Öykü ya da roman okurunun en büyük hatası, sevdiği yazarın satırlarında kendi şahitliklerini ya da kendi başından geçenleri anlattığı düşüncesine kapılmasıdır. Ama kurgu karakterler yazarın kafasının içinde yarattığı belki yıllar boyunca üzerlerine ekleye ekleye detaylandırdığı kişilerdir. Onlar yaşayan kişilerden daha gerçek biçimde ete kemiğe bürünebilir bazen. Bir başını eğiş, başını eğerken saçının alnına dökülüşü, alnındaki çizgilerin endişe ile kırışmış olması gerçek yaşamdan alınmış fotoğrafik alıntılar biçiminde okurun gözünde canlandırmasına yardımcı olabilir. Karakterin iç sesi ise yazarın o karakterle olan yolculuğunda şekillenir, derinlik kazanır. Yazar bazen çok uzun süre, bazen de kısa bir sürede zihninde şekillendirdiği karakteri kağıda/ ekranına taşımaya başladığı andan itibaren ise o karakter alır başını gider. Artık yazarın değildir. O özgür bir bireydir. Bir maceranın içinde bırakılmıştır, Yazarın kafasında şekillendirdiği diğer karakterler ile karşılaşmaya, yazarın ona uygun gördüğünü zannettiği ancak yazarın dahi sonunu bilmediği yazgısını yaşamaya hazırdır. Yazar yarattığı karakterlerin bazen nerelerden geçeceğini bilebilir ama o da yazarken birer kurgudan ibaret kişilerin aklından geçenleri, tepkilerini resmedebilmek için oradadır.
Ben yazar değilim, ama işten güçten fırsat buldukça yazma denemelerine girişen bir serüvenciyim. Bir müddettir çalışmadığım için bu serüven hayatımda biraz daha fazla yer kaplamaya başladı o kadar. Aslında bir internet oyunu, bir tür mim ile başlayan "Çiçek İsimli Kadınlar" minik öykülere başladığımda bir telefon konuşması anında aklıma düşen bir karakter vardı. İsmi, Gül. Bu güne kadar burada yayınlamadım. Gariptir Gül'ün tüm öyküsünü o telefon konuşması esnasında bir çırpıda anlattım. Uzun sürmüş yaralı bir ilişkiyi bitirmiş olmanın verdiği bir yorgunlukla herşeyden uzakta aylar geçirip çevresinden uzaklaşmak, kendiyle başbaşa kalabilmek için uzaktaki bir ülkeye gitmişti Gül. Yanında iki tanıdığı daha vardı ama o ikisinin gözü birbirinden başkasını görmüyordu. O gezide tanıştığı birisi ile enteresan bir oyun yaşadı. Çiçek isimli kadınlar öykü serisinin içine sığmayacak denli uzun öyküyü üç kez yazdım. İlki neredeyse bir saate yaklaşan o telefon görüşmesi esnasında.
Gül karakterini çok sevdim, onu o telefon konuşmasındaki gibi bırakamazdım. Gittiği ülkede nereleri gezip gördüğünü anlayabilmek için o ülkeye dair kitaplar okudum. Okudukça Gül'ün ayakları yere basmaya başladı. Öyküyü 2008 yılında yazdım. Ama Gül'ü tek başına bırakamazdım. Başka çiçek isimli kadınlar olmalıydı yanında. Bir kısmını buradan, blogumdan kısa öyküler olarak sunduğum herbiri geçmişe dair gölgeleri olan ve kadınlardı. Kimisi bu gölgeler ile başa çıkabiliyor kimisi ise denemiyordu bile. Sonra devam ettim o kadınları işlemeye birbirleri ile ikili, üçlü görüşüyorlardı zaten sonunda bir yemek masası etrafında buluşturmayı başardım onları. O masanın etrafında toplanınca kadınlar, anladım ki öyküler öykülükten çıkmış, roman olmuş resmen. Gerçek hayatta sevdiğiniz arkadaşlar, yakın arkadaşlar olur, onları birbirleriyle tanıştırdığınızda çok iyi anlaşacaklarını düşünürsünüz. Bu düşüncenin başarıya ulaştığı çok azdır. Her nedense yakın dostlarınız birbirleri ile anlaşamazlar. Roman kahramanları için de öyledir. Çiçek isimli kadınlar da o masanın etrafında eteklerindeki taşları dökmeyi başardılar. Yazın kahramanlarının yazarları ile benzer, ortak geçmişleri olmaz ama başlarından gerçek hayattakileri andıran hayali olaylar geçebilir, bu olaylar karşısındaki tepkiler belki okuruna tanıdık gelebilir. Bir mimle başladığım Gül'ün öyküsünü sona erdirmeye geçen haftalarda aldığım şahane bir mim ikna etti beni. Üç yıl önce yazdığım, ama bırakamadığım, bir mim ile oyun gibi başlayan öykü başka bir mim ile sona erecek inşallah.
"Gönderilmemiş Mektuplar"da, sevdiği kıza mı bir hayale mi mektuplar yazdığını muallakta bıraktığım "Asteğmen Charlie" ve onun ilgi duydukları ile de hiçbir alakam yok. Bana tamamen yabancı bir dünya ama onu da kafamda bir kaç ay taşıdıktan sonra bir gecede oturup yazmıştım. Ankara'da etnografya müzesini gezerken bir asker gördüm. Burada bir asker neler düşünür diye düşündüm. O düşünce peşimi bırakmadı. Onu yazdım. "Gönderilmiş Mektuplarda"ki Nazan karakteri de çok saçma biçimde çıkıp gelmişti bir gün karşıma. tetikleyen söz ise alabildiğine saçma "Herkesin e-maili var, benimse İsmail'im var" sözünden hareket ettim. Eskiden yakın arkadaş olan kişiler seneler sonra birbirleri ile bir e mail trafiği yaşasalar ne olur diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra bir de "Her Hakkı Mahfuzdur"daki Hakkı karakteri. Hakkı'nın ilk sözleri çocukken bayıldığım bir romanın baş karakterinin ilk sözlerine benziyor, "Mercan Adası"ndaki Ralph'ın sözleri. Aynı zamanda lise yıllarındayken tanıştığım bir arkadaşımın bir sınıf dolusu yeni yetmeye ilk sözleri. Arkadaşımdan ilk sözlerini ödünç alarak yazdım. O sözleri yazılı olarak karşımda görür görmez hiç tanımadığım Hakkı denilen karakter karşımdaydı işte. Ömrünü Gönen'e sığdırmış oradan hiç kurtulamamış bir erkek. O kendini zahmetsizce yarattı. Kafamda pek taşımadım. Ama birdenbire karşıma çıkıp ete kemiğe bürünmesi hoşuma gitti, öyküyü gereğinden fazla uzattım o heyecan ile. O öykünün içinden kendim olarak karşıdan karşıya geçerken kendimi her filminde gösteren Alfred Hitchcock gibi hissettim. Öykünün içinden geçmeyi "Gönderilmiş Mektuplar"da iyice azıttım, Vladimir olarak finali işgal ettim resmen.
Bir dönem, ilk hali ile Sims oynardım. Ağlayabilen, gülebilen, aşık olabilen ve nihayetinde ölen, öldüğünde hayaleti yaşamış olduğu yerlere ziyarete gelen bu animasyon karakterleri ile öldürebildiğim kadar vakit öldürdüm. Oyuna hevesim kolay dindi. Daha sonra Sims 2 oyununu da denemişliğim var. Kurgu karakterler yaratıp onları bir yaşam macerasının içine bırakmanın bana zevk veren bir oyun olduğunu düşünüyorum. Umarım kısa bir heves değildir bu.
Vladimir bu yazın beni çok heyecanlandırdı. Kıskanabilirdim de ama kıskançlık değil heyecan. Hikaye kurgulayabilen insanlar ve bu kurguların hikayeleri beni heyecanlandırıyor. En son sims'ten çıkman da başka bir güzellikti. Hiç yazıyla sims'i bağdaştırmayı düşünmemiştim. Ben de çok oynamıştım zamanında sims'i ve gene oynamak isterim bir yerden bulup ama bu şekilde bakmayı ben de deneyeceğim. Anı kurgulama yazın da aynı şekilde heyecan vericiydi, onu okurken acelem vardı yorum bırakamadım.
YanıtlaSilzevkle okudum.çok şanslısın yazabiliyorsun.daima yazabilmen,ilhamlarının eksik olmaması dileğimle..
YanıtlaSilgüzel bir blok beğendim emeğinize sağlık www.haberyurdum.com
YanıtlaSil