16 Ekim 2011 Pazar

Vladimir'e Mektuplar - 9

Sevgili Vladimir!

Dünyada iyi kedi resmi çeken fotoğrafçılarından bir tanesi olan Hans Silvester -Yunanistanda yaşıyor - da kedi resmi çekmenin çok zor ve sabır istediğini söylüyor. Ben de onları fotoğraflamayı sevdiğim için onca para verip bir teleobjektif almış olsamda son derece zor resimlemek. Gelelim sokak kedilerine; Bence en güzel en candan ve en iyi huylularıdır. Senin fotoğrafladığın sarmandan bir tanede benim ofisin kapısında var ama garibim şaşı. Zor mama yiyiyor. Ofisin kapısında herkese bir mama kabı var zaten. Al sana bir mahalle delisi daha. Bir de deli hikayesi; Yıllar öncedir ve Ali evlidir. Fakat eşinin kedilerle hiç mi hiç arası yoktur. Ali bu ufak tefek kızın yüreğini kediler için yumuşatmak adına çöp kutularından aldığı kirloşları -bak ne güzel garibim- diyerek şirinlik yapar hep. Bir gün apartmanın girişindeki çöp konteynırının önünden geçerken kutudan gece vakti bir kirloş fırlar ama eşi çok korkup bayılır. Ali tüm çabalarına tekrar başlar ve yıllar yılı yılmadan ona kedileri sevdirmek adına türlü şirinlikler yapar. Olmaz da olmaz. Bir gün yolun kenarında duran bir küpün içinden el kadar bir siyah beyaz fırlar. Ali avucunun içine aldığı bu el kadar kedi yavrusunu eşinin yanına getirir. Kız parmağının ucuyla dokunur Benek adını verdikleri kediye. Artık evde herşey 3 canlıya göredir. Beneğin gelişinden kısa bir süre sonra Benek ve ufak tefek kız giderler bir daha dönmemek üzere. Giden artık bir kediseverdir. Kalan ise sokak kedileri gibi yalnız, güvensiz ve ürkektir.. Sokak kedileri ise hep böyledir.. Tedirgindir... Sevgilerim ile.

Güney sahilimizin güzide tatil merkezlerinden birinde beş yıldızlı bir otelde çalışıyordum yıllarrrr önce. Sabah kahvaltılarını dördüncü kattaki restaurantlarımızdan birinde verirdik. Civarın tüm kedileri otel güvenliğini aşıp tesise girmenin ve hatta merdivenlerde kimseye rastlamadan dördüncü kata çıkmanın yolunu bilirlerdi. Salonda hemen üç masadan birinin altında bir kedi, afiyetle müşteriler tarafından önlerine uzatılmış şarküteri ürünlerini mideye indirmekte olurlardı. Nasıl besili, nasıl kocamanlardı, anlatılamaz :) Kahvaltı sonrası terasta güneşe yayılır gelene geçene göbeklerini kaşıtırlardı üstelik :)))



Sevgili Vladimir ! Bendeki bir yaraya parmak basmışsın ki sorma gitsin. Türkiyenin bu ilçesinde onlar efendi biz köle durumunda yaşıyoruz. Apartmanlarda 6 ingiliz aileye arşılık 1 ya a 2 Türk aile var. Osmanlıya ve Cumhuriyet tarihine bakın en büyük ararı bu ingiliz milleti vermiş. Ortadoğuda akdenizde egede, ki türkiyenin sorunlarının sebebi bu millet. Lübnan, beyrut, musul, kıbrıs, 12 adalar problemlerinin altında bu kavmin yaptıkları yatıyor. Burada görüyoruz; bunların köylüsü bile emperyalist, sömürgeci mantığa sahip. Arkadaşın teki apartmanında bir ingiliz kendini yönetici ilan etmiş illegal para topluyor. Ne yapıyorsun diye sorulunca Türk kat malikine "Siz azınlıktasınız" diyorlar küstahça. 1600-1700 lere kadar Fransızlar ingiliz sarayına damat verme, kız gönderme meselesinden ötürü ingiliz sarayında fransızca hakim olarak konuşuluyor. Fransızcayı anlamayan keltler ise duydukları fransızca kelimeleri kendi lisanları ile mecz edip adına ingilizce diyorlar. Bir çok dil bilimci bu görüşü paylaşırken, ingilizce fransızcanın keltçeyle metafora uğratılmış halidir derler. ******* Fransız devriminden önce bir grup ki içinde Danton, Rousseau falanda var. Tahıl borsasında üç kağıt açıp tahılı karaborsa ediyorlar. Marie Antoinette de dediğin gibi yumurta, patates ve çavdar unundan yapılan ekmek-brioche için "O zaman brioche yenilsin" diyor. Tarih boyunca bizim bu kadar aleyhimize çalışmış millete bu MHP li belediye(fethiye) toprak taşınmaz satışında Türkiyenin önde gideni... Saygı ve sevgiyle....

Ben de metin içinde kullanayım bari, daha anlaşılır olsun:)) "Birkaç bakımlı erkek arkadaş indirim saatlerinde gittikleri kahvede bir süre oklama oynayarak zaman geçirirler. Bir tanesi babasının köprüleme ameliyatından ve üzerine bahis oynadığı ahırdaşların yenilgisinden dolayı üzgündür. Onu avutmak için eve giderler. TV izlemeye başlarlar ama ana haber sunucusundan sıkılıp altın saatlerde bu da olur mu diyerek geçgeç yapar ve müzik kanalında görümsetme izleyerek yeğni biralarını içerler. Bir yandan da ruh göçü üzerine sohbet etmektedirler, lakin bu konu bir diğerinin yarım başağrısının tutmasına neden olunca dışarı çıkmaya karar verirler. Yıldırı korkusundan tenha bir yere gitmek ister ve arabanın yolbulunu ayarlayıp yol üstündeki duyurumluklara bakarak ürkü duymayacakları bir mekana doğru yol alırlar." Ayh, bu nedir yahu:)))

Bana o kadar tanıdık ki bu öykü. Her gün onlarcasına "tanık oluyorum". Türkiye "şahitler kahvesi"ni dahi görmüş bir ülke. Bilirsiniz geçmişte, böyle kahveler varmış. Profesyonel tanık haline gelmiş artık insanlar. "Bir sözümüzle adamı ipten alırız.", "Bir sözümüzle adamı ipe götürürüz." sözleri çok duyulurmuş. Şimdi kahvesi yok fakat yalancılığa devam. Bu arada dikkatimden kaçmayan bir şey de bu aralar "yalan" ile fazla haşır neşirsiniz. Hayırdır inşallah? :)

Sevgili En Hakiki, Has, Hoş, Öz Vladimir ! Ben senin bu kedi çiziktiriklerini ayrı bir seviyorum. Fakat bu arkadaşın büyük resmine bakamadım. Renkler çok güzel. Fekat pu patilerin pembeliği ve onlara dokunmak.. amanın içim bir his ve bir hoş oldu ki.. uykum mu geliyor nedir. Ben de bir kitap var, Amerikada sahibini bakışlarıyla hiptotize edip ülkeyi baştan aşağı arabayla gezen bir Siyam hakkında. Bu arkadaşların bakışları ve miyavlamaları onları seven beşer için çok tehlikeli. Yapılmayacak işler yaptırabilir. Senin siyah kediyi de görmeden sevdim. Bende de zamanında bir tane vardı. Adı Kadife idi. Fakat senin kedi isimleri ise bir başka.. Ellerine sağlık ve Sevgiyle...

Yalan tanıklığın cezası hapis, durumlara göre de kategorilendiriliyor. (Türk Ceza Kanunu m. 272) Yeterince ağır gelmeyebilir belki sana. Çünkü anladığım kadarı ile bu konuda öfkelisin. En kötüsü de kişinin, yalan yere tanıklık yaptığı gözüne bakınca anlaşılsa bile, bu tanıklığın yalan yere yapıldığı ispatlanamadığı sürece bir hükmü yok, bu tanıklık yargılamada delil teşkil ediyor. Ancak bir hakim, karşısındaki tanığın yalan mı doğru mu söylediğini daha 3., 4. cümlesinde anlıyor. Sorun bizim toplumumuzun zihniyetinde bu yüzden. Ahlak, şeref gibi kavramları yitirmeye başladık. Hatırlarsanız eskiden ticari ilişkilerde de bu böyleydi. Şu an ticari hayatın günden güne tükenmesinin bir sebebi de tacirlerin borcu olduğunu bile bile bunu ödememe yollarını, -en acısı da kanundaki boşluklardan faydalanarak- araması. Oysa ben bilirim ki yıllar önce, sözle bile borç verilirdi ve o söze dayalı olan borç günü geldiğinde ödenirdi. Biz böyle görmüştük en azından.



“Niye bulundugum yerdeyim?” diye düsünüyorum bazen, cevabi biliyorum: bu yazdiklarindan kacmak icin. Bir gün kendimi yine insanlarin icinde tutabilecek kadar güclü görürsem dönecegim. Ama sana da sunu demem gerekiyor, hala oradasin ve kendinle gurur duy ki hala güclüsün. Ben pılımı pırtımı toplayıp defoldum, Yedi yıldır yokum. Ama anlattıkların maalesef o kadar da dogru ki. İnsanin insana verdiği zararı başka hiçbir şey vermiyor. Ne demii düsünür: "İnsan insanın kurdudur"...

Offf, bankacılık günlerimi hatırladım, içie kasvet bastı. Müşteri ile genel müdürlük arasında top gibi bi o yana, bi bu yana, Allah kurtarmış beni. :)) Yok, yok Allahı karıştırmayalım, zamanı geldi emekli oldum, nokta.

Etrafta görünenleri dolaplara tıkıştırmayı temizlik yapmak sanmak gibi bir şey bu. :) Modern binalar kurumlar, ancak içeride dönen oyunlar. Türkiye halleri özeti olmuş. Bir işi de tam yapsak nasıl başka bir ülke olurdu? Güzel yazı olmuş gerçekten.

Aynı şekilde benim kedim de her sabah kuru mama tıkırtısını duymak isterdi. O tıkırtı gelmedikçe mama kabının içinde mama olsa dahi başına geçmezdi. Sanırım taze yemek gibi bir güdüleri var. :) Bir de ben onların sokakları, yolları, insanları izleyişlerine hayranım. Dikkat kesilip saatlerini bu şekilde geçirebiliyor, ardından da güzel uykularına dalıyorlar göbek üstü. Hiç aklımdan çıkarmadığım şu satırları Murathan Mungan ne güzel söylemiş; ... Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim Senin ve benim , yani bizim için...

Ben bazı yazılarımı türlü şekillerde yazıyorum. Anektod gibi görünenlerde kimi zaman diyaloglar, kimi zaman detaylar (yer/zaman), kimi zaman da kişiler ya da sonlar değişiyor. Bazen de birebir senin bahsettiğini yapıyorum. Yaşadığım bir şeyi, başkasının yaşadığı olarak yazıyorum:) Aslında bu insana özgürlük veriyor yazarken. Sanırım bloguma not düşmem lazım bunlar için. Bekliyoruz okumayı seninkileri:)

Anneannem de, rüzgâr eserken, "yapraklar ters dönünce yağmur yağar" derdi. Yaprakları ters çevirecek kadar rüzgâr estiğinde yağmur yağar demekti bu. Güzeldir böyle bilgilerle donanmış olmak.

Memleketimde kötü çeviri yüzünden heba olmuş çok kitap var! Çevirmenlerle ilgili bir program izlerken röportaj veren çevirmenlerinden birisi, “Bir çevirmen aynı zamanda iyi bir okur ve iyi bir yazar da olmalıdır” demişti. O kadar doğru ki! Çeviri öyle kolay iş değil, İngilizce biliyorum diye masa başına oturan herkes yapmamalı. Yapıyorsa da birileri hoca sen n'aptın falan demeli. Bu vesile ile sizleri çevirisinin beceriksizliği yüzünden heba olmuş nice sanat eseri için 1 dakikalık saygı duruşunda durmaya davet ediyorum. :)

Nasıl severim sakız çiğnemeyi, hemi de şakır şakır ve balon yaparak, patlatarak. bugünlerde içe doğru balon yapıp kese kağıdı patlatır gibi gürültü çıkartmayı buldum. Çok eğleniyorum. Malesef etrafımdakiler çok iğrenç buluyor:-( çiklet çok yakında mahfıma sebep olacak.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar