23 Eylül 2011 Cuma
Elenor
Adım Elenor. İki yıl önce öldüm. O zaman 16 yaşımdaydım. Ölmem gerekiyordu, Pelin halam zaten nasıl öleceğimi planlamıştı. Öldüm ve kurtuldum onun büyüleri ile örülü hayatı yaşamaktan.
Yaşarken ismim başıma belaydı. Annem İngiliz, babam Türk. Aslında adım Eleanor. Elanur diye çağıranlar bile olurdu beni. O yüzden Elenor daha kolay.
Halamı çok severdim. Onun da beni çok sevdiğini zannederdim. Öldükten sonra anladım ki halam çok kötü bir kadın. Karanlık dünyalara kapılar aralıyor. Bazen beni burada bile rahat bırakmıyor. O ve beyaz saçlı adam birlikte herkese kötülükler yapıyor.
Halam beni kırmızı bir kurdele yüzünden, kırmızı bir kurdele ile öldürdü. Çok şaşırdım öğrenince.
Ne tuhaf değil mi?
22 Eylül 2011 Perşembe
Beyaz
Cengiz Santurcu 30’lu yaşlarının sonunda, evli ve bir çocuk babasıydı. Çalıştığı kurumda en kestirmeden bu sözle tanıtılırdı. Çalıştığı birimin başına yönetmen birkaç ay önce yönetmen olarak atanmıştı. Yakışıklı sayılabilecek, uzun boylu bir adamdı. Dörtbuçuk derece miyop gözlüklerinin arkasında iki zeki mavi göz pırıldardı. Kurumun personel müdürlüğü dosyalarında adının karşısında bir de mali tahlilci ve ikinci derece İngilizce bilir ifadeleri yazılıydı. Bunlar iyi şeylerdi. Çünkü Cengiz bir işkolikti. Tüm işkolikler gibi işine özel hayatından daha fazla önem verirdi. Yani evde işler pek yolunda gitmiyordu. Son yıllarda ne dese, ne yapsa evde ayrı bir kavga çıkar olmuştu. Ve Cengiz siz bu satırları okuduğunuz sırada ölüyordu.
Son bahar yağmurları başlamadan babadan miras kalan evi bir kez ziyaret etmişti. Bahçedeki otlar büyümüştü. Komşularının evi ise daha berbat görünümdeydi. Kızları intihar ettiğinden beri bu evin içinde kimse bir hareket görmemişti. Yine de bakışları o evein üzerinde şöyle bir gezerdi. Bir anne ve baba için evlatlarını kaybetmek büyük bir acı olmalıydı. Hem de intihar şekli. Hatırlamak istemediği bu düşünceyi kafasında uzaklaştırmak ister gibi rüzgarda dağılan saçlarını düzelti. Baba evine bir adım daha attı. Çocukken neşe ile yürüyüp geçtiği, bahçedeki kısacık yolu ağır adımlarla geçti. Cebinde çıkardığı anahtarları kilide uydurmaya çalışırken arkasında o sesi duydu.
Yüreğinde davullar çalmaya başlamıştı. Ayakları yerden kesildi. Kapının önüne düşerken başı kapının önündeki eşiğe çarptı. Her yer bembeyaz olmuştu. Daha önce de bayılmıştı Cengiz. Yere usulca, kayar gibi düşmüştü. Başını çarptığı anda;
“Her yer bembeyaz oldu, demek ki bayılıyorum” diye düşünürken her şey silikleşti, aydınlandı. Kendisini o beyazlığın içine bıraktı. Baygın geçirdiği birkaç saniye içinde hayatının değiştiği o günü yeniden yaşadı.
Birkaç sene önce, okuldan çok yakın bir kız arkadaşının annesi, Selin teyze, alışveriş merkezinde merdivenlerden düşerek kalçasını kırmıştı. Bir gün işten çıkışta bir demet çiçek alarak hasta ziyaretine gitmişti. Fala, falcılara, hayaletlere, ruhlara gülüp geçen bir kişiydi. O gün hastayı ziyarete gelen yalnızca kendisi değildi. Yaşadığı kentin ünlü falcılarından birisi de oradaydı. Adamın ününün farkında değildi. Adamın albino olması dışında başka bir özelliği olmadığını sanmıştı ilk başta. Ama adam o gün orada Cengiz’in önce kahve falına bakmış ve arkasından suya bakarak genç adamın geleceğini okumuştu. İnanmıyordu ama beyaz saçlı, beyaz tenli adamın sözleri onu etkilemişti.
Çok yakın bir gelecekte olacakları, isimler, tarihler ve yerler vererek anlatmıştı. Ardından durun demesine kalmadan, bir de suya bakmıştı onun için. Asıl korkutanlar suda gördükleri oldu. Yakın gelecekteki başarılı, mutlu günlerin ardından onu bekleyen inanması güç tehlikeleri saymıştı. Trafik kazası, bir başka minik trafik kazası, eve giren bir hırsız ve son olarak onu bekleyen iğrenç bir ölüm şekli. İnanmak istememişti duyduklarına ama korkuyordu.
Adam onu bu olacaklardan koruyabileceğini söylemişti. “Az evvel odada konuşmadan otururken yabancısı olmadığım, başkalarına garip gelen bir hissin işareti ile gözlüklerimi çıkardım ve size baktım. Arkanızda duran karanlık işaretleri gördüm. Çok güçlü büyüler altındasınız. Ama çözebilirim. Dediklerimi harfiyen uygularsanız tehlikeleriz beraber defederiz” demişti.
Zİuaret bitip de ayrılınca tereddüt içindeydi. Bir hafta sonra arkadaşı Pelin’in evine gidip Beyaz adamın hazırladığı paketi almıştı. Eve gelince karısı güldü onun bu işlere bulaşmasına. Ufak bir tartışma geçmişti aralarında.
“Bunlar hep para tuzağı”
“Adam para almadı benden”
“Bedavaya günahlarını vermez onlar, vardır bir menfaati”
“Mesleki gurur yaptı canım, zor bir büyüyü kaldıracak”
“Sen de yedin bu mavalı, başımıza iş açma da”
Sonra çalışma odasına çekilip paketi açmıştı. İçinden bir şişe su, bir kutu kesmeşeker çıkmıştı. Adamın düzgün bir el yazısı ile yazdığı kağıtta da bir takım dualar ve talimatlar yazılıydı. Su her sabah birer bardak içilecek ve ilk iki dua yedi kez okunacaktı. Ayrıca kırk gece yatmadan okunacak dualar vardı. Dualar okunduktan sonra, bir kesme şeker ağza alınacak çiğnemeden erimesi beklenecekti.
Adam şekerleri bitirdiği gün büyük bir rahatlama hissetmişti. Arkasından, adamın söylediği tarihlerde beklenen olumlu olayların hepsi birer birer, sırasıyla gerçekleşti. Karısının, kendisinin terfileri, piyangodan çıkan minik bir servet, eşine yüzünü görmedikleri bir akrabadan kalan miras hayatlarını kolaylaştıran olumlu gelişmelerdi. Umulan kazalar ve hırsızlıklar gerçekleşmeyince adam kötülüklerden tamamen arındığını düşünmüştü. Ölümünün bir köpeğin saldırmasıyla olmasını hiçbir insan kendisine yakıştıramazdı.
21 Eylül 2011 Çarşamba
Albino
İşte orada karşımda duruyordu. Daha önce yalnızca bir kez, huzur veren bir rüyada gördüğüm beyaz saçlı adam. Yıllar once sıklıkla ziyaret ettiğim bu evde, şimdi ilk kez, bir hasta ziyareti için geldiğimde karşımaydı.
20 Eylül 2011 Salı
Işık
Işık oldu.
Işığın yüzeylerine vurup yansıması ile tüm canlıların ve cansızların renkleri, şekilleri görünür oldu. Işığın erişebildiği yerleri gördük. Işığın erişemediği yerlere yabancıyız. Göremediklerimizi o yüzden daha fazla merak etik.
Işık ve ışığın aydınlattığı her şey.
Bir sayfa, bir kumsal, bir çiçek, durgun bi su, gökyüzü, bir kadın, bir adam, ağaçlar, kumlar, seramik bir ev eşyası, buzlanmış bir araba, bir köpekbalığı, "maddesel olmayan bir varlık", yol, birbirinin tam zıddı iki insan, bir kadın ve bir erkek, bulutlar, bir ağaç birbriinin tam zıddı iki kedi, bir başka adam, sevişen bir çift, kağıdın üzerine karalanmış anlamsız şekiller, bir kedi, bir bahçe, bir sabah erken henüz güneş doğmaya hazırlandığı bir daha unutulmayacak bir seher vakti, bir yırtıcı hayvanı alıp uzunca bir öykü yazdım. Bütün bunlara ışık öyle bir vurdu ki, ben gçrdüklerimi anlatmak için oturduğum vakit, bunların hepsi bana bambaşka bir şekilde göründüler. İşte bu yüzden öykümde bunlar yer almayacak.
Bir gün içimden bir ses bana dedi ki;
"Renkleri anlat"
O sesi dinledim.
Beyaz ile çıktığım yolculuk, siyaha vardığım gün bitti.
Gitarlansam?
Konu cidden kıvrandırttı beni, bir türlü yazacak bir şey bulamıyorum. Halbuki yapmak istediğim şeyler var. Üstüne varınca aklıma gelmiyor işte. Bu beni zorlayan ikinci mim oldu. Geçen gün yazdığımda da ilk önce aklıma gelmeyecek sanmıştım ama sonra aniden böyle şakır şaır uydurmalara doyayamıştım. Ama bunda böyle olmayacak belli ki.
Ne isterdim ne isterdim. Mmmm...
Sanırım, Güney Amerika ülkelerini gezek istiyorum özellikle de Peru'nun her bi ryanıı keşfetmek istiyorum ben.
Bir de yıllardır ertelediğim işi yapmam lazım. yani tez elden bir gitar alıp komşularıma müzik ziyafeti çekmem şart. Sonra da onların bloglarını okumak isterdim benim retallerim hakkında. Bu mim beni zorladığı için kimseciklere yollamıyorum :)
19 Eylül 2011 Pazartesi
İş Yerindeki Dar Görüşlü ve Kiyayetsiz Muhterisleri Tanıyalım
Kifayetsiz muhteris dediğimiz çalışan tipi türk iş hayatında yaygın biçimde bulunan ve maalesef yerlerini sağlamlama almış kişilerdir Bunların hepsi beceriksiz olduğunun ve o mevkiye hak ederek gelmediğinin bilincindedir: Böyle olunca da, sinsice pusuya yatarak ileride kendine rakip olma ihtimali olanları ya da çalışkanlığı ile kendisinin bir çalışan değil de yatan olduğunu ortaya çıkarma ihtimali bulunan kimseleri teşhis etmeye ve onların ayaklarını kaydırmaya kendini vakfeder. Bunları aleni değil de gizlice yaptığı için de son derece tehlikeli insanlardır.
Beceriksiz ve kıskanç insanları tespit edersek kendimizi, kariyer geleceğimizi korutabiliriz. Peki bu lüzumsuzluğunu ve başarılı insanlara düşman olduğunu sinsice gizleyen insanları, nasıl tespit edebiliriz?
Aslında çok kolay.
Bu sinsi yaratıkların yedi tane temel özelliği vardır, sizde çalıştığınız kurum içindeki beceriksiz, kıskan, sinsi muhalifleri bu özelliklerine bakarak şıp diye yakalayabilirsiniz.
İş yeri ruh emicilerinin yedi zarar verici özelliği;
1 – Kod adı olumsuzluk:
Bunlar; her şeye olumsuz yönünden bakarlar, her konuya olumsuz yaklaşırlar, her konu hakkında olumsuz düşünürler, her konuda olumsuz aksiyon alırlar. yeniliklere tamamiyle kapalıdırlar.
Yenilik varsa engellemek için ellerinden geleni en sinsi biçimde yaparlar. Çünkü onlar alıştıkları düzende kendilerini kamufle edebilirler. En minik değişiklik unların kamuflajının aralanması ihtimalidir. Alışmadıkları yani kendilerini gizli tutamayacakları çalışma ortamları bunlar için deşifre olmak demektir. Yani bu yüzden yenilikler, farklılıklar bunlar için çok tehlikelidir. Bu tehlikeyi savuşturmak için harcamayacakları kimse yoktur.
Bunlar son derece sıkıcı tiplerdir, hava sıcak olur sıcaktan yakınırlar, hava serinler yağmur yağar, yağmur yüzünden bütün planlarının altüst olduğundan yakınırlar. Rüzgar esse saçlarının bozulacağından şikayet ederler. Bunlar doğa olayları düşünün siz farkına varmadan bunlar için bir tehlike ihtimali olursanız eğer sizin hakkınızda, arkanızdan sinsice nasıl yakınıp durur, nasıl bitmez tükenmez biçimde sizi karalamaya koyulurlar.
Bunlar herkesin kendi aleyhlerine iş çevirdiğini düşünürler, herkesin kendilerine karşı plan yaptığı tasasını taşırlar. Zaman zaman iş ile ilgili gerçek sorunları da görebilirler ama asla sorunları çözebilecek fikirler bunlardan çıkmamıştır. İş ile ilgili en ufak bir sorun ise bunların elinde ve dilinde en büyük faciaya dönüşür. Bu durumlarda minik sorunu nasıl çözümleyeceklerini değil de kimi suçlayacaklarına odaklanırlar. Hatalardan asla ders alamazlar. Meseleleri her zaman şahsi sorun olarak algılarlar.
Çalıştığınız kurumda muhasebeci ünvanını bugün ya da geçmişinde taşıyan birisi varsa eğer, işte bu tipi yakaladınız demektir. Zira muhaliflerin en azılıları muhasebecilerden çıkar.
2 – Düşünmek mi? Gereksiz elbette:
Düşünmeden hareket ederler. Bunların yıllar içinde oluşmuş bir ezberleri, her duruma karşın sıkı sıkıya sarıldıkları, sorgulanmasını hakaret algıladıkları rutinleri vardır. Algıladıkları durum bunların içinde hangi düğmeye bastı ise onu yaparlar. Hata halinde zaten suçlanacak başka birisini mutlaka bulacaklardır. Özellikle bir yere amir oldularsa, öenmli bir pozisyon elde ettilerse burayı kaybetmemek için dört elle sarılırlar. Bunların çevresinde olan kişilere de dikkat etmek gerekir. Bunlar ilk duydukları ile hareket eden tiplerdir Sizi rakip gören, karalamak isteyen kişiler bu tiplerin ilk duyduğu ile hareket etme özelliğini iyi kullanırlar. Eskiden çalıştığım kurumlardan bir tanesinde maalesef böyle bir bölge müdür vardı. Akbaba dediğimiz bu herif, saçma sapan adamların asılsız dedikoduları ile çok kişinin hayat akışını maalesef değiştirmiştir. Maalesef yardımcısı olduğum için ilk elden gözlemleme şansım oldu. Yüzde yüz haklı olduğunu ve kendisine iletilen bilginin asılsız olduğunu bildiğim bir durumda bile orta kademe bir yönetici ile ilgili “Bir de kendisini dinleseniz” ikazımı dinlemeden elne fırsat geçtiği için aksiyona gemişti.
Özel hayatlarında da çok saçma insanlardır bunlar. Bir şeyi görür, beğenir hemen satın alırlar. Sonradan kazık yediklerini anladıklarında ya da daha iyi bir başka seçenekten haberdar olduklarında yine başkasını suçlarlar.
İçinde bulundukları organizasyon ile ilgili geleceği düşünme ve planlama yetenekleri yoktur. Birkaç adım sonrasını hesaplayacak kapasite bunlarda eksik kalmıştır, hatta hiç oluşmamıştır. Sadece o anki pozisyonu algılayabilirler. İş hayatında şu anda attıkları adımın sonuçlarını asla öngöremezler.
3 – Konuşmak, konuşmak yine konuşmak:
Bunlar çok konuşur. Konuştukları kadar dinleyemezler. Dinlemek şöyle dursun başkasının konuşmasına tahammül bile göstermeyenleri vardır. Laf kalabalığına boğarak göz boyamasını severler. Meseleleri ne yapıp ne edip her zaman en iyi bildikleri, yüzde yüz hakim oldukları konuya döndürür ve boş konuşmamış olurlar. Konu o anki gündemi es geçmiştir. Ne gam? Konuşma oldu mu laf gemisini bunlar yürütürler. Bir show varsa bunlar o showun yoldızı olmaya bayılırlar, gerekirse gözünüzün içine baka baka yalan söylerler. Patronunuz ya da amiriniz/şefiniz/müdürünüz bu tiplerdense dikkatli olun hele astlarına karşı yalan söyleme açısından hiçbir utanma ve arlanmaları bulunmaz. Artık saçmalama sınırını aştıklarını fark etmezler. Seslerine aşıktır bunlar. Yeter ki konuşup dursunlar.
Eşitiniz biri bunlardan biri ise: Aman dikkat!! Sizin tavsiyelerinize asla kulak vermesine engel olacak, hatalarını kabul etmeyecek kadar büyük gururları vardır. Bunlara iyi niyet ile vereceğiniz tavsiyeler ile sadece gizli bir düşman kazanırsınız. Bunlar kendi kafalarının içinde her daim haklı ve doğru oldukları inancına sıkı sıkı sarılmışlardır. Asla bırakmazlar. Olumlu olabilecek öneri ve tavsiyeler bunların kendilerini kötü hissetmesine yarar. Aşağılık kompleksleri tumturaklıdır. Konuşurken çam ormanlarını devirirler, büro ortamını kırık kalpler ofisine çevirirler ama en ufacık doğruyu bir başkasından işittiklerinde kırılıp dökülme dramına dört elle tutunurlar.
4 – Vazgeçiyoruz çocuklar:
Çabuk vazgeçerler. Zeki, öngörülü, çalışkan, hak ederek başarılı olmuş insanlar; başarısızlıkları asıl başarıya tırmanan yoldaki mihenk taşları olarak görürler. Ama bu beceriksizler ilk başarısızlık alameti algılarının ufkundan bunlara el sallar sallamaz geri çekilirler. Menfaat sağlayabileceklerini düşündükleri adımları ilk anda binbir eda ve hava ile ata bu köhnemiş beyinliler, bir problem ya da hata ile karşılaşır karşılaşmaz bütün ilgilerini kaldırıp bir kenara koyarlar.
5 – Ben yandım sen de yan:
Bunlar diğerlerinin de kendi yanına çekmeye çalışırlar. Ne kadar tanıdık değil mi? Cehennemde türklerin içine atıldığı kazan gibi… Ne zaman birisi kazandan çıkıp paçasını kurtaracak gibi olsa, diğerleri ayağından tutup onu aşağıya çeker, altı cayır cayır yanan bu kazandan kimsecikler kurtulamazmış fıkraya göre.
Bu beceriksizler bileğinin hakkı ile başarılı olmuş, çalışkan, zeki insanları kıskanırlar, sevmezler. Onlar gibi sıkı çalışarak başarıya erişmek yerine, başarılı insanlar ile lgili asılsız dedikodular üretip bunları yayarlar. Minik minik teferruatlar uydurup iş yerinde sevilen insanlara minik minik lekeleri son derece sabırlı ve sistemli biçimde kondururlar. Oysa çalışkan kimseler ile dost olup, onlarda öğrenip aynı yolları kendileri de katedebilecekken saçma sapan ve adına gurur dedikleri o güdük his yüzünden asla doğru olan yöne ilerlemeyi seçmezler. Adam karalamak malsefe ülkemizde sandığınızdan fazla prim yapan bir ayak ayunu türüdür .
6 – Zamanın boşa kullanımı:Bunlar vakit öldürmeye bayılırlar. Çünkü bir sonraki adımda ne yapacaklarını planlama isteği ve kapasiteleri yoktur. Özle yaşamlarında da TV izlemek, yemek yemek, içip sarhoş olmak, çocuklarını bilmem ne kursuna göndermek, gelecek yaz nereye tatile giderse daha havalı olur gibi boş düşüncelerin peşine takıldıkları için asla ve asla kendilerini olumlu yönde geliştirme şansını yakalayamazlar. Tamam bu aktiviteleri herkes yapıyor ama tüm bir hayatınızın merkezine bunları koyduğunuzda zamanınızı boşa harcamış olursunuz.
7 – Zor olmayanı seçelim:
Bunlar iş ile ilgili kararlarında daima kolay, kestirme yolu seçerler. Kendilerini yormaya gelemezler. Sonuçta elde edilecek kazanım daha fazla olsa bile daha az olanı, kolay olanı seçerler. Farklı bir dalda adım atacaksa “Armut piş ağzıma düş” atasözü bile bunlar için çok zahmetli ve riskli iş anlamını taşır.
Çalışma ortamında çevrenizi dikatle inceleyin. Bu yedi özelliğin hepsini birden üstünde toplamış insanlardan ne kadar çok olduğunu görüp şaşıracaksınız. Bunlarla asla özelinizi paylaşmayın. İş ile ilgili hayal kırıklıklarınızı, amirleriniz ile ilgili gerçek düşünceleriniz paylaşmayın. Gün gelir aleyhinize kullandıklarını görerek şaşırabilirsiniz.
18 Eylül 2011 Pazar
Sessiz, Sakin Kitap Günleri
Cumartesi sokağa en çıkılmayacak günlerdenmiş, epeydir böylesine çetrefilli hale gelmiş bir trafik görmemiştim. Vesile ile o da aradan çıktı.
İstanbul Kongre Merkezi'nin nerede olduğunu pek bilen yokmuş, sora sora bulduk. Ben cumartesi günü gidilen bir kitap fuarının hayli kalabalık ve itiş kakış olacağını düşünmüştüm. Aksine resmen bomboş sayılabilecek bir ortamdı. Yanlış yere geldiğimizi düşünerek tedirgin olduk ikimiz de ama, içerideki bir iki işaret kitap günlerinin bizim hayal ürünümüz olmadığını ispat ediyordu. Demekki ana tema "göç" olunca, konuya tersw düşmemek için bir terkedilmişlik havası üflemişler ortama.
Kitap günlerine ayrılan dört salonun dördü de birbirnden terkedilmiş vaziyetteydi. Kitaplar öksüz öksüz standlarda dururken, standların gerisindeki görevliler, tek tük ziyaretçiye inanılmaz ihtimam gösteriyordu. Bu tabi ki çok hoş bir duygu. Her tür sorunuza cevap vermeye hazır bir alay insan sizi beklyor, kesinlikle bir daha yaşamaya değecek bir deneyim.
Buranın böyle boş kalmış olması kesinlikle rganizasyon hatası, yeterince bile değil, hiç duyuru yapılmamış. Kapıdan girerken ele geçirdiğimiz broşürlerin üzerinde "Boğaziçi kitap günleri, Şehrin tam kalbinde" ifdesi var. Bir anda bu cümlenin sonuda bir de "ıpıssız" yazsalardı cuk diye otururmuş diye düşünüyorum.
Ama bir alay kitapla böyle sessiz ve sakin bir ortamda bir arada olmak aslında bulunur nimet değil.
En güzel deneyimi ise Heyamaola Yayınları'nda yaşadık. Bu sene Şubat ayında bu yayınevinin, adeta İstanbul'a yazılmış en güzel aşk şiiri gibi bir serisinden bahsetmiştim, şurada... Daha sonra İzmir için benzeri bir seriyi hazırladıklarından haberim vardı ama Trabzon ve Adana için hazırladıkları kitap setlerini duymamıştım.
Yayınevi çalışanları çok sıcakkanlı, hoşsohbet kimseler. Ayrıca, "Ben Haliç" kitabını yazan Nusret Karaca çok samimi, açık yürekli bir beyefendi. Beenmaya liderliğinde hep beraber çok keyifli bir mini sohbet yapma şansımız oldu. Nusret Bey; "Ben Haliç'te, gecekondular arasında ellerinde yağlı ekmeklerle gülümseyen çocuklar gördüm. Bembeyazdı dişleri... Ve onlar hala düşlerimde. Çocuk düşleri gibi yazarım Haliç'i" diyor. İmzaladığı ve Beenmaya'nın hediye ettiği kitabı bir solukta okudum bu sabah. Hakikaten de dediği gibi yazmış kitabı. Anılar ve şiirler bir arada.
Bu serinin, sayısı artık 80'i yakalamış her bir kitabı ayrı bir İstanbul macerasına birinci elden tanıklık edenlerle keyifli bir sohbet demek. Kesinlikle edinilmeli, artık her yerde bulabiliyorsunuz üstelik.
2. Boğaziçi Kitap Günleri 15-21 Eylül 2011 tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi Harbiye'de düzenlendi. Sessizliği ve kitapları seviyorsanız göz atmanızı önreririm.
Fotoğraf: 2. Boğaziçi Kitap Günleri - D.M.
17 Eylül 2011 Cumartesi
Kedi Dili - 1
16 Eylül 2011 Cuma
Kadından Don Kişot Olur mu?
15 Eylül 2011 Perşembe
Bir Şairin ve Bir Bestekarın Sırrı
Bıyığın Böylesine de Pes Doğrusu !
13 Eylül 2011 Salı
Küçük Şeyler
- "Nasılsın? İyi misin?" diye sorarsın
- "İyiyim" der.
- "Ne var, ne yok?" sorusu gider gelir karşılıklı.
- "Hiiiç, ne olsun? yanıtı yankılanır ayaküstü.
Halbuki ayak üstü söylemeye değer bulmadığın aslında çok önemli şeyler de yaşanmıştır arada. Hatta bir çırpıda akla gelmeyen bir sürü küçük şey olmuş bitmiştir her ikinizin de hayatlarında.
Mesela;
- TV izlerken, karşısında uyuya kalmak.
- İnternetten yemek sipariş etmek.
- Vapur yaklaşırken, hemen iskeleye atlamak.
- Şeftali reçeli yemek.
- Hep aynı kitabı okumak, bitirince yeniden başlamak.
- Yolda durup bir eylemi, ya da eylemsizliği izlemek üzere bakakalmış insan kalabalığına karışıp kayıtsızca izlemek. Gördüklerine dair yorumlar yapmak. Öyle olmadı böyle oldu diye fikrini empoze etmeye çalışanlara; "Görünen köy kılavuz istemez" demek.
- Misafir edildiğin her sofrada sunulan her yemeğin tarifini almak.
- Şehirdeki bütün parklara en azından bir kez gitmiş olmak.
- En yakın arkadaşının arkandan dolaplar çevirmesi, seneler sonra bunu anlamış olmak.
- Davet edildiğin bir yemekte zehirlenmek.
- Duş alırken şarkılar söylemek.
- İnsanlar sana yalan söylerken gözlerinin içine baktığın anda yalanı anlamana rağmen anlatılanları dinlemeye devam etmek.
- Ayaküstü sohbet ettiğin kişi arkandan dedikodunu yapmamasını garantilemek için koktyel bitinceye kadar dibinden ayrılmamak.
- Yanında bir davet boyu dineldiğin için seni dedikoducunun arkadaşı sanmaları.
- Bilmediğin halde kahve falı uydurmak.
- Buna rağmen... Sonradan çıkma ihtimali var diye yanındaki kimseye rüyalarını anlattırmamak.
- Rüyada gördüğün bir kişiyi gerçek sanmak.
- Gerçekten yaşadığın bir olayı rüya sanmak.
- Çekirdek yemek konusunda muazzam bir hız kazanıp serileşmek. Bu eylem esnasında çıkarttığın sesin farkında olmamak.
- Terliklerin arkasını sürüye sürüye yolda yürümek. Çıkan sesin insanları deli etmesi.
- Ve bir sürü vesaire daha....
Büyük şeyler hep oluyor da işte böyle böyle küçük şeyler de var hayatta. Anlatabiliyor muyum?