31 Ekim 2011 Pazartesi
Brezilya Denildiğinde...
Gözleri Parlayan Kedi
28 Ekim 2011 Cuma
Uykusuz
27 Ekim 2011 Perşembe
Dikkat Eşek Çıkabilir
23 Ekim 2011 Pazar
Önlemler
22 Ekim 2011 Cumartesi
Tarot Kartlarının Sırrı
21 Ekim 2011 Cuma
İstemeden...
20 Ekim 2011 Perşembe
Kırmızı
İlkokula başladığı sene annesi ile babası ayrılmıştı. Annesi dünyayı geziyordu. Farklı ülkelerde çalışıyor biriktirdiği para ile görmediği yerlere uçuyordu. Gittiği her yerden onu koruması için bir bir tılsımgönderiyordu. Yaz tatillerinde annesini görebiliyordu Elenor. Beraber seyahat ettiklerinde de farklı ülkelerden birbirinden değişik tılsımlar ile geri dönüyordu babasının yanına. Halası Pelin her bir tılsımı eline alıp çok önemli bir şeye bakarmış gibi inceliyor ve arkasından dudak bükerek alaycı bir ifade ile Elenor’a bakıyordu. Bakıları “bunlar seni benim elimden kurtaracak kadar güçlü mü göreceğiz” der gibi bakıyordu. Elli yaşına merdiven dayamış kadının bakışlarındaki bu uğursuz detayı henüz çözmemişti Elenor.
Halasını seviyordu. Halasının da kendisini aynı biçimde sevdiğini düşünüyordu. Hatıralar bazen biçim değiştiriler. Hatırlarken, birden bir şey oluverir. Bildiğimiz, hep anlattığımız bir hikayenin daha önceden dikkat etmediğimiz minik bir teferruatına takıldığımızda o anın sırrını çözeriz. Birkaç ay önce genç kız da eski bi hatıranın sırrını çözmüştü. Sonra da halası ile konuşmuştu beş yaşındaki öğleden sonraya ait anı hakkında.
- Annem ile senin eve gelmiştik. Ben bahçede oynarken siz içeride kavga etmiştiniz değil mi hala?
- Yetişkinler bazen kendi aralarında kavga ederler, aralarındaki sorunları ancak böyle yaparlarsa çözebilirler benim güzel kızım.
- Ama siz daha sonra bir daha annemle hiç konuşmadınız.
- Ne demek şimdi bu?
- On yıl olmuş hala.
- Hiç fark etmedim.
- Bir daha konuşmayacak denli ne olmuş olabilir.
- Annene sor.
- Gittiğimde sorarım. Senin cevap vermediğin konuya o zaten cevap vermez.
- Biliyorsun annenle aramızda bir dil sorunu var.
- Yok, annem gayet güzel konuşur Türkçeyi.
İnsanların gözlerinin içine baktığınızda çıkan ışığa bakarak onlardan size doğru akan enerjiyi sezebilirsiniz bazen. Kadın, kendisini kapkara bir enerji kalkanının arkasına hapsetmişti konuşurken. Elenor bir gariplik seziyor, ama aralarındaki o soğuk, koyu kuvvetin adını koyamıyordu. Ama devam ettikçe daha önce dikkat etmediği ayrıntıların her biri kafasında yerli yerine oturmaya başladı. Detaylar biriktikçe bir yapbozun bir araya getirdiği parçaların içinde bir resim görmeye başlamıştı. Koyu, ürkütücü, nefret dolu bir resim.
- O gün senin evine gelirken annem saçlarımı iki yandan örüp bırakmış uçlarına da birer kırmızı kurdele bağlamıştı. Koskocaman iki kırmızı kurdele.
- Eee, ne olmuş kurdeleye?
- Behçedeki ağa.tan erik toplarken saçlarım hep dalarla takılmıştı. Siz kavga etikten sonra, eve dönerken. Annem elimden tutmuş gidiyorduk. Kurdelemin birisi,çzöülmüştü, sol yanımda saçımla birlikte sallanıyordu. Sağ örgümün kurdelesi ise düşmüştü. Bir daha bulmadık o kurdeleyi.
- Aman kurdele işte.
- O kurdeley sen sakladın değil mi hala?
- Hayır neden yapayım böyle bir şeyi?
- Sen ve o beyaz saçlı arkadaşın hep insanlara büyüler yapıyorsunuz değil mi?
- Senin aklın karışmışi annene benzeyeceksin bu gidişle.
- Sen ve arkadaşın baş başa verip fısır fısır insanların başlarına çoraplar örüyorsunuz hala. Bunu hisediyorum.
- Saçmaladığının farkındasın değil mi?
- Hala sen bana ait bir eşya ile, bana yılalrdır büyüler yapıyorsun.
- Elenor saçmalama, banan duyöasın çok sinirlenir. İftira ediyorsun bana nankör kız.
- Annem de anlamıştı değil mi? Yıllardır yüzlerce tılsımla beni korumaya çalışıyordu senin büyülerinden.
Pelin kızın söyledikleri karşısında sakin, duygusuz bir ifade ile oturmaya çalışıyor ama konuştuğu zaman yüzüne suçüstü yakalanmış çocuklarınki gibi bir ifade bir görünüp bir kayboluyordu. “Nasıl anladı, nerede hata yaptım?” diye kendi kendine soruyordu içinden.
O gün Elenor’un sağlıklı geçirdiği son gün oldu. Pelin yeğeninin boşboğazlık edip onu ele vermesine izin veremezdi. Konuşmaya bir başlarsa, yıllardır insanların kaderlerine yaptığı minik müdahalaleler birer birer ortaya çıkabilirdi. İnsanların gözlerini bağlamıştı ama şüphe tohumu bir kez ekildi mi çabuk boy atardı. Arkadaşı ile buluştu hemen. Eski İzmir’de avlusu olan bir eski evde yaşıyordu Fatih. Kapıyı açınca içeriye kayarcasına girdi kadın. Hazırlıkları yarım saat kadar sürdü. Daha önce yapmadıkları bir ritüeldi. Hazırladıkları nesneyi kadının cebinde getirdiği bir zarftan çıkardığı kırmızı kurdele ile bağladıktan sonra, avludaki eski kuyuya attılar.
- Su var mı bunun dibinde?
- Sen hiç merak etme Pelin, gerisini su ve zaman halledecek.
Takip eden haftalarda Pelin bir gün hasta bir gün iyiydi. Doktor önemli bir şey olmadığını söylemişti. Akşamları ateşi çıkıyor, başı dönüyor, iştahsızlık çekiyordu ve çok halsizdi. Pelin aralarında bir şey olmamış gibi evlerine girip çıkıyordu. Bir gün yakın arkadaşı ile okuldan kaçarak İzmir’in tanınmış büyücülerinden Pasaklı Nursen’e gittiler. Kadın Elenor kapıdan girdiği anda anlamıştı olanları. Evin içi darmadağınıktı ve çok pis kokuyordu. “Kızım sen tehlikedesin” deyinceye kadar yanındaki arkadaşı işin gırgırındaydı. Yaşlı kadının konuşma biçimi sorunun gerçekten ciddi olduğu anlamına geliyordu. Arkadaşı Filiz kadın konuştukça suskunlaştı korku ile oturduğu divanın köşesine büzüldü.
“Senden aldıkları, sana ait bir kumaş parçası ile sabun büyüsü yapmışlar sana. Sabun eridiğinde sen öleceksin evladım. Ya da akıl sağlığın tamamen kötüye gidecek, yaşayan bir ölüye döneceksin. Yapman gereken tek şey o sabunu erimeden bulmak ve etrafındaki sana ait kumaşı çekip alarak akar suda hiçbir sabun izi kalmayana kadar durulamak. Bir kuyunun dibinde yatıyor. Çok karanlık.Bunu yapan kişi çok güçlü bir ilme sahip”
Nursen’den dönüdükten sonra halası ile konuşmayı denemiş, ama kadının kireçten duvara dönüşmüş yüzünün direnci ile karşılaşmıştı genç kız. Babası ise asla halası hakkında iyi ya da kötü konuşmazdı kızı ile. Bu da bir büyü olmalı diye düşünüyordu Elenor.
Ömrü boyunca büyülere maruz kalmıştı, hayatı halasının oyuncağına dönmüştü. Direnmenin yararı olmayacağı hükmüne varması kolay oldu. O sabunun erimesiyle sona erecek bir hayatı yaşıyordu. Sabunu bekleyeceğine, kendisi de son verebilirdi her şeye.
Okuldan erken döndü eve, küveti sıcak su ile doldurdu ve elinde bir jiletle suyun içine uzandı. Bileklerini keserken canı hiç yanmamıştı. “Ne çok kan, ne kadar kırmızı” diye düşünüyordu yattığı yerde. Giderek soluyordu, buhar içindeki banyo giderek genç kızdan uzaklaşıyordu.
Pelin, bir sokak ötedeki evinde kendisini ziyarete gelmiş arkadaşına, demek Filiz’de koskocaman bir genç kız oluyor artık..Demek doğum günü üç ay sonra” diyordu. Gözlerini en sevimli haliyle kırpıştırıyor, kırmızı renkli meyve çayından minik minik yudumlar alıyordu.
19 Ekim 2011 Çarşamba
Hafiften Bir Terazi Doğum Günü Daha
İnsanların bir dilden konuşmasına doğru adım adım gidiyoruz aslında: Türkçemize girmiş fransızca, ingilizce kelimelerin haddi hesabı yok. Farsça ve arapça kelimeler ise zaten yüzyıullardan beri içimize işlemiş durumda. Şimdi türk ülkelerinin bize nazaran daha saf kalmayı başarmış dillerini duyunca alaysı gülüşmelerle türkçeyi ne denli şirin konuştuklarını söylüyoruz birbirimize. Onlar daha az bozulmuş bir türkçeyi şirin şirin konuşurlarken bizler de artık türkçeden başka en az dört dili andıran, çorbaya dönmüş bir lisan ile derdimizi anlatma peşindeyiz.
Dünya üzerinde kaç lisan var hesabını yapabilecek durumda değilim, öte yandan bir sürü de takvim var varlığından çoğumuzun haberdar olmadığı. Ufak bir araştırma yapınca insan şaşırıyor. Mesela ben seneler once bugün doğmuşum ama öyle takvimler var ki baktığınızda tarihi tanıdık bulmanızın mümkünü yok.
Tayland Güneş Takvimi’ne gore 2506,
Ermeni Takvimi’ne göre 1412,
Etiyopya Takvimi’ne göre 1956,
İslam Takvimi’ne göre 1383,
Japon Shōwa Takvimi’ne göre 38,
İbrani Takvimi’ne gore 5724,
Bahai Takvimi’ne gore 120,
Bengal Takvimi’ne gore 1370,
Berberi Takvimi’ne gore 2913,
Budist Takvimi’ne gore 2507,
Burma Takvimi’ne gore 1325,
Bizans Takvimi’ne gore 7472,
Çin Ay Takvimi’ne gore 4599 – 4660 arası
Hint Bikram Samwat Takvimi’ne gore 2020,
Hint Shaka Zamwat Takvimi’ne gore 1886,
Hint Kali Yuga Takvimi’ne gore 5065,
İran Takvimi’ne gore 1342,
Kore Takvimi’ne gore 4296 yıllarında doğmuşum. Takvim sayısı benim yukarıda saydıklarım ile sınırlı değil üstelik, bir sürü de miadı dolmuş takvim var. Bir de mayaların takvimindeki en son gününde olabileceklerin ihtimalinden tırsan bir sürü insan mevcut.
Doğduğum yıl…
Beatles’ın “Love Me Do” 45liği, “Please Please Me” adlı ilk albümü,
The Rolling Stones’un ilk 45liği “Come On”,
Johnny Cash’in “Blood Sweat and Tears” albümü,
Dean Martin’in “Dino Latino” albümü,
Barbra Streisand’ın “The Barbra Streisand Album” isimli ilk albümü,
The Beach Boys’un “Surfin’ USA” albümü,
Elvis Presley’li “It Happened at the World’s Fair” ve “Fun in
Nat King Cole’un “Where did Everone Go?” albümü,
“The Freewheelin’ Bob Dylan” albümü,
Little Stevie Wonder’ın “Recorded Lie: The 12 Year Old Genius” albümü ve Wonder aynı yıl büyüdüğü için “With a Song in My Heart” albümü,
Roy Orbison’un “In Dreams” albümü,
James Brown’un “Prisoner of Love” albümü,
Ella Fitzgerald ve Coun Basie’nin beraber albümü “Ella and Basie!” albümü,
Herbie Hancock’un “My Point ıf View” albümü,
Frank Sinatra’nın “Sinatra’s Sinatra” albümü yayınlanmış..
Zamanın en ünlü plak firmalarından Decca, Dalida’yla çalışmayı bir kez daha
Philips o sene ilk kasetçaları tanıtmış.
O senenin en popular şarkıları şunlarmış;
The Beatles; Please, Please Me, She Loves You, Love Me Do, I Want to Hold Your Hand, From Me to You, All My Loving,
The Rolling Stones; Come on, I wanna be Your Man,
Johnny Cash Ring of Fire,
Bob Dylan The Times Ther are a-Changin,
The Shadows Atlantis,
Roy Orbison; In Dreams, Blue Bayou,Mean Woman Blues,
The Beach Boys;
Patsy Cline Sweat Dreams,
Dionne Warwick Anyone Who had a Heart,
Trini Lopez If I had a Hammer,
Dusty Springfiled I Only Want to be with You
Henry Mancini’nin Pembe Panter filmi için yazdığı tema müziği ile Charade filmi için yaptığı aynı isimli şarkı ki bunu “Ajda Pekkan “Saklanbaç” ismi ile taklit etmiş”.
Billy J. Kramer and the
Gerry and the Pacemakers “You’ll Never Walk Alone”
Doğduğum film dünyasında şunlar olmuş;
Oscar ödülünü ve en iyi yönetmen ödülünü Tom Jones filmi, EN iyi yabancı film Oscar Ödülünü 8½, filmi,
Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü L. Visconti’nin Leopar isimli filmi,
Berkin Film Festivalinde Altın Ayı ödülünü Il Diavolo filmi kazanmış.
O sene ilk filmini yapanlar;
Alan Alda, Alan Arkin, Tippi Hedren, Norman Jewison, Kurt Russell, Lynn Redgrave, James Caan..
Akasyalar Açarken, Aman Kimse Duymasın, Sabah Olmasın, Helal Olsun Ali Abi, Beni Osman Öldürdü, Bize de mi Numara?, İkisi de Cesurdu, Bekarlık Sultanlıktır, Erkek Fatma Evleniyor, Kahpe, Bahçevan, Bazıları Dayak Sever, Beyaz Güvercin, Maceralar Kralı, Yavaş Gel Güzelim, Genç Kızlar, Geçim Dünyası, Zoraki Milyoner, Sayın Bayan, Kötü Tohum, Arka Sokaklar, Çapraz Delikanlı, İki Gemi Yanyana, Cici Can, İki Çalgıcının Seyahatı, Azrail’in Habercisi, Ölüme Çeyrek Var, Makber, Genç Kızların Sevgilisi, Acı Aşk, Çalınan Aşk, Çapkın Kız, Şıpsevdi, İlk Göz Ağrısı, Badem Şekeri, Küçük Beyin Kısmeti, Kelepçeli Aşık, Ayşecik; Canımın İçi, Ayşecik; Fakir Prenses, Şafak Bekçileri, Barut Fıçısı, Bütün Suçumuz Sevmek, Bahriyeli Ahmet, Adanalı Tayfur, Cilalı İbo Kızlar Pansiyonunda, Cilalı İbo Kadın Avcısı, Sıralardaki Heyecanlar, Bulunmaz Uşak, Yaralı Ceylan, Kavgasız Yaşayalım, Yakılacak Kitap, Yaralı Aslan, Leyla ile Mecnun Gibi, Şaşkın Baba,Kiralık Koca, İki Kocalı Kadın, Yedi Kocalı Hürmüz, Kırık Anahtar, Yolcu, Gizli Sevda, Hop Dedik! Bir de İtalyanlarla yapılan bir filmimiz olmuş o sene L’immortelle.
Ülkemizde 70 li yıllarda Kaçak ismi ile gösterilen “The Fugitive” TV dizisi o yıl gösterilmeye başlanmış.
O sene doğan ve sonradan öeşhır olanlar;
teven Soderbergh, Vanessa Williams, Quentin Tarantino, Johnny Depp, Jeanne Tripplehorn, Helen Hunt, Lisa Kudrow, Emmanuelle Béart, Elisabeth Shue, Tatum O'Neal, Brad Pitt, Mike Myers, Michael Jordan, Eros Ramazzotti, Conan O’Brien, Jet Li, Phoebe Cates, Steve Carell, Natalie Merchant, Ahu Tuğba, Alejandro González Iñárritu, Atilla Atalay, Aydan Şener, David Koepp, Elle Macpherson, Ergün Poyraz, Erkan Mumcu, Jennifer Beals, Behzat Uygur, Brigitte Nielsen, Candan Erçetin, Cem Aksel, Fatboy Slim, Fatih Altaylı, Gaspar Noé, George Michael, Greg Kinnear, Hakan Peker, Whitney Houston, Hülya Avşar, Hüner Coşkuner, James Hetfield, Garri Kasparov, Kürşat Başar, MC Hammer, Mehmet Açar, Melike Zobu, Meral Konrat, Michel Gondry, Paul Oakenfold, Peker Açıkalın.
Doğduğum yıl; Nâzım Hikmet, Manisa Tarzanı, Sylvia Plath, Edith Piaf, Dinah Washington, Muzaffer Sarısözen, Robert Frost, Suphi Kaner. Jean Cocteau, Aldous Huxley ölmüş. Patsy Cline bir uçak kazasında ölmüş. A.B.D. Baikanı John F. Kennedy Lee H. Oswald tarafından öldürülmüş, Lee Oswald ise bir başkası tarafından öldürülmüş,
Doğduğum yıl;
Guggenheim müzesinde aralarında Andy Warhol’un eserlerinin de bulunduğu ilk Pop_Art sergisi ziyarete açılmış.
Alcatraz Hapishanesi kapatılmış,
Budist keşiş Quang Duc budist rahiplere devletin uyguladığı baskıları protesto etmek için kendisini Saygon’da yakmış.
İlk kadın astronot Valentina Tereshkova uzaya gönderilmiş,
Kıbrıs Rımları Kıbrıs Türklerine sistemli biçimde saldırılar düzenlemeye başlamışlar,
Gördüğünüz gibi toplumsal olayları arşivlemek gibi bir huyumuz pek bulunmadığı için "bilmem kaç senesinde ne oldu" sorusu aklınıza düştüğünde internetten bulabildikleriniz arasında türkün izine rastlamak kolay değil. Sadece sokaklarda, duvarlarda mini bir manasız temenninin izi var: TDO. Yani, "Dünya Türk Olsun". Hmmm peki olsun. Balık hafızalıyız ya kolay kolay hatırlamamak için bütün bu arşivsizlik, darmadağınıklık.
18 Ekim 2011 Salı
Alokafalılar !!!
17 Ekim 2011 Pazartesi
Çevir Kendini Yanmayasın
Geçer, Gider....
16 Ekim 2011 Pazar
Vladimir'e Mektuplar - 10 - Son
Hah haaa,
Hangi küflü bohçadan bulup çıkardın bu şarkıyı ya? İyi bilirim bu abuklamayı, sözler de Parlamız Şenolumuzun babasına ait. Baba beyin bir de bizzat söylediği Yayla Kızı adında, "Kavuştum yine baharla sürüme" diye başlayıp nakaratında "Pırpırpır leeeeyi" şeklinde kanat sesleri taklit eden pastoral sanat harikası vardır, internetten arayınız:)) Kartpostala gelince, efenim o kıyafetler 70 li yılların sonlarına aittir, tecrübeyle sabittir (Leylak bilir, yaşını karıştırma:) Yalnız arkadaki ağacın erik olduğundan şüpheliyim, çiçeklerin büyüklüğü, pempeliği ve de çiftimizin yazlık kıyafetlere geçiş yapmış olması hasebiyle şeftali olduğu kanaatindeyim. Bu kadar bilimsel ve detaylı yorumu da zor bulursun:))) Hakkı Devrim'i geçtim yahu:))
Evet öyleyizdir biz kediler. Hele de sokak kedileri. herşeyi biliriz önceden. Yağmuru, karı, kazayı, hastalığı, sevinci hepsini ama hepsini. Ama hiç etki etmeyiz hayata. Olacak olan olsun diye bekleriz. Tuhafız biraz. O yüzden hep korkmuş insanlar bizden. görülmeyenleri gördüğümüz için. Kimileri şeytan demiş bize. Ama hep varız işte. her köşe başında, kaldırımda, çatıda, ağacın dalında, evdeki minderde... Zamanı izliyoruz.
Semtimizde kocaman binaların arasında kalmış, can çekişen gibi görünmeyen, kocamaaannnn bahçeli bir gecekondu var. Yaşlı bir teyze yaşıyor o gecekondu da. Tek başına değil ama. Yaklaşık 20'ye yakın kedisi, birkaç tavuk ve horozu ile. Hayvanları çok seviyor o da. O da, benim gibi. Bu kediciklere sık sık süt olmakla beraber yiyecek veriyorum ben de. Çok güzeller. Bir yere gitmek için dışarı çıktığımda elimde poşet vs. bir şey gördüklerinde peşimden ayrılmıyorlar, dolanıyorlar bacaklarıma. Bir kaç gün önce yine süt verirken kediciklere kızımla birlikte, bir tanesinin kuyruğunun olmadığını fark etti kızım. Sordu "ne olmuştur?" diye. Ona kediciğin bir kaza sonucu kuyruğunun kopmuş olabileceğini söyledim. Ama sonrasında da bunu birisinin de yapmış olabileceğini söyledim. Evet birisi yapmış olabilirdi bunu. İnsan görünümünde olan, fakat yazık ki insanlaşamamış. Kızıma "bu dünyada kötü insanlar var" derim hep ve dikkatli olmasını tavsiye ederim. Evet, bu dünyada kötü insanlar var. Ve bu kötü insanlardan birisi bizim buradaki kediciğin kuyruğunu koparmış, :( diğeri de Oktay'ın :( Bu insanlardan o kadar çok var ki. Her zaman şunu söylerim ki bu bir klişedir aslında. Çok doğru bir klişe... "Hayvanları sevmeyen, insanları sevemez". Çok doğru bir laf bu. Bir canlıya zarar vermek düşüncesi, onun canını yakmak, hayatına kast etmek. Ufff düşünmesi bile canice... Ne çok konuştum değil mi? Bu konu canımı sıkmıştır hep. İçimi döküyorum o yüzden Neyse. Son olarak da şunu belirtmek istiyorum. Benim gözümde, hırsızlık veya tecavüz suçlarını işleyen kişilerden farklı değildir bu kedi kuyruklarını koparan ya da onlara benzer eziyetlerde bulunan kişiler de. Adi suç, adi suçtur. Hafifi vs’si yoktur. Hepsini aynı kefeye koyabilirim bu anlamda dedim…. Dedim ve gitttimm… Hoşçakalın..
Bunun nedeni geleneksel eğitim sistemimiz. Daha doğrusu kalıplaşmış doğrularımız. Çocukluktan başlayarak erkek çocuklarına: sen evinin erkeği olacaksın, evinin reisi olacaksın, evine eşine çocuklarına kol kanat gereceksin, yemeyeceksin yedireceksin, aslansın, kaplansın......denirken kız çocuklarına: evinin kadını olacaksın, kocan çocukların herşeyden önce gelecek, anneler saçını süpürge eder vs vs vs denmez mi? sonucun bu olması normal...sofrada bile aman kızım tavuğun en iyi yerini kocana koy adamcağız akşama kadar sizin için çalıştı.......
Bir fikri zikret. Sonra ortalık ayağa kalkınca yok ben öyle demedim de geri adım at. Böyle böyle birçok abuk fikir gündeme geldi tartışma konusu yapılmaya başlandı. İnsanlar tabii ki her istediklerini düşünebilir, her istediklerine inanabilir ancak bizimki gibi yolunu yönünü belirleyememiş, ne yazık ki cehaleti çok yüksek bir toplumda fikirlerin tartışılması da aynı cehalet seviyesi üzerinden gidiyor. Bu arada biz de aslında bunları konuşarak ekmeklerine yağ mu sürüyoruz acaba diye düşünmüyor değilim :( İki akşam önce metrobüste karşımda 2 erkek oturuyor. Biri diğerine soruyor herhalde uzunca bir süre görüşmemiş iki arkadaş olacaklar. Sen ne yaptın evlilik işini diyor. Diğeri de cevap veriyor biliyorsun benim nişanlım teyze kızımdı diyor ama beni istemedi ben askerdeyken başkasına kaçtı evlendi o adamla da mutlu olamadı boşandı şimdi diyor. Arkadaşı soruyor niye istemedi seni..Cevap çünkü ben karı kısmısının çalışmasına karşıyım mutlaka yollu olurlar illa birileriyle bişey yaşarlar çalışma dedim diye bana bozuldu benden soğudu. Ama bak haklıymışım yollu çıktı diyor. Ben de bir "karı kısmı" sı olarak işimden geri dönüyorum ve bu konuşmayı duyuyorum. Kimbilir kız bu öküzle evlenmemek için belki çaresizce kaçtı başkasına. Zihniyete baksana akraba evliliği var, karı kısmısı çalışırsa yollu olur var...hangi biriyle nasıl uğraşacaksın. Bir de hala kalkmış çok eşlilik yasal olsun zırvaları mevcut cehaleti temizlemeyi başaramadık bi de yenileri geliyor. sinirlendim bölük pörçük yazdım neyese böyle gönderiyoum başını sonunu kaçırdım ama artık olsun.
Geçmiş yıllardan birinde annem hastanede yatarken oda arkadaşının refakatçisi torpil yaptırmak için yana yana bir kağıda adını yazdığı tanıdığının tanıdığını arıyor, bir türlü bulamıyordu. Kadın yokken kağıda bir göz attığımda gülmekten kopacaktım, kağıtta yazan isim şuydu: Ahmet Hasan Sörcü Hani sen asansör deyince aklıma geldi:)))
Gerçekten çok güzel bir konu ve yazı sevgili
Uyku düşkünü biri değilim, hafta sonları ve tatillerde de işe gider gibi uyanırım ama belli bir saatin altında da uyursam ertesi gün "dumura uğramış" gibi gezerim. Ama kesinlikle daha az uyumayı isterim. Ne güzel, zamandan zaman çalmak gibi. :D .. Gerçekte ne yapmak istiyoruza gelince :D Aslında seyyah olup gezesim var, işte o kadar :D Hadi yiyorsa yap bakalım, hadi, hadiii..
Bana söylüyorsun değil mi? Bırak bankacılığı, uyan ve yapmak istediğin işi yap diyorsun :))
Hadi "duymadım, görmedim, söylemedim" de.
Mübadele şart mıydı o zamanki koşullarda? Merak ederim ama birşey de okumadım bu konuda:)
Mübadele maalesef şarttı. Ege’de Türklere yardım
Smileyde bile bıyığı buldun, ama güzel olmuş :)
Vladimir Bıyıklı günler:{) { bu paranteze süslü parantez diyenleri duydum:)
Ben genelde =) kullıyorum; daha sevimli geliyor. Buna da bıyık ekleyebiliriz ama göz kırpan bıyıklı olmaz malesef. Aklıma ne geldi bu arada; "Buraları yıkılıyo benden bıkılıyo. Her gün peşime bıyıklı takılıyo" ={)
Takma bıyıkta, ya da perukta falan, beni hep ürküten bir şey olmuştur. Sebebini bilmiyorum, ama yüzüme takma sakal bıyık takmak beni gerçekten çok rahatsız eder.
O bıyıkların çoğunu takmayacağını biliyorsun değil mi
Bana müthiş hırslı ilkokul öğretmenimi hatırlattın. Dersini bilmeyenleri sopası ile döverdi. Bir gün beni de ödevimi yapmadım diye dövdü, haksızdı. Ben de okulumu değiştirmelerini söyledim. Annem nasıl konuştuysa artık, hoca benden özür diledi, barıştık. Hocadan dayak yemek pek hoş bir şey değil. Acı vermesi bir yana, çok küçültücü bir şey. Ben de ağabeyimin uzaktan kumanda kamyonunu nasıl çalışıyor acaba diye sökmüştüm, bir de bunu hatırlattın bana. Bereket kumanda almıyordu artık, yoksa ben de azarı yemiştim. :)
Sevgili Vladimir, Bu kez gözlüğün olumsuz tarafından bakmışsın. Belki
İnsanlari eskitenin zaman oldugunu dusunmuyorum ben, aksine insanlar kendilerini eskitirler.. Nacizana fikir beyaninda bulundum.
Yıpranır, hele ki uzuuuuun mesafeler, uzuuuuun zamanlar, aşk-eş-çocuk-depresyon giriyorsa araya, yıpranır da, dost olmuş olmanın hatırı sürekli onarır :) Bilmem, belki de ben iyi bir dost değilim...
Eskimiş insanların, sınanmış dostlukları ise zamanı bile yıpratabilir...
Sevgili Vladimir;
Bu çok önemli konuyu işletmelerde yöneticiler işe alınma zamanlarında, işçi ve memurlarına nazik bir dille anlatmalı. Israrla kötü kokusunu farketmeyene ancak aleni ikazda bulunulmalı diye düşünüyorum. Bir de günah keçisi seçilip "Kızım
Gerçekten yaz aylarının en büyük eziyetlerinden koku konusu. Şahsen, sıcaklar zaten sinirlerimi bozuyor :) Yoğun kokular da baş ağrısı yapıyor. Özellikle toplu taşıma araçlarındaki halimi düşünün :) İnsanların kendilerinden yayılan böyle ağır kokuları fark etmemelerini aklım almıyor. Ben devamlı kendimi koklarım mesela, ter kokusu almasam da yanımda biri varsa ona da koklatırım :) Samimiyetim olmasa da tanıdığım biriyse, deodorant ve ıslak mendil alıp hediye ediyorum, onlar hediye aldıkları için mutlu, ben bir dahaki görüşmemizde en azından koku yoğunluğu az olacağı için mutlu :)Kullanmamakta ısrar
Hay hay. Katılalım bakalım, ben de çok merak ettim neler olacağını? - Vermek: Gönül - Sahiplenmek: Kedi - Sesler: Hareket - Eskiler: Meraklanılan - Anılar: Özlenen - Üşüşmek: Karıcalar - Korku: Başarısızlık - Kızım: Bir gün olur mu acaba? - Gece: Huzur - Yüz: Niyet
Yazarken baktım, başkaları daha güzel kelimeler bulmuş. Ama benim de aklıma bunlar geldi. Haydi hayırlısı. 1. hediye 2. emek 3. insan 4. antikacı 5. okul 6. endişe 7. hastalık 8. sevgi 9. sükunet 10. Neden hiç hafızamda kalmıyorlar?
1-sevgi 2-ailem 3-kuşlar 4-koltuk (niyeyse valla gözümün önünde hemde yeşil renkli kenarları oymalı koltuklar belirdi) 5-Coşkun
Çok ilginç bir şey gerçekleştirmişsin
Vay be! Bilmeden ne güzel bir şeye, güzel bir öyküye vesile olmuşum!
Bildiğim gerçek bir hikayeye benzettim, içim tekrar üzüldü. Bir trajedi ile geriye dönüş olmayan hayatlar için yapılacak hiçbir şey yok malesef.. Kalemine sağlık!
Selam Vladimir, Murathan Mungan adı geçince bir iki lakırtı ben de edeyim istedim. Murathan Mungan öncelikle benim için şairdir. Şiirlerini çok severim. Şiirleri beni çarpar. Sonra iyi bir denemecidir. Deneme kitaplarını eksiksiz edinmişimdir. Deneme kitaplarının bana göre şöyle bir güzelliği var. Başından sonuna okumanız gerekmez. Elinizin altında durur. Zaman zaman alır, sayfalarını karıştırır okursunuz. Murathan Mungan'ın denemeleri beni zanginleştirmiştir. Öyle hissederim. Öyküleri de kışkırtıcıdır. Hayal kapılarını zorlar. Beğenirim. Romanlarına gelince. Yok. Sevemedim. Şairin Romanı'nı aldım. Mesafeli duruyoruz birbirimize. Henüz okumadım. Hazır değilim. Bakalım, okumak ne zaman kısmet olacak merak ediyorum doğrusu. Yazınız çok hoş. İş bitimi keyif aldım. Teşekkür ederim.
Şairin Romanı'nı ben okudum. Başlangıçta çok beğenerek başladım yalnız ilerledikçe bazı bölümlerin lüzumsuz uzatıldığını düşündüm.Yanlış hatırlamıyorsam 600 sayfaya yakın bir kitap, bazı bölümleri insanı bir örtü gibi sararken, bazı bölümlerde o örtüyü terden üzerinden atıvermek istiyorsun! Ve
Sevgilerimle,
Hamiş:
Önce 2'yi okudum, şimdi de 1'i. Ne yorum yazayım bilemedim. Her bir yorum yazı konusu gibi :)
P.S.:
Birbirinden bağımsız yorumlar olsa da, güzel birleştirmişsin. Aslında kafası karışık birinin birbirinden çok da alakasız olmayan konular arasında sıçrayıp durması gibi olmuş yorumlar :)) Güzel fikir :)))
Not:
Sanki bir yorumu benim gibi hissettim. Bi şımarmak geçti içimden:) Var mı ki acaba:) Ayrıca güzel bir çalışma olmuş.
Son Bir Not:
Ben tanıdım kendi yazdığım yorumu:) Birinden eminim ama sanki bir tane daha var bana ait:) Yani
Vladimir'e Mektuplar - 9
Sevgili Vladimir!
Dünyada iyi kedi resmi çeken fotoğrafçılarından bir tanesi olan Hans Silvester -Yunanistanda yaşıyor - da kedi resmi çekmenin çok zor ve sabır istediğini söylüyor. Ben de onları fotoğraflamayı sevdiğim için onca para verip bir teleobjektif almış olsamda son derece zor resimlemek. Gelelim sokak kedilerine; Bence en güzel en candan ve en iyi huylularıdır. Senin fotoğrafladığın sarmandan bir tanede benim ofisin kapısında var ama garibim şaşı. Zor mama yiyiyor. Ofisin kapısında herkese bir mama kabı var zaten. Al
Güney sahilimizin güzide tatil merkezlerinden birinde beş yıldızlı bir otelde çalışıyordum yıllarrrr önce.
Sevgili Vladimir ! Bendeki bir yaraya parmak basmışsın ki sorma gitsin. Türkiyenin bu ilçesinde onlar efendi biz köle durumunda yaşıyoruz. Apartmanlarda 6 ingiliz aileye arşılık 1 ya a 2 Türk aile var. Osmanlıya ve Cumhuriyet tarihine bakın en büyük ararı bu ingiliz milleti vermiş. Ortadoğuda akdenizde egede, ki türkiyenin sorunlarının sebebi bu millet. Lübnan, beyrut, musul, kıbrıs, 12 adalar problemlerinin altında bu kavmin yaptıkları yatıyor. Burada görüyoruz; bunların köylüsü bile emperyalist, sömürgeci mantığa sahip. Arkadaşın teki apartmanında bir ingiliz kendini yönetici ilan etmiş illegal para topluyor. Ne yapıyorsun diye sorulunca Türk kat malikine "Siz azınlıktasınız" diyorlar küstahça. 1600-1700 lere kadar Fransızlar ingiliz sarayına damat verme, kız gönderme meselesinden ötürü ingiliz sarayında fransızca hakim olarak konuşuluyor. Fransızcayı anlamayan keltler ise duydukları fransızca kelimeleri kendi lisanları ile mecz edip adına ingilizce diyorlar. Bir çok dil bilimci bu görüşü paylaşırken, ingilizce fransızcanın keltçeyle metafora uğratılmış halidir derler. ******* Fransız devriminden önce bir grup ki içinde Danton, Rousseau falanda var. Tahıl borsasında üç kağıt açıp tahılı karaborsa ediyorlar. Marie Antoinette de dediğin gibi yumurta, patates ve çavdar unundan yapılan ekmek-brioche için "O zaman brioche yenilsin" diyor. Tarih boyunca bizim bu kadar aleyhimize çalışmış millete bu MHP li belediye(fethiye) toprak taşınmaz satışında Türkiyenin önde gideni... Saygı ve sevgiyle....
Ben de metin içinde kullanayım
Bana o kadar tanıdık ki bu öykü. Her gün onlarcasına "tanık oluyorum". Türkiye "şahitler kahvesi"ni dahi görmüş bir ülke. Bilirsiniz geçmişte, böyle kahveler varmış. Profesyonel tanık haline gelmiş artık insanlar. "Bir sözümüzle adamı ipten alırız.", "Bir sözümüzle adamı ipe götürürüz." sözleri çok duyulurmuş. Şimdi kahvesi yok fakat yalancılığa devam. Bu arada dikkatimden kaçmayan bir şey de bu aralar "yalan" ile fazla haşır neşirsiniz. Hayırdır inşallah? :)
Sevgili En Hakiki, Has, Hoş, Öz Vladimir ! Ben senin bu kedi çiziktiriklerini ayrı bir seviyorum. Fakat bu arkadaşın büyük resmine bakamadım. Renkler çok güzel. Fekat pu patilerin pembeliği ve onlara dokunmak.. amanın içim bir his ve bir hoş oldu ki.. uykum mu geliyor nedir. Ben de bir kitap var, Amerikada sahibini bakışlarıyla hiptotize edip ülkeyi baştan aşağı arabayla gezen bir Siyam hakkında. Bu arkadaşların bakışları ve miyavlamaları onları seven beşer için çok tehlikeli. Yapılmayacak işler yaptırabilir. Senin siyah kediyi de görmeden sevdim. Bende de zamanında bir tane vardı. Adı Kadife idi. Fakat senin kedi isimleri ise bir başka.. Ellerine sağlık ve Sevgiyle...
Yalan tanıklığın cezası hapis, durumlara göre de kategorilendiriliyor. (Türk Ceza Kanunu m. 272) Yeterince ağır gelmeyebilir belki
“Niye bulundugum yerdeyim?” diye düsünüyorum bazen, cevabi biliyorum: bu yazdiklarindan kacmak icin. Bir gün kendimi yine insanlarin icinde tutabilecek kadar güclü görürsem dönecegim. Ama
Offf, bankacılık günlerimi hatırladım, içie kasvet bastı. Müşteri ile genel müdürlük arasında top gibi bi o yana, bi bu yana, Allah kurtarmış beni. :)) Yok, yok Allahı karıştırmayalım, zamanı geldi emekli oldum, nokta.
Etrafta görünenleri dolaplara tıkıştırmayı temizlik yapmak sanmak gibi bir şey bu. :) Modern binalar kurumlar, ancak içeride dönen oyunlar. Türkiye halleri özeti olmuş. Bir işi de tam yapsak nasıl başka bir ülke olurdu? Güzel yazı olmuş gerçekten.
Aynı şekilde benim kedim de her sabah kuru mama tıkırtısını duymak isterdi. O tıkırtı gelmedikçe mama kabının içinde mama olsa dahi başına geçmezdi. Sanırım taze yemek gibi bir güdüleri var. :) Bir de ben onların sokakları, yolları, insanları izleyişlerine hayranım. Dikkat kesilip saatlerini bu şekilde geçirebiliyor, ardından da güzel uykularına dalıyorlar göbek üstü. Hiç aklımdan çıkarmadığım şu satırları Murathan Mungan ne güzel söylemiş; ... Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim Senin ve benim , yani bizim için...
Ben bazı yazılarımı türlü şekillerde yazıyorum. Anektod gibi görünenlerde kimi zaman diyaloglar, kimi zaman detaylar (yer/zaman), kimi zaman da kişiler ya da sonlar değişiyor. Bazen de birebir senin bahsettiğini yapıyorum. Yaşadığım bir şeyi, başkasının yaşadığı olarak yazıyorum:) Aslında bu insana özgürlük veriyor yazarken. Sanırım bloguma not düşmem lazım bunlar için. Bekliyoruz okumayı seninkileri:)
Anneannem de, rüzgâr eserken, "yapraklar ters dönünce yağmur yağar" derdi. Yaprakları ters çevirecek kadar rüzgâr estiğinde yağmur yağar demekti bu. Güzeldir böyle bilgilerle donanmış olmak.
Memleketimde kötü çeviri yüzünden heba olmuş çok kitap var! Çevirmenlerle ilgili bir program izlerken röportaj veren çevirmenlerinden birisi, “Bir çevirmen aynı zamanda iyi bir okur ve iyi bir yazar da olmalıdır” demişti. O kadar doğru ki! Çeviri öyle kolay iş değil, İngilizce biliyorum diye masa başına oturan herkes yapmamalı. Yapıyorsa da birileri hoca sen n'aptın falan demeli. Bu vesile ile sizleri çevirisinin beceriksizliği yüzünden heba olmuş nice sanat eseri için 1 dakikalık saygı duruşunda durmaya davet ediyorum. :)
Nasıl severim sakız çiğnemeyi, hemi de şakır şakır ve balon yaparak, patlatarak. bugünlerde içe doğru balon yapıp kese kağıdı patlatır gibi gürültü çıkartmayı buldum. Çok eğleniyorum. Malesef etrafımdakiler çok iğrenç buluyor:-( çiklet çok yakında mahfıma sebep olacak.