20 Ekim 2011 Perşembe

Kırmızı

Banyonun zemini ıslaktı. Çiçek desenli duvar fayanslarından ter gibi ince su çizgileri oluşuyordu. Küvetin içinde uzanmış vaziyetteyken lavabonun üzerindeki aynayı sisler arasından görebiliyordu Elenor. Ayna buharla kaplıydı. Buharın üzerinde iki tane incecik çizgi belirmişti. Çizgiler giderek büyüyordu. "Çizgiler büyüyüp tüm yüzeyi ele geçirdiğinde, ayna eskisi gibi herşeyi yansıtır hale geldiğinde ben burada olmayacağım" diye düşündü genç kız.

Küvetteki su giderek soğuyordu. Banyoya ilk girdiğinde çok korkmuştu. Küvete girerken dizleri titriyordu. Musluklarla oynayarak istediği sıcaklığı bulunca duşa vermişti suyu. Küvetin içine uzanarak suyla dolmasını beklerken sular incecik bedenine gelişigüzel çarpmıştı. Su seviyesi yükselirken banyodaki su buharı sis gibi sarıyordu etrafını. Banyo camı ve aynanın buharla kaplanacağını düşündü kız. Fayans kaplı duvarların da aynı buharla kaplandığını görünce içini tuhaf bir mutluluk sarmıştı. Babasının eve gelmesine daha çok zaman vardı. Okuldan ayrılıp doğru eve gelmişti. Oturduğu yerden buharla kaplı yüzeylerden akan ter izlerini seyrediyordu. Zayıf bedeni giderek tükenirken, kaynar su dolu küvetin içinde üşüyordu Elenor. Annesi ile beraber seyrettiği bir filmde görmüştü sıcak su içinde kesilen yerlerin canını acıtmayacağını. Filmdeki uzak doğulu adam lavaboyu kaynar suyla doldurup, ellerini yetebildiği kadar derine daldırıp bileklerinden önce birini sonra diğerini su içinde kesmiş ve öylece beklemeye koyulmuştu. Acımıyordu ama su filmdekinden de kırmızıydı.

Dudakları fısıltı ile oynadı;"Ne çok buhar?" ve "Ne kadar da kırmızı?"

İlkokula başladığı sene annesi ile babası ayrılmıştı. Annesi dünyayı geziyordu. Farklı ülkelerde çalışıyor biriktirdiği para ile görmediği yerlere uçuyordu. Gittiği her yerden onu koruması için bir bir tılsımgönderiyordu. Yaz tatillerinde annesini görebiliyordu Elenor. Beraber seyahat ettiklerinde de farklı ülkelerden birbirinden değişik tılsımlar ile geri dönüyordu babasının yanına. Halası Pelin her bir tılsımı eline alıp çok önemli bir şeye bakarmış gibi inceliyor ve arkasından dudak bükerek alaycı bir ifade ile Elenor’a bakıyordu. Bakıları “bunlar seni benim elimden kurtaracak kadar güçlü mü göreceğiz” der gibi bakıyordu. Elli yaşına merdiven dayamış kadının bakışlarındaki bu uğursuz detayı henüz çözmemişti Elenor.

Halasını seviyordu. Halasının da kendisini aynı biçimde sevdiğini düşünüyordu. Hatıralar bazen biçim değiştiriler. Hatırlarken, birden bir şey oluverir. Bildiğimiz, hep anlattığımız bir hikayenin daha önceden dikkat etmediğimiz minik bir teferruatına takıldığımızda o anın sırrını çözeriz. Birkaç ay önce genç kız da eski bi hatıranın sırrını çözmüştü. Sonra da halası ile konuşmuştu beş yaşındaki öğleden sonraya ait anı hakkında.

- Annem ile senin eve gelmiştik. Ben bahçede oynarken siz içeride kavga etmiştiniz değil mi hala?

- Yetişkinler bazen kendi aralarında kavga ederler, aralarındaki sorunları ancak böyle yaparlarsa çözebilirler benim güzel kızım.

- Ama siz daha sonra bir daha annemle hiç konuşmadınız.

- Ne demek şimdi bu?

- On yıl olmuş hala.

- Hiç fark etmedim.

- Bir daha konuşmayacak denli ne olmuş olabilir.

- Annene sor.

- Gittiğimde sorarım. Senin cevap vermediğin konuya o zaten cevap vermez.

- Biliyorsun annenle aramızda bir dil sorunu var.

- Yok, annem gayet güzel konuşur Türkçeyi.

İnsanların gözlerinin içine baktığınızda çıkan ışığa bakarak onlardan size doğru akan enerjiyi sezebilirsiniz bazen. Kadın, kendisini kapkara bir enerji kalkanının arkasına hapsetmişti konuşurken. Elenor bir gariplik seziyor, ama aralarındaki o soğuk, koyu kuvvetin adını koyamıyordu. Ama devam ettikçe daha önce dikkat etmediği ayrıntıların her biri kafasında yerli yerine oturmaya başladı. Detaylar biriktikçe bir yapbozun bir araya getirdiği parçaların içinde bir resim görmeye başlamıştı. Koyu, ürkütücü, nefret dolu bir resim.

- O gün senin evine gelirken annem saçlarımı iki yandan örüp bırakmış uçlarına da birer kırmızı kurdele bağlamıştı. Koskocaman iki kırmızı kurdele.

- Eee, ne olmuş kurdeleye?

- Behçedeki ağa.tan erik toplarken saçlarım hep dalarla takılmıştı. Siz kavga etikten sonra, eve dönerken. Annem elimden tutmuş gidiyorduk. Kurdelemin birisi,çzöülmüştü, sol yanımda saçımla birlikte sallanıyordu. Sağ örgümün kurdelesi ise düşmüştü. Bir daha bulmadık o kurdeleyi.

- Aman kurdele işte.

- O kurdeley sen sakladın değil mi hala?

- Hayır neden yapayım böyle bir şeyi?

- Sen ve o beyaz saçlı arkadaşın hep insanlara büyüler yapıyorsunuz değil mi?

- Senin aklın karışmışi annene benzeyeceksin bu gidişle.

- Sen ve arkadaşın baş başa verip fısır fısır insanların başlarına çoraplar örüyorsunuz hala. Bunu hisediyorum.

- Saçmaladığının farkındasın değil mi?

- Hala sen bana ait bir eşya ile, bana yılalrdır büyüler yapıyorsun.

- Elenor saçmalama, banan duyöasın çok sinirlenir. İftira ediyorsun bana nankör kız.

- Annem de anlamıştı değil mi? Yıllardır yüzlerce tılsımla beni korumaya çalışıyordu senin büyülerinden.

Pelin kızın söyledikleri karşısında sakin, duygusuz bir ifade ile oturmaya çalışıyor ama konuştuğu zaman yüzüne suçüstü yakalanmış çocuklarınki gibi bir ifade bir görünüp bir kayboluyordu. “Nasıl anladı, nerede hata yaptım?” diye kendi kendine soruyordu içinden.

O gün Elenor’un sağlıklı geçirdiği son gün oldu. Pelin yeğeninin boşboğazlık edip onu ele vermesine izin veremezdi. Konuşmaya bir başlarsa, yıllardır insanların kaderlerine yaptığı minik müdahalaleler birer birer ortaya çıkabilirdi. İnsanların gözlerini bağlamıştı ama şüphe tohumu bir kez ekildi mi çabuk boy atardı. Arkadaşı ile buluştu hemen. Eski İzmir’de avlusu olan bir eski evde yaşıyordu Fatih. Kapıyı açınca içeriye kayarcasına girdi kadın. Hazırlıkları yarım saat kadar sürdü. Daha önce yapmadıkları bir ritüeldi. Hazırladıkları nesneyi kadının cebinde getirdiği bir zarftan çıkardığı kırmızı kurdele ile bağladıktan sonra, avludaki eski kuyuya attılar.

- Su var mı bunun dibinde?

- Sen hiç merak etme Pelin, gerisini su ve zaman halledecek.

Takip eden haftalarda Pelin bir gün hasta bir gün iyiydi. Doktor önemli bir şey olmadığını söylemişti. Akşamları ateşi çıkıyor, başı dönüyor, iştahsızlık çekiyordu ve çok halsizdi. Pelin aralarında bir şey olmamış gibi evlerine girip çıkıyordu. Bir gün yakın arkadaşı ile okuldan kaçarak İzmir’in tanınmış büyücülerinden Pasaklı Nursen’e gittiler. Kadın Elenor kapıdan girdiği anda anlamıştı olanları. Evin içi darmadağınıktı ve çok pis kokuyordu. “Kızım sen tehlikedesin” deyinceye kadar yanındaki arkadaşı işin gırgırındaydı. Yaşlı kadının konuşma biçimi sorunun gerçekten ciddi olduğu anlamına geliyordu. Arkadaşı Filiz kadın konuştukça suskunlaştı korku ile oturduğu divanın köşesine büzüldü.

“Senden aldıkları, sana ait bir kumaş parçası ile sabun büyüsü yapmışlar sana. Sabun eridiğinde sen öleceksin evladım. Ya da akıl sağlığın tamamen kötüye gidecek, yaşayan bir ölüye döneceksin. Yapman gereken tek şey o sabunu erimeden bulmak ve etrafındaki sana ait kumaşı çekip alarak akar suda hiçbir sabun izi kalmayana kadar durulamak. Bir kuyunun dibinde yatıyor. Çok karanlık.Bunu yapan kişi çok güçlü bir ilme sahip”

Nursen’den dönüdükten sonra halası ile konuşmayı denemiş, ama kadının kireçten duvara dönüşmüş yüzünün direnci ile karşılaşmıştı genç kız. Babası ise asla halası hakkında iyi ya da kötü konuşmazdı kızı ile. Bu da bir büyü olmalı diye düşünüyordu Elenor.

Ömrü boyunca büyülere maruz kalmıştı, hayatı halasının oyuncağına dönmüştü. Direnmenin yararı olmayacağı hükmüne varması kolay oldu. O sabunun erimesiyle sona erecek bir hayatı yaşıyordu. Sabunu bekleyeceğine, kendisi de son verebilirdi her şeye.

Okuldan erken döndü eve, küveti sıcak su ile doldurdu ve elinde bir jiletle suyun içine uzandı. Bileklerini keserken canı hiç yanmamıştı. “Ne çok kan, ne kadar kırmızı” diye düşünüyordu yattığı yerde. Giderek soluyordu, buhar içindeki banyo giderek genç kızdan uzaklaşıyordu.

Pelin, bir sokak ötedeki evinde kendisini ziyarete gelmiş arkadaşına, demek Filiz’de koskocaman bir genç kız oluyor artık..Demek doğum günü üç ay sonra” diyordu. Gözlerini en sevimli haliyle kırpıştırıyor, kırmızı renkli meyve çayından minik minik yudumlar alıyordu.







Kırmızı: Kolaj ve en ortadaki yüz resmi - D.M.



Hatırlamak için;

9 yorum:

  1. • Detaylar biriktikçe bir yapbozun bir araya getirdiği parçaların içinde bir resim görmeye başlamıştı : Yapboz tabiri klişe olmuş,bence.
    • Bakıları “bunlar seni benim elimden kurtaracak kadar güçlü mü göreceğiz” der gibi bakıyordu : Bakı(ş)ları…bakıyordu (!)
    • Annem ile senin eve gelmiştik. : senin eve değil de sana olsa…
    • Yetişkinler bazen kendi aralarında kavga ederler, aralarındaki sorunları ancak böyle yaparlarsa çözebilirler benim güzel kızım. : Virgüle kadar olan ilk cümle ile sonraki tarz olarak birbirine ters gibi. Yani, hala, ilk cümlede modern, çocuk psikolojisinden anlar tarzda bir cümle kuruyor ama ardından “ancak böyle kavga yaparlarsa çözebilirler” diyor, ikinci cümle hiç olmasa daha iyiydi bence :) bir de Elenor 15 yaşında, çocuktan biraz büyük:)
    • Bir daha konuşmayacak denli ne olmuş olabilir. : Soru işareti isterim :)
    • Sen ve arkadaşın baş başa verip fısır fısır insanların başlarına çoraplar örüyorsunuz hala. Bunu hisediyorum. : “hissetmek” değil de başak bir kelime olsaydı, fark etmek anlamı daha çok olan bir kelime…
    • Pelin aralarında bir şey olmamış gibi evlerine girip çıkıyordu. : “evlerine” çoğul, halasının evine değil miydi?
    • Neyse, gerisini sen düzeltirsin, çalakalem yazmışsın gene:)

    Not :Bu yorumu yayınlamana gerek yok, zira sen hikâyenin üstünden geçtiğinde hepsini göreceksin zaten.

    YanıtlaSil
  2. Vladimir hikayen tam hikaye. İçinde bir dünya var. Ne zaman kitabın çıkıyor? Çok çok ama çok kıskandım. Ama nazarım değmez ;)

    YanıtlaSil
  3. N. Narda;

    Çok haklısın çalakalem yazıp sonra bir çırğıda yerleştiriyorum buraya. Sonra dönüp baktığımda görüyorum ya da sen görmüş oluyorsun. Ama çok teşekkür ederim. Çok dikkatli okuyorsun. Sanırım gözlüğümü takmaya alışmanın tam zamanı... :) Sevgiler.

    YanıtlaSil
  4. Ne Yazdı Ne Yazamadı;

    Teşekkürler :) Buraya yazdığım öyküler fazlası ile çalakalem ve başına buyruk öyküler. Renkler serisinde ilk kez korkuyu deniyorum.

    Blog dışında yazdığım öykülerden bir dosya oluşturup bi rçok yere gönderdim ama henüz ses çıkmadığına göre zaten umudum yok. 2010 Eylül ayındanberi çevirmenlik yapmak için yaptığım başvurulara da yanıt çıkmamıştı zaten. Sanırım o çemberin içine adım atmam imkansız :)...

    Öykülere gelince yayınlansın ya da yayınlanmasın yazmaya deavm edeceğim elbette. Romanımı da bir taraftan ilerletiyorum. Yazığ silip yeniden yazıp bir şeyleri sindirip yeniden yeniden oluşturmaya çalışıyorum.

    Kıskanma lütfen, hepimizin birbirimizin desteğine ihtiyacı var.

    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  5. öncelikle söyleyeyim yorumum yazına değil yorumuna:D hikayeni okumadım, çünkü tembelin tekiyim (boğa) uzun yazıları okuyamam, ama yorumunda yazdığın "o çemberin içine adım atmam mümkün değil" cümlene gelince, zamanı gelince orda olacaksın!

    YanıtlaSil
  6. Vladimir, geçen gün de düşünüyordum, şimdi de sırası gelmişken sorayım, hangi dilden çeviri yapmak istiyorsun? Ve gerçekten istiyor musun? Çok çalışma ve az para olduğundan haberin var değil mi? Ben dört ay geceli gündüzlü çalıştım, onsekizinci yüzyıl romanı çevirdim neredeyse beşyüz sayfa ve aldığım para 3000 tl den biraz daha az. İngilizceler daha da azmış, ne kadar olduğunu sormadım. O kadar çok istiyorsan, sana benim çalıştığım yayınevine başvurmanı önerebilirim. Bir deneme çevirisi verirler. Bu kadar istekli olduğuna göre onu savsaklamazsın, onlar da beğenir, olur o iş. Bana şimdi Sefiller'i önerdiler reddettim mesela. Gözüm yemedi. İlgileniyorsan bana bir mail adresi yolla sana hemen yayınevinin adını telefonunu filan vereyim. Ödemeleri de aksatmıyorlar. Teslim ettikten bir hafta sonra aldım trink diye. Banka hesabıma.

    YanıtlaSil
  7. ayrıca guguk kuşu iyi demiş. ne demek o çemberin içine girmem imkansız? herşeyi doğru yapmakta diretirsen ( ki şu söylediklerin onu gösteriyor) bir gün de bakmışsın içindesin o çemberin. Eskiden sanırdım ki, bundan on yıl önce filan, önce yayınlanırsın sonra yazar olursun, şimdi bu konuyla ilgili okuduğum onca şeyden sonra bunun tam tersi olduğunu anlıyorum: önce yazar oluyorsun sonra yayınlanıyorsun. Sen yazar olmaya ve gittikçe daha da güzel yazmaya çalışmaya devam et yeter, bir gün nasılsa yayınlanırsın.

    YanıtlaSil
  8. Guguk kuşu;

    Son bir yıl beni karamsar mı yaptı acaba bilmiyorum, belki de zamanı gelmedi emind eğilim.

    YanıtlaSil
  9. Ne yazdı ne yazamadı.

    Yazma konusunda elimden geleni yapıyorum. Blogda yayınladıklarım anlık bir çırğıda yazılmış şeyler, üzerinde durup derinleştirdiğim, kendime ait farklı bir dil oluşturmayı denediğim öykülerim var Ayrıca okuyucusuna okurken farklı bir okuma deneyimi sunmak için uzun süredir kendimi paraaldığım bir roman eskizim var. Acımasızca kesip kesip atıyorum yazdıklarımı sonra yeniden yeniden yazıyorum. Yazmaktan keyif alıyorum.

    Yazar olma kosundaki sözlerin çok güzel. Ben de aynen çyle düşünüyormuşum yazdıklarını okuyunca bunu farkettim.

    Ben ingilizce bir metni türkçeye çevirmeyi çok isterim. Maddi olarak getirisi önemli değil. Adres belli olsun derler ya o hesap benimkisi. Yapacak bir işim yok. Çevriri telaşı içinde, bir deadline ile çalışmayı çok istiyorum. Bir de ingilizceden türkçeye çalakalem yapılmış çevirileri gördükçe deli oluyorum. İngilizce müthiş yönleri olan çok zengin bir dil. Öyle kelimeler görüyorum ki bazı kitapları okurken, olamaz, bu kelime için adam sözlüğe bile bakmamış uydurduğunu düşündüğü kelimeyi atmış resmen. Bir de yaşayan bir dil sürekli gelişiyor. İngilizceden çeviren iyi çevirmen sayısı çok az. Farklı nedenleri vardır mutlaka. Adımı çevirmen olarak bir kitabın sayfaları içinde görebilmek en büyük hayallerimden bir tanesi.

    YanıtlaSil

Yorumlar