22 Eylül 2011 Perşembe

Beyaz

Cengiz Santurcu 30’lu yaşlarının sonunda, evli ve bir çocuk babasıydı. Çalıştığı kurumda en kestirmeden bu sözle tanıtılırdı. Çalıştığı birimin başına yönetmen birkaç ay önce yönetmen olarak atanmıştı. Yakışıklı sayılabilecek, uzun boylu bir adamdı. Dörtbuçuk derece miyop gözlüklerinin arkasında iki zeki mavi göz pırıldardı. Kurumun personel müdürlüğü dosyalarında adının karşısında bir de mali tahlilci ve ikinci derece İngilizce bilir ifadeleri yazılıydı. Bunlar iyi şeylerdi. Çünkü Cengiz bir işkolikti. Tüm işkolikler gibi işine özel hayatından daha fazla önem verirdi. Yani evde işler pek yolunda gitmiyordu. Son yıllarda ne dese, ne yapsa evde ayrı bir kavga çıkar olmuştu. Ve Cengiz siz bu satırları okuduğunuz sırada ölüyordu.

Son bahar yağmurları başlamadan babadan miras kalan evi bir kez ziyaret etmişti. Bahçedeki otlar büyümüştü. Komşularının evi ise daha berbat görünümdeydi. Kızları intihar ettiğinden beri bu evin içinde kimse bir hareket görmemişti. Yine de bakışları o evein üzerinde şöyle bir gezerdi. Bir anne ve baba için evlatlarını kaybetmek büyük bir acı olmalıydı. Hem de intihar şekli. Hatırlamak istemediği bu düşünceyi kafasında uzaklaştırmak ister gibi rüzgarda dağılan saçlarını düzelti. Baba evine bir adım daha attı. Çocukken neşe ile yürüyüp geçtiği, bahçedeki kısacık yolu ağır adımlarla geçti. Cebinde çıkardığı anahtarları kilide uydurmaya çalışırken arkasında o sesi duydu.

Yüreğinde davullar çalmaya başlamıştı. Ayakları yerden kesildi. Kapının önüne düşerken başı kapının önündeki eşiğe çarptı. Her yer bembeyaz olmuştu. Daha önce de bayılmıştı Cengiz. Yere usulca, kayar gibi düşmüştü. Başını çarptığı anda;

“Her yer bembeyaz oldu, demek ki bayılıyorum” diye düşünürken her şey silikleşti, aydınlandı. Kendisini o beyazlığın içine bıraktı. Baygın geçirdiği birkaç saniye içinde hayatının değiştiği o günü yeniden yaşadı.

Birkaç sene önce, okuldan çok yakın bir kız arkadaşının annesi, Selin teyze, alışveriş merkezinde merdivenlerden düşerek kalçasını kırmıştı. Bir gün işten çıkışta bir demet çiçek alarak hasta ziyaretine gitmişti. Fala, falcılara, hayaletlere, ruhlara gülüp geçen bir kişiydi. O gün hastayı ziyarete gelen yalnızca kendisi değildi. Yaşadığı kentin ünlü falcılarından birisi de oradaydı. Adamın ününün farkında değildi. Adamın albino olması dışında başka bir özelliği olmadığını sanmıştı ilk başta. Ama adam o gün orada Cengiz’in önce kahve falına bakmış ve arkasından suya bakarak genç adamın geleceğini okumuştu. İnanmıyordu ama beyaz saçlı, beyaz tenli adamın sözleri onu etkilemişti.

Çok yakın bir gelecekte olacakları, isimler, tarihler ve yerler vererek anlatmıştı. Ardından durun demesine kalmadan, bir de suya bakmıştı onun için. Asıl korkutanlar suda gördükleri oldu. Yakın gelecekteki başarılı, mutlu günlerin ardından onu bekleyen inanması güç tehlikeleri saymıştı. Trafik kazası, bir başka minik trafik kazası, eve giren bir hırsız ve son olarak onu bekleyen iğrenç bir ölüm şekli. İnanmak istememişti duyduklarına ama korkuyordu.

Adam onu bu olacaklardan koruyabileceğini söylemişti. “Az evvel odada konuşmadan otururken yabancısı olmadığım, başkalarına garip gelen bir hissin işareti ile gözlüklerimi çıkardım ve size baktım. Arkanızda duran karanlık işaretleri gördüm. Çok güçlü büyüler altındasınız. Ama çözebilirim. Dediklerimi harfiyen uygularsanız tehlikeleriz beraber defederiz” demişti.

Zİuaret bitip de ayrılınca tereddüt içindeydi. Bir hafta sonra arkadaşı Pelin’in evine gidip Beyaz adamın hazırladığı paketi almıştı. Eve gelince karısı güldü onun bu işlere bulaşmasına. Ufak bir tartışma geçmişti aralarında.

“Bunlar hep para tuzağı”

“Adam para almadı benden”

“Bedavaya günahlarını vermez onlar, vardır bir menfaati”

“Mesleki gurur yaptı canım, zor bir büyüyü kaldıracak”

“Sen de yedin bu mavalı, başımıza iş açma da”

Sonra çalışma odasına çekilip paketi açmıştı. İçinden bir şişe su, bir kutu kesmeşeker çıkmıştı. Adamın düzgün bir el yazısı ile yazdığı kağıtta da bir takım dualar ve talimatlar yazılıydı. Su her sabah birer bardak içilecek ve ilk iki dua yedi kez okunacaktı. Ayrıca kırk gece yatmadan okunacak dualar vardı. Dualar okunduktan sonra, bir kesme şeker ağza alınacak çiğnemeden erimesi beklenecekti.

Adam şekerleri bitirdiği gün büyük bir rahatlama hissetmişti. Arkasından, adamın söylediği tarihlerde beklenen olumlu olayların hepsi birer birer, sırasıyla gerçekleşti. Karısının, kendisinin terfileri, piyangodan çıkan minik bir servet, eşine yüzünü görmedikleri bir akrabadan kalan miras hayatlarını kolaylaştıran olumlu gelişmelerdi. Umulan kazalar ve hırsızlıklar gerçekleşmeyince adam kötülüklerden tamamen arındığını düşünmüştü. Ölümünün bir köpeğin saldırmasıyla olmasını hiçbir insan kendisine yakıştıramazdı.

Cengiz birkaç saniyelik baygınlığından ayılırken yine önce beyazlıklara açtı gözünü. Önce sesleri işitmeye başladı. Yüzündeki yalıcı nefesi ve yabani hırıltıları duydu. Gözlerini açınca komşunun iri köpeği ile burun buruna geldi. Köpek merakla yere düşen adamı inceliyordu. Adamın mantıklı olacak hali yoktu kalbinin ritmi düzensizdi, nefes alamıyordu, ensesinden başlayan bir ağrı aniden bütün sol tarafını sardı. Garip bir şekilde bütün bu olanları bir düzmece olduğunu, Albino’nun kendisine yardım için değil, kötülük olsun diye bir büyü yaptığını düşündü, parasını da elbette sevgili arkadaşı Pelin vermişti. En büyük korkusunun eşliğinde ilk ve sonuncu kalp krizini geçirdi Cengiz. Baba evinin kapısındaki cansız beden köpeğin ilgisini çekmiyordu artık. Hayvan arkasını dönerek bahçe kapısından çıktı ve gitti.



Kolaj: Beyaz - D.M.

2 yorum:

  1. başımıza gelmesinden korktuklarımız, gerçeklerden daha korkunç olabiliyor.

    YanıtlaSil
  2. ve seri başladı hadi bakalım :))

    YanıtlaSil

Yorumlar