Senelerce senelerce önce bir deniz ülkesinde, sarışın bir prenses yaşardı. İsmi çok güzeldi ama prenses lanetliydi. İsmini söyleyen kimse taş olurdu, o yüzden kimse ismi ile seslenemezdi, sadece “prensesim” derlerdi. O herkesin prensesiydi.
Sarışın Prenses, gerinerek uyandı yatağında. Hizmetkarlar atlas perdeleri açınca kuvvetli bir ışık seli aktı içeriye. Prenses evlenmek üzereydi. Bu saraydaki günleri sayılıydı. Hizmetkarları uyanan prensesin etrafında toplanıp geceliğini çıkartarak, altınlarla, simli kurdelelerle süslü elbisesini giydirdiler. Prenses aynaya baktı, peri kızı gibi olmuştu. Aynadaki aksine hüzünle gülümsedi. Sarışın prenses balkona çıktı, aşağıda onu görmek için bekleyen kalabalığa el salladı. Onlara gül buketleri savurdu. Kütüphanede oturuyor hizmetkarlarına fal baktırıyordu. Kütüphanede onlarca ülkeden gelen kitaplarda yazılanlar prensesin sapsarı saçlarından yakalamış onu çekiyorlardı ama prenses bunu bilmiyordu.
Prenses çok mutluydu ama birisi ismini söylesin istiyordu, isminin söylenmesine hasret kalmıştı. İsmini duyamamak mutluluğuna gölge düşürüyordu. Bazı günler sarayın koridorlarında koşar, koşarken ismini haykırırdı. Upuzun mermer koridorlarda sesi yankılanır yankılanır geriye dönerdi. Prenses birisi onu çağırıyormuş gibi hayaller kurardı. Ülke bolluk ve refah içindeydi, mutlu bir nüfus uyum içinde yaşıyordu.
Masallarda; kral ve kraliçeler, veliaht prenslerine eş seçerken, aday prenseslerin gerçekten nazik, kibar, duyarlı ve fiziki yönden hassas olup olmadıklarını ölçmek için bezelye testinden geçirirler; bunu gerçekleştirmek için önce, onlarca kuştüyü döşek, kaztüyü yastık ile çok rahat bir yatak oluşturup en alttakine bir adet bezelye yerleştirirler, kıza iyi uykular dileyip bu yatağa yatırırlardı. Eğer kızcağız rahat rahat uyursa onu beğenmez, kendisine karşı tavır takınırlar, ancak gözünü uyku tutmaz sabaha kadar kukumav kuşu gibi oturusa onun gerçekten prensesliği hakettiğini düşünür, oğullarına ister, bağırlarına basarlardı. Sayısı onbinleri aşan kitapları ile hayli zengin bir saray kütüphanesi emrine amadeydi ama sarışın prenses bunu bilmiyordu.
Sarışın Prenses nişanlısının sarayında sabahın ilk ışıkları ile yataktan aşağıya süzüldü, hizmetkarları beklemeden kendi kendine giyindi. Oda kapısını açınca gecelik ve takkeleri içindeki Manolya Kralı ve Kraliçesi, nişanlısı Manolya Prensi, müstakbel görümcesi Manolya Prensesi ile burun buruna geldi. Kraliyet ailesi hep bir ağızdan “Günaydın” diye bağrıştılar. Sarışın Prenses de “günaydın” deyince, Kraliçe yumuşak bir ses tonu ile sanki vereceği cevap hayat memat meselesiymiçesine ciddi biçimde, adeta içi giderek sordu “İyi uyudunuz mu prensesim?”. Prenses bir düşündü, ayıp olmasın diye evet diyecekken, fikrini değiştirdi. “Hayır haşmetmeabları iyi uyumak şöyle dursun bir dakika bile gözümü kırpmadan bütün gece tavanlara baktım” dedi. Bu yanıt üzerine kraliyet ailesi mutluluk ile havalara sıçradı.
Döneminin en olabilecek en hızlı imkanları kullanılarak izdivac yerine getirildi. Prenses baba sarayına son kez el sallayıp ayrıldı, Prenses veda ederken gözlerinden üç damla yaş süzüldü. Bu yaşlar gökyüzünden, mutluluğu arayan insanların üzerine düştü. Prensesin adını hiç kimse söyleyemedi.
Kemeraltı güne her zamanki gibi erken başlıyordu. Küçük kamyonetlerle gelen mallar dükkanların önüne indiriliyor, kuş bakışı, dikkatli bakıldığında bu büyük pazar yerinin, iç içe geçmiş tekerlekler biçiminde yapılaştığı anlaşılıyordu. Eski binalardan oluşuyor bir çivi çakılması için Yüksek Anıtlar Kurulunun izin vermesi gerekiyordu. İşte o izin kolay çıkmadığı için tamire hasret Kemeraltı günden güne eriyen bir krallık gibi tükeniyordu.
Esmer Prenses, griye dönmüş boyaları dökülen odasında uyuyordu. Uyurken titriyordu, rutubet duvarlarda kirli izler bırakıyordu. Prenses çok mutsuzdu ama o bunu bilmiyordu.
Esmer Prensesi ilk gördüğümde haber bültenine dolgu maddesi olmuştu. Popstar yarışması furyası başlamak üzereydi. Bu daha ilk yarışmaydı. Ülkenin dört bir yanından genci yaşlısı popstar yarışmasının ön elemelerine katılmak için geceyarısında büyük şehirlerdeki büyük otellerin önünde sıralara giriyor, sabaha kadar bekliyor, sabah da beklemeye devam ediyor, sıra kendisine gelince Deniz Seki, Ercan Saatçi, Armağan Çağlayan, Ahmet San gibi isimlere kendini beğendirmeye çalışıyor, onlara bir şarkıdan birkaç kuple söylüyordu. Yarışmanın ön elemeleri içinde egzantrik kişiliği ve özenli giyimi ile dikkat çekti prenses, sesi kötüydü. Etrafına üşüşen muhabirlere kırkı yıllık sanatçı edası ve mükemmel telafuz ettiği Türkçesi ile yanıtlar veriyordu. İsmini soranlara “ben prensesim” diyordu. Saatlerce sırada beklerken gülen yüzü mülakat çıkışında darmadağın olmuştu. Şaşırmıştı dudakları titriyordu. “Nasıl olur?” diye sordu dışarıdaki kalabalığa, gazeteciler bile kadının üzüntüsünden etkilenmişlerdi. “Üzülme Prensesim bu bir oyun” dedi bir gazeteci. “Ama ben prensesim!!! Ama ben çok güzel şarkılar söylerim” derken gözleri şaşkınlıkla açılmış, dudakları kederle büzülmüştü. Prenses çok şıktı, daha ödenecek çok taksidi vardı. Kalabalığın arasına başı önde karışırken gazeteci ordusu peşine takılacak başka bir kişiyi bulmuştu bile çoktan.
Prensesi canlı olarak ilk gördüğümde Kemeraltı’nın arka sokaklarında telaş içinde yürüyordum. Uzunca bir yolun sonunda esmer bir kadın avaz avaz şarkı söylüyordu. Şarkı arabesk fantezi türündeydi. Şadırvanın orda durmuş, omzuna hoparlörleri olan bir kasetçalar yerleştirmiş sanki sahnede gibi rahat tavırlar içinde devam ediyordu. Yanında geçerken dikkatle kulak verdim; “bir sevgilim olsa fena mı olurdu yani” sözlerini seçebildim. Kasetçalardaki başka bir şarkının melodisi üzerine kendi sözlerini uyduruyordu. Çok şıktı, tertemizdi, dış görünümünde tepeden tırnağa bir özen hissediliyordu, siyah elbisesinin üzerinde iri iri puanlar vardı. Manifaturacı dükkanının kapısında duran dükkan sahibi ağzına soktuğu kürdan parçasını ısırırken söyleniyordu “Tövbe tövbe, delinin zoruna bak” , Karşı dükkandan turşucunun on, onbir yaşlarındaki oğlu içeriye bağırdı “Anne yetiş, Prenses yeni şarkı söylüyor”
Koyu bir akşam üzeri Kemeraltı’ndan çıkışta gördüm yine Prensesi, her zamanki gibi bakımlı, şık, kibardı. Kemeraltından çıkıp akşamın karanlığına karışmak üzere olan insan seline sesleniyor, “İyi akşamlar efendim”, “Tekrar bekleriz efendim” “Şeref verdiniz efendim” sözleri ile onlarla vedalaşıyordu. Prenses veda ederken sesi titriyordu.
Kemeraltı’nda yaşayan bir prenses var. Gerçek hikayesini kimseler bilmiyor.
Prenses kendi ülkesinde çok mutlu. Prensesin şarkıları var, tebası var, onu sevenler var, kötülükler prensese değmeden yanından geçiyor. Kemeraltı’nın Prensesi, her gün başka bir şarkıya imza atıyor. İmzası havada dağılıp seslerin dünyasına karışıyordu.
Sarışın Prenses, gerinerek uyandı yatağında. Hizmetkarlar atlas perdeleri açınca kuvvetli bir ışık seli aktı içeriye. Prenses evlenmek üzereydi. Bu saraydaki günleri sayılıydı. Hizmetkarları uyanan prensesin etrafında toplanıp geceliğini çıkartarak, altınlarla, simli kurdelelerle süslü elbisesini giydirdiler. Prenses aynaya baktı, peri kızı gibi olmuştu. Aynadaki aksine hüzünle gülümsedi. Sarışın prenses balkona çıktı, aşağıda onu görmek için bekleyen kalabalığa el salladı. Onlara gül buketleri savurdu. Kütüphanede oturuyor hizmetkarlarına fal baktırıyordu. Kütüphanede onlarca ülkeden gelen kitaplarda yazılanlar prensesin sapsarı saçlarından yakalamış onu çekiyorlardı ama prenses bunu bilmiyordu.
Prenses çok mutluydu ama birisi ismini söylesin istiyordu, isminin söylenmesine hasret kalmıştı. İsmini duyamamak mutluluğuna gölge düşürüyordu. Bazı günler sarayın koridorlarında koşar, koşarken ismini haykırırdı. Upuzun mermer koridorlarda sesi yankılanır yankılanır geriye dönerdi. Prenses birisi onu çağırıyormuş gibi hayaller kurardı. Ülke bolluk ve refah içindeydi, mutlu bir nüfus uyum içinde yaşıyordu.
Masallarda; kral ve kraliçeler, veliaht prenslerine eş seçerken, aday prenseslerin gerçekten nazik, kibar, duyarlı ve fiziki yönden hassas olup olmadıklarını ölçmek için bezelye testinden geçirirler; bunu gerçekleştirmek için önce, onlarca kuştüyü döşek, kaztüyü yastık ile çok rahat bir yatak oluşturup en alttakine bir adet bezelye yerleştirirler, kıza iyi uykular dileyip bu yatağa yatırırlardı. Eğer kızcağız rahat rahat uyursa onu beğenmez, kendisine karşı tavır takınırlar, ancak gözünü uyku tutmaz sabaha kadar kukumav kuşu gibi oturusa onun gerçekten prensesliği hakettiğini düşünür, oğullarına ister, bağırlarına basarlardı. Sayısı onbinleri aşan kitapları ile hayli zengin bir saray kütüphanesi emrine amadeydi ama sarışın prenses bunu bilmiyordu.
Sarışın Prenses nişanlısının sarayında sabahın ilk ışıkları ile yataktan aşağıya süzüldü, hizmetkarları beklemeden kendi kendine giyindi. Oda kapısını açınca gecelik ve takkeleri içindeki Manolya Kralı ve Kraliçesi, nişanlısı Manolya Prensi, müstakbel görümcesi Manolya Prensesi ile burun buruna geldi. Kraliyet ailesi hep bir ağızdan “Günaydın” diye bağrıştılar. Sarışın Prenses de “günaydın” deyince, Kraliçe yumuşak bir ses tonu ile sanki vereceği cevap hayat memat meselesiymiçesine ciddi biçimde, adeta içi giderek sordu “İyi uyudunuz mu prensesim?”. Prenses bir düşündü, ayıp olmasın diye evet diyecekken, fikrini değiştirdi. “Hayır haşmetmeabları iyi uyumak şöyle dursun bir dakika bile gözümü kırpmadan bütün gece tavanlara baktım” dedi. Bu yanıt üzerine kraliyet ailesi mutluluk ile havalara sıçradı.
Döneminin en olabilecek en hızlı imkanları kullanılarak izdivac yerine getirildi. Prenses baba sarayına son kez el sallayıp ayrıldı, Prenses veda ederken gözlerinden üç damla yaş süzüldü. Bu yaşlar gökyüzünden, mutluluğu arayan insanların üzerine düştü. Prensesin adını hiç kimse söyleyemedi.
Kemeraltı güne her zamanki gibi erken başlıyordu. Küçük kamyonetlerle gelen mallar dükkanların önüne indiriliyor, kuş bakışı, dikkatli bakıldığında bu büyük pazar yerinin, iç içe geçmiş tekerlekler biçiminde yapılaştığı anlaşılıyordu. Eski binalardan oluşuyor bir çivi çakılması için Yüksek Anıtlar Kurulunun izin vermesi gerekiyordu. İşte o izin kolay çıkmadığı için tamire hasret Kemeraltı günden güne eriyen bir krallık gibi tükeniyordu.
Esmer Prenses, griye dönmüş boyaları dökülen odasında uyuyordu. Uyurken titriyordu, rutubet duvarlarda kirli izler bırakıyordu. Prenses çok mutsuzdu ama o bunu bilmiyordu.
Esmer Prensesi ilk gördüğümde haber bültenine dolgu maddesi olmuştu. Popstar yarışması furyası başlamak üzereydi. Bu daha ilk yarışmaydı. Ülkenin dört bir yanından genci yaşlısı popstar yarışmasının ön elemelerine katılmak için geceyarısında büyük şehirlerdeki büyük otellerin önünde sıralara giriyor, sabaha kadar bekliyor, sabah da beklemeye devam ediyor, sıra kendisine gelince Deniz Seki, Ercan Saatçi, Armağan Çağlayan, Ahmet San gibi isimlere kendini beğendirmeye çalışıyor, onlara bir şarkıdan birkaç kuple söylüyordu. Yarışmanın ön elemeleri içinde egzantrik kişiliği ve özenli giyimi ile dikkat çekti prenses, sesi kötüydü. Etrafına üşüşen muhabirlere kırkı yıllık sanatçı edası ve mükemmel telafuz ettiği Türkçesi ile yanıtlar veriyordu. İsmini soranlara “ben prensesim” diyordu. Saatlerce sırada beklerken gülen yüzü mülakat çıkışında darmadağın olmuştu. Şaşırmıştı dudakları titriyordu. “Nasıl olur?” diye sordu dışarıdaki kalabalığa, gazeteciler bile kadının üzüntüsünden etkilenmişlerdi. “Üzülme Prensesim bu bir oyun” dedi bir gazeteci. “Ama ben prensesim!!! Ama ben çok güzel şarkılar söylerim” derken gözleri şaşkınlıkla açılmış, dudakları kederle büzülmüştü. Prenses çok şıktı, daha ödenecek çok taksidi vardı. Kalabalığın arasına başı önde karışırken gazeteci ordusu peşine takılacak başka bir kişiyi bulmuştu bile çoktan.
Prensesi canlı olarak ilk gördüğümde Kemeraltı’nın arka sokaklarında telaş içinde yürüyordum. Uzunca bir yolun sonunda esmer bir kadın avaz avaz şarkı söylüyordu. Şarkı arabesk fantezi türündeydi. Şadırvanın orda durmuş, omzuna hoparlörleri olan bir kasetçalar yerleştirmiş sanki sahnede gibi rahat tavırlar içinde devam ediyordu. Yanında geçerken dikkatle kulak verdim; “bir sevgilim olsa fena mı olurdu yani” sözlerini seçebildim. Kasetçalardaki başka bir şarkının melodisi üzerine kendi sözlerini uyduruyordu. Çok şıktı, tertemizdi, dış görünümünde tepeden tırnağa bir özen hissediliyordu, siyah elbisesinin üzerinde iri iri puanlar vardı. Manifaturacı dükkanının kapısında duran dükkan sahibi ağzına soktuğu kürdan parçasını ısırırken söyleniyordu “Tövbe tövbe, delinin zoruna bak” , Karşı dükkandan turşucunun on, onbir yaşlarındaki oğlu içeriye bağırdı “Anne yetiş, Prenses yeni şarkı söylüyor”
Koyu bir akşam üzeri Kemeraltı’ndan çıkışta gördüm yine Prensesi, her zamanki gibi bakımlı, şık, kibardı. Kemeraltından çıkıp akşamın karanlığına karışmak üzere olan insan seline sesleniyor, “İyi akşamlar efendim”, “Tekrar bekleriz efendim” “Şeref verdiniz efendim” sözleri ile onlarla vedalaşıyordu. Prenses veda ederken sesi titriyordu.
Kemeraltı’nda yaşayan bir prenses var. Gerçek hikayesini kimseler bilmiyor.
Prenses kendi ülkesinde çok mutlu. Prensesin şarkıları var, tebası var, onu sevenler var, kötülükler prensese değmeden yanından geçiyor. Kemeraltı’nın Prensesi, her gün başka bir şarkıya imza atıyor. İmzası havada dağılıp seslerin dünyasına karışıyordu.
Dün başka bir prenses şarkılarına veda ederek ayrıldı aramızdan. Alışılmadık bir prensesti o da. Sessiz sedasız veda etti bu dünyaya. Son 25 yılın ses getiren şarkılarına da, klasikleşmiş şarkılarına da imza atmış, zeki, hazırcevap, yalansız dolansız bir prensesti. Prenses veda ederken İstanbul'da kar vardı.
Aysel Gürel’i sevgiyle anıyoruz.
Sevgili Vladimir, kimmiş bu Esmer Prenses merak ettim. İzmir'in otobüs garajından geçmişliğim vardır ama hiç bilmem İzmir'i. Esmer Prensesin yaşadığı Prensesli Kemeraltı'yı görmek istedim yazıyı okuyunca.
YanıtlaSilAlışılmadık Prensesimizi kaybetmemize çok üzüldüm. Kesinlikle şarkılarında ve kalplerimizde yaşayacak.
Evet ya, böyle birisi var. Dışarıda görsen şarkı söylemediği müddetçe son derece şık, güleryüzlü, kibar, kendi halinde, sessiz, sakin bir kadın olduğunu düşünürsün.
YanıtlaSilKemeraltı, Konak meydanı ve meşhur saat kulesinin arkasında kalan yaklaşık 14.000 adet esnafın olduğu, tarihi özellikleri ön plana çıkmış adeta istanbuldaki kapalı çarşının açık olanı. Çok canlı cıvıl cıvıl bir yer.
Aniden hanım hanımcık bir kadın çıkıyor ve yine aniden şarkı söyleyip, gülücükler yollayıp, göbek atmaya başlıyor.
Oldukça acıklı bir görüntüsü var aslında. Ve kendini prenses sanıyor, herkes ona prenses diyor.
Enteresan.
vladimir.....slm bu yazdıgın yazı hakkında konusmak ısterdım ama burda degıl....ı mail adresım dejavu_lord@hotmail.com bana mj atarsan sevınırım ıı gunler....
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil