ne oldu ona?