İlkokul beşinci sınıfta, gitar çalmaya merak saldım. Komşu çocukları Soner ve Filiz'in anneleri onlara gitar alınca başladı merakım. Filiz'i gitar kursuna yazdırdılar, kurstan gelince öğrendiklerini bana anlatıyor ikimiz gitarı paylaşa paylaşa egzersiz yapıyor kendimizce tıngırdatıyorduk. Bir gitarım olmasını istiyor, hayalimde koskoca bir salonda gitarımla doktor jivagonun film müziğini çalıyordum. İzleyiciler mutluluktan ağlıyordu. Onların ağladığını gördükçe daha bir coşkuyla vuruyordum tellere. Şarkı biterken ben de seyirciler de gözyaşları içinde kalıyorduk. Anneme "anne ben de bir enstrümanım olsa akşamları size çalsam ne iyi olur değil mi?" gibi manasız sorular sorarak müziğe istidadıma dair sinyaller veriyordum kendimce. Yaklaşan doğum günü tarihimi de hesaba katarak bu manasız soruları sorma sıklığımı arttırmıştım.
Derken doğum günüm geldi. Bizimkiler bana aniden mandolin hediye ettiler. Hiç beklemiyordum. Gözlerim birden doldu. Bizimkiler bunu sevinç gözyaşı sanıp biribirlerine bakıp mutluluk içinde sarıldılar.
Sabah istediğim mucize gerçekleşmişti, soğuyan teller iyice gerilmiş, mandolinin ahşap boynu kırılmıştı.
Derken doğum günüm geldi. Bizimkiler bana aniden mandolin hediye ettiler. Hiç beklemiyordum. Gözlerim birden doldu. Bizimkiler bunu sevinç gözyaşı sanıp biribirlerine bakıp mutluluk içinde sarıldılar.
Mandolinimi, hiç sevemedim. Ya da sevemedim mandolinimi. Hakikaten cümleyi öyle de kursam böyle de kursam sevmiyordum onu. Gitar hayali kurarken kucağıma bırakıldığı için onu hep bir üvey evlat olarak gördüm. Bir kere çok küçüktü, sonra gitarınki gibi dolgun bir sesi değil daha ince sesi vardı. En önemlisi tremola yapmak gerekiyordu. Ben tremola nedir bilmiyordum. Ve üstelik bana aniden mandolin hediye edilmesine hiç alışkın değildim. Bana hayalini kurduğum bir şey alınırsa sevinebiliyordum ancak. Ev halkı tremola bilmediğim gerekçesiyle enstrüman çalmayışımdan ötürü, beni önce nankör olmakla, sonra kadir kıymet bilmemekle suçlayıp hemen arkasından en yakındaki mandolin kursuna yazdırdılar.
En yakındaki kurs ne yazık ki Filiz'in Kursu ile aynı okuldaydı. Çocuk kalbim kıskançlık ve üzüntü karışımı bir kederle boğuşadursun, kursa beraber gidiyor, o gitar sınıfına ben mandolin sınıfına devam ediyorduk. Onların sınıfından dolgun, boğuk, enfes ve neşeli akorlar yükselirken bizim sınıftan incecik tremola sesleri üzüntü içinde okulun boş koridorlarına dağılıyor, can havli ile merdivenleri aşıp kendilerini okulun bahçesine bırakıyor orada oyunlar oynuyorlardı. Sesler almış başını giderken biz oniki adet 10 yaşındaki keder ortağı küskün gözlerle sağa sola bakıyor birbirimizle gözgöze gelmemeye çalışıyorduk.
Tremola yapmaktan parmaklarım su toplamıştı. Parmaklarım su topladıktan sonra - ki ilk derse tekabül eder - kursun her dakikası ayrı bir çin işkencesi gibi gelmeye başladı bana. Kurs dönüşlerinde Filiz'in beynini yıkayıp onu gitarından nefret ettirmek ve mandolinin ne kadar mükemmel bir şey olduğuna inandırmak için dil döküyordum. Bu malesef işe yaramıyordu. Mandolinden onu nefret ettireyim derken, kendim iyice nefret eder olmuştum. Kara sevda diye bir şey duymuştum anlamını bilmiyordum, ama eğer kara nefret diye bir şey vardıysa eğer benim mandoline karşı hislerim olsa olsa kara nefret olabilirdi ancak.
Sömestre tatilinde "Re la si la fa sol la" diye başlayıp "sen yüce bir dağısın..." diye sevam eden şarkıyı gayet güzel tremolalarıyla beraber mükemel çalabiliyordum ve eve gelen misafirlere, annemin "Vladimir evladım, hadi amcalara teyzelere çal bakalım Ilgaz'ı!" ricası üzerine adeta bir müzik kutusu gibi kurulmuşçasına aynı mükemmeliyetteki ve ruhsuzluktaki icraamı yapıyor, her bir notaya vuruşumda hayalimde o mandolini yere atıyor üstünde zıp zıp zıplıyor ya da mandolini yakarken karşısına geçip kahkahalar atarak gitar çalıyordum. Şarkı bitince misafirlerimiz bana hayran kalıyor, onlara mağrur bakıp tebriklerini kabul ediyor, içimden "hıh diyordum siz beni gitar çalarken göreceksiniz asıl". Derken sömestre tatili bitmeden kısa bir süre önce, bir gün aniden ilkokul dördüncü sınıfta öğrendiğimiz bir deneyi evde uygulamaya karara verdim. Denemekten zarar gelmezdi, mandolinin tellerini iyice gerdim, kış geceleri uzun olur, uzunundan bir gece mutfağın yan tarafındaki kilere bıraktım. Evimiz Yeni Leventteydi. Mutfak balkonunu iptidai biçimde kapatarak yapılan kiler buz gibiydi. Yatağıma yatarken bir sene önce fen dersinde öğrendiklerimin gerçekleşmesi için dua ettim.
Sabah istediğim mucize gerçekleşmişti, soğuyan teller iyice gerilmiş, mandolinin ahşap boynu kırılmıştı.
Mandolinimden böyle kurtuldum işte. :)
Demek ki bu fen bilgisi dersindeki deneylerin gerçek hayatta kullanılabilirliği varmış. :) Acıdım mandoline.
YanıtlaSilBu arada benim de ilk ve ortaokul yıllarımda müziğe bir yeteneksizliğim vardı ki sormayın. Yalnızca dersten geçmek için Ilgaz parçasını zar zor öğrendim.
:) evet düşünsene yıllarca mandolin dersi almak zorunda kalabilirdi bu imha olayı ger
YanıtlaSilçekleşmese. Benim bir de flüt faciam vardır onu da yazayım bir gün. :))
ben benim mandolini kaloriferin yanında unutuvermiştim :) tamburu çattadanak ayrılmıştı. pişmen değilim. mersi.
YanıtlaSilBen de sevemedim mandolini. Annem gitara başlamadan önce mandolin çalmam gerektiğini düşünmüştü. Bu arada baleye de gidiyordum, ve başlarda mandolinden rahatsız değildim.
YanıtlaSilNe zaman ki ciddi hastalandım ve annem beni baleden aldı, mandoline düşman oldum. Hastalığım nedeni ile epey de geride kalmıştım. Madem sen beni baleden aldın, ben de mandolini bırakıyorum diye tipik bir "papaza kızıp oruç bozma" hareketiyle müziği bıraktım. Pişman değilim diyemiyorum...
Şule;
YanıtlaSilÇocukluk tepkileri işte :)
Ama mandolin parmakları feci biçimde zorluyor ilk başlarda o yüzden çocukların sevmemesi normal.
Çocukluk anılarını seviyorum.
YanıtlaSilN.Narda;
YanıtlaSilBen de severim, çocukluğu anlatan kitaplar, filmler de sevdiklerimdendir. Küçükken büyüklerimin etrafında dolanır onalra yalvar yakar çocukluk anıları anlattırırdım. :)