Sevgili Vladimir;
Bu akşam eve gelirken üzerime yürüyenleri kötü bir sürpriz bekliyordu:)) Bu özel olarak hazırladığım birşey değil kesinlikle ama oluverdi işte. Bugün benden, evime yakın yerde olması dolayısıyla, akşam eve giderken şirketin yeni yıl ajandalarını almamı istediler. Yorgun olmama, rüzgara ve soğuğa rağmen ben de gittim. Ajandaları hazırlamışlar ve büyükçe bir poşete doldurmuşlar. Tam kapanacakken gittim ve elime tutuşturuverdiler. Ağır poşetle yolda ancak yürüyebiliyordum ve üzerime doğru yürüyenlerden kesinlikle kaçabilecek bir durumum yoktu. Bana kimse çarpamadı ama kapakları sert ajandalara çarpanlar oldu:))
12 yılımı verdim bir terazi erkeğine.. eksiksiz ve yanlışsız anlatmışsınız. Allah kadınları terazi erkeğinin gazabından korusun diyorum. Ahahahah :)
Terazinin erkeği kadını diye ayrım yapmadan söylüyorum ki direkt beni anlatmışsın. Bitter çikolatadan tut da (başka çikolata var mıdır ki zaten) iyi şeylerin olacağına sonra da onların mahvolacağı inancına kadar. Bir de benim yükselenimin de terazi olduğunu eklersek tüm bunların üzerine gerisini düşünmek bile istemiyorum :)) Geçenlerde bir arkadaşla konuşuyorum kendisi ikizler ve benimle dengesiz olmaya dair aşık atıyor. Tek söylediğim “İkizlerin dengesiz olduğu zaten başından bellidir ona göre davranırsın”. Ama denge timsali terazinin aslında tam bir dengesiz olduğunu tuhaf şekillerde öğrenmek çok daha şaşırtıcıdır. Yahu en dengeli dengesiz biziz işte var mı ötesi :))
Nasıl unutulur o günler. Annemle kadınlar matinasına gider, İki çift kızarmış gözle gelirdik eve. Hala ne zaman tesadüfen bir kanalda rastgelsem, hiç durmam seyrederim o dönemin filmleri. Sadece filmi değil, çocukluğumun sihirli anlarını yeniden yaşarım.
Annem de beni küçükken götürürmüş kadınlar matinalarına, koşar dururmuşum kenarlarda. düşerdim de muhtemelen. Yerden toprak, çakıl makıl yemiş de olabilirim. Ya da bunları uyduruyor da olabilirim. Neyse, şarkı söylerken başın etrafında dönen renk renk kafalar deyince benim gözümün önüne Emel Sayın gelir. Ama o kadraja güzelim ellerini de sokmaya çalışmaktadır filan. Bir de yaşlı bir Kartal Tibet ile Hülya Koçyiğit belleri bükülmüş, bir kır kahvesinde buluşurlar her sene, "Yeter ki gel bana senede bir gün" diyerek...
Test kitaplarıma parayı zor yetiştirirken, bana orjinal kitap oku demeyin. (
Bloğuma ön ayak olan dostum.teşekkür ederim. Seni severim ben. Hani iğneyle kuyu kazar insan. O kuyu sabır ister. Tek taraflı sabır da bir şeye yaramaz bilirsin. Galiba kazandık.
Pasaport, Kordon, Bostanlı: Hayatımın(şu ana kadar tabi!) en güzel anlarını yaşadığım yerler. Ufak bir gezinti çok iyi geldi. Zira şu an hasta halimle sahile inecek gücüm yok. En iyi dileklerimle.
Şurama bir şey düğümlendi okurken. Ne yalan söyleyeyim. Ağlamaklı oldum.
Sevgili Vla, (dimir'siz daha iyi) Biz de sizleri tanımaktan mutlu olduk. Gerçekten o kedili resme dikkatle bakınca, “Bu resimde kaç kedi var?” gibi bir soru geliyor akla. Bataklık maceranız çok gülünç. Dibi bataklık olan ilk deniz Foça'da demek ki. Bunu da öğrenmiş olduk. Çok gezen mi bilir, çok yaşıyan mı derler ya, işte öyle birşey. Herşey gönlünce olsun. Hoşçakal.
“Dönmeyecek” kesinliğinde bir cumlenin sahibi olan kişi olmadıkça, meraklı sorular yürür gider zihinde..
Kısa bir an bile olsa, bir baskasının hayatının icinden gecen bir cumleye tanıklık etmek hoş bir ayrıntı. Yine de zamanı gelmiş midir acaba? Bir gidip dürtmek gerekir mi? Zihne dusuyorsa
Yazının ilk paragrafında çok tanıdık simalar görüp gülümsedim. Sonraki paragrafta iç geçirişlerim başladı ve ben ne yapıyorum diye telaşlandım. En son paragraftaysa derin bir oh çekip rahatladım. Herkes aynıymış :))
Ya çok karamsar olmuş bu yazı :( Girişi, gelişmesi o kadar güzel ki. İnsanı içine çekiyor adeta. Ama sonunda öyle bir kalakalıyorsunuz. Hani senin güneşli şarkılarla başlayan günlerin
Sayın Vladimir, Somya altı zamanları cok hosuma gitti. O zamanlar farkında degildik belki ama simdi bu bilincle o somyanın altında uyanabilsek, ne muhtesem olurdu. Ne kadar kıymetli zamanlarmıs. Cocuk olmanın butun gucu ellerimizdeyken, buyuyup yitirmisiz herseyi..
Her baslangıcta, öncelikle butun olasılıklara gozumuzu kapayıp, sonralıkla acılara gark eylemez miyiz kendimizi? O yerde kalan, artık atmayan et parcası bunu hatırlattı bana. Ama her yenilginin kazandırdıgı birsey vardır yasamda. Yoksa elimizdekinin degerini nasıl ölcebilirdik?
T-shırt amacına hizmet edememis, uzuldum ben ona. (:
Belki de o kadar cok telastayız ki dilek dilemeyi, gercek anlamda unutuyoruz.
:) Aklıma babanemin tahta evinde, kocaman bir tepsiye dizili dut yapraklarının arasındaki ipek böcekleri geldi. Üzerleri pamuk gibi yumuşacık olurdu, parmağımla dokunur severdim. Ama ayakları hep korkutucu gelirdi bana, elime hiç almamışımdır o yüzden. Babanemin tahta evi hala duruyor, evin önündeki dut ağacı da, ama artık yok ipek böcekleri. Neden bilmem...
Ben de ipek böceği beslemiştim ilk okul yılalrımda, sonunda kozadan rengarenk bir kelebek çıkacağına tombul ve renksiz bir kelebek çıkınca biraz şaşırmıştım. O günleri andım. Biz şanslıyız, birkaç tane oğlumun anaokulu bahçesinde, epeycede işyerimin arka sokaklarında dutluklar var. Fakat öyle kirli ki dutlar, eksoz dumanı ve is içinde kalmış olduklarından toz mu yiyoruz dut mu anlaşılmıyor. Hatta iki yazdır hiç yemiyorum. Ama okulda altına naylon örtü veya çarşaf serip toplanıyor ve ikindi kahvaltısında çocuklara yediriliyor. Birde okul bahçesinde mandalin ve portakal ağaçlarımız var ki onlar da kış meyvesi oluyor. Gerçi oğlum çeşitli büyüklükte yeşil mandalin ve portakaları ceplerinde biriktirmeyi seviyor ama bu bile nimet bizim için gün geçtikçe, teknoloji geliştikçe..
Detayları ön plana alıyorlar derken özellikle bahsettiğin birileri var sanırım. Benim okuyunca ilk aklıma gelen, güzel bir tepenin ortasına oturtulmuş bir kır kahvesinde manzara ve rüzgarın huzur verici etkisiyle tek dertleri Çoban Mehmet Ağa'nın kızının kocaya kaçması olan insanlar oldu. Çevremdeki insanların dertlerini düşününce bu dert bana küçük göründü ve aslında ne kadar mutlular ya da mutlu olmalılar diye düşünmeden edemedim. Belki de kendimi düşündüm o kır kahvesinde ve kendi adıma mutluluğun tarifi gibi geldi. Dertsiz, tasasız.
Ne zaman blogunuza girsem bu yazıda takılıyorum, bilmiyorum neden. Ama çok güzel yazmışsınız. Bunu söylememek sanki cümlelerin güzelliğini es geçmek gibi olacaktı, söylemek istedim. Öyle :) Sevgilerimle
Biz hüzünün bekçileri nedense hep aynı şeyi yapıyoruz .. Dünyada tadacak o kadar güzellikler var ki, bir insan yeter ki mutlu olmak istesin, etrafına bakması yeter. Ben bu yorumu yazarken doğan güneş benim için, gece olunca parlayan ay benim için, bu mevsim bu aşk benim için. Ama biz ki körükörüne bağlanmışız bir hortumla mideden, hüzünle besleniyoruz. Kopamıyoruz .
Çok hoş bir öykü, ikiz kardeşi olmak, ikizini kaybetmek, sallanan çınar dallarında akıp giden hayaller ve bir genc kızın sonu. Bu arada yaz geceleri hayalet hikayeleri anlatmak da ayrı bir zevktir de mi?
Son paragraf beni on sene önceye götürdü.. Psikiyatristlerin kapılarını aşındırdığım dönemlere. Çok güzeldi, bekliyorum başını ve sonunu. Bakalım o satırlar ne hatırlatacak?
Dolu geçen hayat ile boş geçen hayat arasında kaç kilo fark var ki??
Vladimir'e mektuplar diye etikelemişsin ama bunlar gerçekten sana yazılanlar mı yoksa senin kurgunun bir parçası mı?
YanıtlaSilBeenmaya;
YanıtlaSilBunlar sizin yazdıklarınız. Burada dört yılı devirmek üzereyim. Bir eskileri deşeyim dedim. O kadar güzel yorumlar vardı ki bu dört yıl boyunca bu seri sanırım beş gün sürecek. O güzel yorumlardan bir çırpıda seçebildiklerimi blogun içinde paylaşmak ve hatırlamak istedim. :)
Kelimesine dokunmadım, kurgu değil :)
birbirinden bağımsız yorumlar olsa da güzel birleştirmişsin aslında kafası karışık birinin birbirinden çok da alakasız olmayan konular arasında sıçrayıp durması gibi olmuş yorumlar :))
YanıtlaSilgüzel fikir :)))
Beenmaya;
YanıtlaSilBir kaç ay önce aklıma geldi konu sırasına göre seçtim, tarih sırasında hepsi. Toplam 10 tane böyle ardarda gelecek günde iki tane. Bu üsttekinde senin de iki paragrafın var. Belki hatırlamışsındır. :)
Temmuz ayında yorumların 25 inin aynı sayfada görebildiğimi farkedip eski yorumları ardarda okumaya kalkışınca bu fikir aklıma geldi. Sonrakilerde çok çok ilginç keyifli yorumlar var. İşin ilginci ben okurken bana direkt o yorumun üstünde duran yazım aklıma geliyor.. O bağlantı olmayıınca biraz daha karışık geliyordur sanırım ama, dört yılın ardından, geri dönüp bir bakmak gibi olsun istedim işte. Keşke herkes yapsa, bir çok blogda harika yorumlar görüyorum çünkü.
:)
bazı yorumlardan yazı bile çıkaran biri olarak katılıyorum :)))
YanıtlaSilve çok hoş bir fikir tekrar tebrik ediyorum :))
kendi yorumlarıma gelince direk hatırlamadım ama yabancı gelmedi valla :))
Önce 2'yi okudum, şimdi de 1'i.
YanıtlaSilNe yorum yazayım bilemedim. her bir yorum yazı konusu gibi :)
Çok güzel bir fikir.
YanıtlaSilEvrenin "yazılanı yordum"larını hatırlattı bana da.
HAyat İzlerim;
YanıtlaSil10 a kadar devam ediyor sonuncusu 16 EKim de... Blogum dördüncü yılını doldırurken bunca zamandır gelen yorumlardan biraz gelişigüzel seçmece yaptım.
Efşa;
YanıtlaSilBunlar yolu buraya yorum bırakmış blog arkadaşlarımın dört yılda bıraktıkları izlerden bazıları :)
sanki bir yorumu benim gibi hissettim.Bi şımarmak geçti içimden:)
YanıtlaSilvar mı ki acaba:)
ayrıca güzel bir çalışma olmuş.
Domatessuyu;
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. 2007 de başlayan bu seri kronolojik sıra ile günümüze geliyor. Senin de yorumların var elbette. Toplam 10 tane var bu mektuğlardan. :)