Sevgili blog arkadaşlarımdan birisi beni mimledi, uzun zaman oldu ama unutmadım şöyle bir oturup ayaklarımı uzatıp geniş geniş yazacak zamanımın olmasını bekledim. O an nihayet geldi çattı, bu satırları Neron misali uzandığım divanımdan sağ elimle yazıyorum, sol elimle de havadan sarkıttığım üzüm salkımlarından ısırarak açlığımı teskin ediyorum. Unutamadığım aşk kitaplarını oturup listeledim sanırım orijinal mim üç adet roman ile sınırlıydı ben sayıyı arttırıp bir de hikaye ilave ederek bu sınırlamaları gayet türk usulü delik deşik ettim. Olsun varsın, yeter ki aşk olsun.
Aşkı merkezine yerleştirmiş kitaplarımdan beğendiklerimi alt alta dizdiğim vakit büyük bölümünde Pınar Kür’ün imzasını gerek yazar gerekse çevirmen olarak görüp bu aşklardan bir tanesinin bile adam akıllı başından sonuna mutlu bir aşk öyküsü olmadığını hepsinde marazi bir taraf olduğunu ve hepsinde de yoğun biçimde bir mutsuzluk ve karşısındakine bilerek ya da yanlış anlaşılma ile acı verme arızası olduğunu görerek ayriyeten şaşırdım. İtiraf ediyorum benim kütüphanemde acıtmayan aşk öyküsü yok, elem, acı ve keder hepsinde de başroldeler.
İşte unutamadığım aşkların yazılı olduğu kitapların listesi;
Pınar Kür – Bitmeyen Aşk – 80 li yılların sonunda yazılmış bu kitap aşkın bütün hallerine yüzünü çevirmiş, iki insanın birbirini ölesiye sevmesine dair bir roman. Aşkın her hali denilince aşkın bilimum mutsuz yönleri kaşımızda resmi geçit halinde bir görünüp bir kayboluyorlar. Sonu az çok tahmin edilebilir, mutusuzlukla beslenen aşkın kahramanları olan bu kadın ve bu erkeğe en sonunda yazar müdahale ederek “yeter artık” demek zorunda kalır. Okurken bitsin artık diye kendinizi tırmaladığınız bu okkalı eser bittiğinde bir boşluğa düşmüş gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Pınar Kür – Akışı Olmayan Sular isimli öykü kitabında yer alan Leyla İçin Şiir isimli öyküsü. Kırklı yaşlardaki bir adam çocukluğunda karşı apartmandaki pencereden gördüğü Leyla isimli kadına şiir yazmak üzere oturur masanın başına. Karısının dırdırı ve çocuk gürültüsünden bezmiştir, illa ki de Leyla için bir şiir yazmak istemektedir. Leyla gençliğinde mahallenin en alımlı kızı iken aşık olur, aşk acısı ile tanışır ve aşk acısını taşıyamaz aşka yenik düşünce alımlılığını kaybeder, dileyen herkesin kolayca beraber olduğu bir kadına dönüşür. Karşı pencereden onu izleyen çocuğun Leyla’nın boşvermişliğinin ve her mevsim renk değiştiren saçlarının sırrını çözebilmesi için aşkın yollarından geç.p kırk yaşına gelmesi gerekmektedir. Kısa ama duyarlı, sağlam gözlemlerden desteklenmiş öykü aşkı tokat gibi çarpar okuyucunun suratına, “alın size aşk” der.
Carson Mc Cullers – Altın Gözde Yansımalar - Reflections in the Golden Eye. Tutkulu ve gizli aşkın iki halini okuruz bu romanda, bir Amerikan üssündeki kadın, kadına aşık er, ere duyduğu kuvvetli ilgisinin gizemini çözmeye çalışan kadının kocası subay. Karışık olduğunun farkındayım ama bundan daha sade hale getiremedim konuyu. Filme de çekilmiş bu kitapta kadını Liz Taylor, subayı Marlon Brando canlandırmıştı.
Jean Rhyss – Günaydın Gece yarısı - Goodmorning Midnight. Bu kitaptaki acı potansiyeli çok yüksek, tahrip gücü ormandaki bin kaplan gücünde. Lütfen uzak durunuz. Uzak duramayıp da yakın kalırsanız yemeklerden sonra en fazla bir sayfa, çünkü iştahınızı kapatabilir, çünkü bileklerinizi kesmek isteyebilirsiniz. Pınar Kür’ün çevirisi için ne demeli? Cevap veriyorum: "mükemmel"
Ian McEwan – Yabancı Kucak – The Comfort of Strangers. Böyle bir aşık çift başka bir kitapta var mıdır bilmiyorum. Tutku ile seven bir insan sevdiğinin en sapık biçimde damla damla öldürülüşünü uyuşturucunun zihnine çizdiği perdelerin arkasından izlemek zorunda kalırsa okuyanın kalbine ürperti koymaz da ne yapar? Bu kitabın uzak durulması gereken bir de filmi var ki lütfen uzak durunuz.
Francoise Sagan - Bonjour Trieste – Günaydın Hüzün. Film versiyonunda Muzaffer Tema şöyle bir görünmüş, inci gibi dizi dizi dişlerini göstererek Holywood semalarından sımsıcak gülmüştür. Eşini kaybetmiş adama aşık kadın, bir de bulûğ çağındaki kızın güvenini kazanmak zorundadır. Kazanamaz. Kızın aşkla imtihanı bu kitapta.
Patricia Highsmith – Baykuşun Çığlığı – The Cry of the Owl. Kara ayrıntı yayınlarından, komşunun karısına aşık adamın gizlice gözetleme maceraları, fark edilinceye kadar tabii ki her şey yolunda. Kara sevdaya gerilimli bir dokunuş.
Daphne du Maurier - Rebecca. Ölmüş bir kadına duyulan aşka benzeyen bir duyguyu bu kitaptakinden başka yerde bulmak mümkün değildir, ölen hanımına duyduğu bağlılıkla deliliğin sınırlarında gezintiye çıkan kahya Danvers evin beyinin yeniden evlenmesine tahammül edemez, adamın da ona hala bağlı olduğunu zanneder ama yanılıyordur adam ölen karısından nefret etmektedir. Aşk ve nefretin gizli çekişmesini okurken hızla çeviririz sayfaları. Bu kitabı kaçıncı kez okurken ilk şiirimi yazmıştım, Rebecca için.
Parlaklığında aradım mutluluğu gecenin
Karanlıktan korktum inemedim derinliklerine
Bir uçurum kenarında düşündüm sessizce
Ölüm sadece yarım metre ötemizde.
Genç kızın Max’in yanında tarif edemediği duygular içinde titrerken uçurumdan aşağıya bakışının tasviri beni öyle etkilemişti ki.
Bir çiçek açtı gönlümde
yalnızlığımla birlikte büyüyecek
diye bitirmiştim şiirimi. O sırada üzerimizden Halley geçiyordu, şiirime Kuyruklu Yıldız Saatleri ismini koyup da postalamamın hemen ardından Milliyet Sanat Dergisinde yayınlanması çok hoşuma gitmişti.
John Fowles - The Magus – Büyücü. Aşk aslında maskeler ve perdelerden ibarettir, her yeni aşkta bir öncekini temize çeker ve aslında hep ilk aşkı arar dururuz demeye getirtir bu akıllara zarar kitapta yazar. Ve aynı yazar kitabına aşık olmuştur yirminci yüzyılın ilk yarısında yazdığı kitabını 80 li yıllarda yeniden temize çeker. Tekrar tekrar okumak düşer kitap kurtlarına. Bir yunan adasında tanrıyı oynayan Conchis eline düşen fanilerin trajedisini yazar durur. Fanilerin gönüllü oynadığını gördüğümüzde iş işten geçmiştir.
Yukio Mishima – Bahar Karları. Yukio Mishima Bereket Denizi Dörtlemesi’nin ilk kitabında dördüncü cildin son satırını yazdığında Seppuku yapacağını en başından beri bilmektedir. Seppuku bizim harakiri diye bildiğimiz, yapan kimsenin kılıcı kendi karnını altından sokup önce sağa doğru çekip, hemen ardında yukarıya doğru var kuvvetiyle asıldığı bir intihar yöntemidir, can havli ile yukarı doğru son hareketin ardından başında bekleyen kimse boynunu keserek daha fazla acı çekmesine mani olur. Uzakdoğunun bu gizemli adetleri bize vahşice geliyor. Ancak Mishima’nın bu ilk cildinde imparatorluk zamanında geçen bir öykü, tanıdık gelen bazı aşk-meşk olaylar zincirini entrika kıvamında anlatıyor özenli biçimde. Yakışıklı bir prens genç kızları kendine aşık etmekte ve onlarla oyunlar oynamaktadır. Ta ki ağır ananeler içinde adeta mahkum gibi yaşamak zorunda bırakılmış ve mahfına sebep olduğu bir genç kıza aşık oluncaya kadar. Aşka tutulduğu anda sürgünü başlar Kiyoaki’nin. Ardından birbiri ardına özenle dizilmiş kelimelerin arasındaki ölümcül serüveni başlar. Adam sonunda kendisinin öleceğini bilerek başlamış yazmaya söze ne hacet.
Merak etmeyin en klasiklerini en sona sakladım. Anna Karenina diyorum, Madame Bovary diyorum size. Tolstoy'un kahramanı, Anna kitabın ilk sayfalarında tren istasyonun’da beklerken intihar ederek başı gövdesinden ayrılan bir kadını gördüğünde bunun başına ileride geleceklerin habercisi olan uğursuz bir işaret olduğunu bilmemektedir, Kont Vronski ile tanışınca "Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; mutsuz ailelerin mutsuzluğuysa kendine özgüdür" sözü onun için mazide kalır, tutkuyla bağlandığı sevgilisinin peşinde çıktığı yolculukta hayatın ona vermiş olduklarını kaybede kaybede gittiğini fark edebilmek için daha çok uzun yollar katetmesi gerekmektedir. Aşık olmuştur, aşık olunmuştur, daha erken yıllarda yaşamadığı bu duygu için fedakarlıklarda bulunması gerektiğini düşünmektedir. Madame Bovary neresinden baksanız taşralı hoppa bir kadın, yok hoppa ağır oldu, yaşadığı kasaba için fazla süslü, fazla neşeli, aklı bir karış havada bir kadın demek daha iyi olurdu onu tanımlarken. Toplum içindeki statüsünü yükseltme hevesindeyken yanlış erkeğe aşık olarak dünyası değişen bir kadının öyküsüdür. Yazdığını beğendin mi Gustave Flaubert, sus karşılık verme bana.
Eh kuralları çiğnedik durduk son iki kez daha çiğneyeyim oldu olacak iki de film ekliyorum listeye, onlar da en marazisinden iki tane aşk eder toplarsanız.
Peter Greenway’in 1996 filmi, The Pillow Book – Tual Bedenler, aşk ve intikam üzerine yapılmış – bence – en iyi film. Kesik kesik episodlar e farklı anlatım tekniklerin, perdenin bir anda birkaç farklı parçaya bölünüp her birinde farklı öyküler anlatması ile başta sıkıcı gelebilir ama sabredip sonuna kadar izleyen aşkı ve intikamı sonuna kadar yüreğinin derinliklerinde hisseder.
Ve sona sakladığım filmimi şimdi açıklıyorum, aşkın bir tuhaf halini izlemeye davet ediyorum sizi. Bu acıyı çekmeye hazır mısınız bilmiyorum, hazır olmayanlar olabilir, o yüzden küçük harflerle fısıldıyorum:
Lars von Trier, Breaking the Waves, Dalgaları aşmak.
Aşkı merkezine yerleştirmiş kitaplarımdan beğendiklerimi alt alta dizdiğim vakit büyük bölümünde Pınar Kür’ün imzasını gerek yazar gerekse çevirmen olarak görüp bu aşklardan bir tanesinin bile adam akıllı başından sonuna mutlu bir aşk öyküsü olmadığını hepsinde marazi bir taraf olduğunu ve hepsinde de yoğun biçimde bir mutsuzluk ve karşısındakine bilerek ya da yanlış anlaşılma ile acı verme arızası olduğunu görerek ayriyeten şaşırdım. İtiraf ediyorum benim kütüphanemde acıtmayan aşk öyküsü yok, elem, acı ve keder hepsinde de başroldeler.
İşte unutamadığım aşkların yazılı olduğu kitapların listesi;
Pınar Kür – Bitmeyen Aşk – 80 li yılların sonunda yazılmış bu kitap aşkın bütün hallerine yüzünü çevirmiş, iki insanın birbirini ölesiye sevmesine dair bir roman. Aşkın her hali denilince aşkın bilimum mutsuz yönleri kaşımızda resmi geçit halinde bir görünüp bir kayboluyorlar. Sonu az çok tahmin edilebilir, mutusuzlukla beslenen aşkın kahramanları olan bu kadın ve bu erkeğe en sonunda yazar müdahale ederek “yeter artık” demek zorunda kalır. Okurken bitsin artık diye kendinizi tırmaladığınız bu okkalı eser bittiğinde bir boşluğa düşmüş gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Pınar Kür – Akışı Olmayan Sular isimli öykü kitabında yer alan Leyla İçin Şiir isimli öyküsü. Kırklı yaşlardaki bir adam çocukluğunda karşı apartmandaki pencereden gördüğü Leyla isimli kadına şiir yazmak üzere oturur masanın başına. Karısının dırdırı ve çocuk gürültüsünden bezmiştir, illa ki de Leyla için bir şiir yazmak istemektedir. Leyla gençliğinde mahallenin en alımlı kızı iken aşık olur, aşk acısı ile tanışır ve aşk acısını taşıyamaz aşka yenik düşünce alımlılığını kaybeder, dileyen herkesin kolayca beraber olduğu bir kadına dönüşür. Karşı pencereden onu izleyen çocuğun Leyla’nın boşvermişliğinin ve her mevsim renk değiştiren saçlarının sırrını çözebilmesi için aşkın yollarından geç.p kırk yaşına gelmesi gerekmektedir. Kısa ama duyarlı, sağlam gözlemlerden desteklenmiş öykü aşkı tokat gibi çarpar okuyucunun suratına, “alın size aşk” der.
Carson Mc Cullers – Altın Gözde Yansımalar - Reflections in the Golden Eye. Tutkulu ve gizli aşkın iki halini okuruz bu romanda, bir Amerikan üssündeki kadın, kadına aşık er, ere duyduğu kuvvetli ilgisinin gizemini çözmeye çalışan kadının kocası subay. Karışık olduğunun farkındayım ama bundan daha sade hale getiremedim konuyu. Filme de çekilmiş bu kitapta kadını Liz Taylor, subayı Marlon Brando canlandırmıştı.
Jean Rhyss – Günaydın Gece yarısı - Goodmorning Midnight. Bu kitaptaki acı potansiyeli çok yüksek, tahrip gücü ormandaki bin kaplan gücünde. Lütfen uzak durunuz. Uzak duramayıp da yakın kalırsanız yemeklerden sonra en fazla bir sayfa, çünkü iştahınızı kapatabilir, çünkü bileklerinizi kesmek isteyebilirsiniz. Pınar Kür’ün çevirisi için ne demeli? Cevap veriyorum: "mükemmel"
Ian McEwan – Yabancı Kucak – The Comfort of Strangers. Böyle bir aşık çift başka bir kitapta var mıdır bilmiyorum. Tutku ile seven bir insan sevdiğinin en sapık biçimde damla damla öldürülüşünü uyuşturucunun zihnine çizdiği perdelerin arkasından izlemek zorunda kalırsa okuyanın kalbine ürperti koymaz da ne yapar? Bu kitabın uzak durulması gereken bir de filmi var ki lütfen uzak durunuz.
Francoise Sagan - Bonjour Trieste – Günaydın Hüzün. Film versiyonunda Muzaffer Tema şöyle bir görünmüş, inci gibi dizi dizi dişlerini göstererek Holywood semalarından sımsıcak gülmüştür. Eşini kaybetmiş adama aşık kadın, bir de bulûğ çağındaki kızın güvenini kazanmak zorundadır. Kazanamaz. Kızın aşkla imtihanı bu kitapta.
Patricia Highsmith – Baykuşun Çığlığı – The Cry of the Owl. Kara ayrıntı yayınlarından, komşunun karısına aşık adamın gizlice gözetleme maceraları, fark edilinceye kadar tabii ki her şey yolunda. Kara sevdaya gerilimli bir dokunuş.
Daphne du Maurier - Rebecca. Ölmüş bir kadına duyulan aşka benzeyen bir duyguyu bu kitaptakinden başka yerde bulmak mümkün değildir, ölen hanımına duyduğu bağlılıkla deliliğin sınırlarında gezintiye çıkan kahya Danvers evin beyinin yeniden evlenmesine tahammül edemez, adamın da ona hala bağlı olduğunu zanneder ama yanılıyordur adam ölen karısından nefret etmektedir. Aşk ve nefretin gizli çekişmesini okurken hızla çeviririz sayfaları. Bu kitabı kaçıncı kez okurken ilk şiirimi yazmıştım, Rebecca için.
Parlaklığında aradım mutluluğu gecenin
Karanlıktan korktum inemedim derinliklerine
Bir uçurum kenarında düşündüm sessizce
Ölüm sadece yarım metre ötemizde.
Genç kızın Max’in yanında tarif edemediği duygular içinde titrerken uçurumdan aşağıya bakışının tasviri beni öyle etkilemişti ki.
Bir çiçek açtı gönlümde
yalnızlığımla birlikte büyüyecek
diye bitirmiştim şiirimi. O sırada üzerimizden Halley geçiyordu, şiirime Kuyruklu Yıldız Saatleri ismini koyup da postalamamın hemen ardından Milliyet Sanat Dergisinde yayınlanması çok hoşuma gitmişti.
John Fowles - The Magus – Büyücü. Aşk aslında maskeler ve perdelerden ibarettir, her yeni aşkta bir öncekini temize çeker ve aslında hep ilk aşkı arar dururuz demeye getirtir bu akıllara zarar kitapta yazar. Ve aynı yazar kitabına aşık olmuştur yirminci yüzyılın ilk yarısında yazdığı kitabını 80 li yıllarda yeniden temize çeker. Tekrar tekrar okumak düşer kitap kurtlarına. Bir yunan adasında tanrıyı oynayan Conchis eline düşen fanilerin trajedisini yazar durur. Fanilerin gönüllü oynadığını gördüğümüzde iş işten geçmiştir.
Yukio Mishima – Bahar Karları. Yukio Mishima Bereket Denizi Dörtlemesi’nin ilk kitabında dördüncü cildin son satırını yazdığında Seppuku yapacağını en başından beri bilmektedir. Seppuku bizim harakiri diye bildiğimiz, yapan kimsenin kılıcı kendi karnını altından sokup önce sağa doğru çekip, hemen ardında yukarıya doğru var kuvvetiyle asıldığı bir intihar yöntemidir, can havli ile yukarı doğru son hareketin ardından başında bekleyen kimse boynunu keserek daha fazla acı çekmesine mani olur. Uzakdoğunun bu gizemli adetleri bize vahşice geliyor. Ancak Mishima’nın bu ilk cildinde imparatorluk zamanında geçen bir öykü, tanıdık gelen bazı aşk-meşk olaylar zincirini entrika kıvamında anlatıyor özenli biçimde. Yakışıklı bir prens genç kızları kendine aşık etmekte ve onlarla oyunlar oynamaktadır. Ta ki ağır ananeler içinde adeta mahkum gibi yaşamak zorunda bırakılmış ve mahfına sebep olduğu bir genç kıza aşık oluncaya kadar. Aşka tutulduğu anda sürgünü başlar Kiyoaki’nin. Ardından birbiri ardına özenle dizilmiş kelimelerin arasındaki ölümcül serüveni başlar. Adam sonunda kendisinin öleceğini bilerek başlamış yazmaya söze ne hacet.
Merak etmeyin en klasiklerini en sona sakladım. Anna Karenina diyorum, Madame Bovary diyorum size. Tolstoy'un kahramanı, Anna kitabın ilk sayfalarında tren istasyonun’da beklerken intihar ederek başı gövdesinden ayrılan bir kadını gördüğünde bunun başına ileride geleceklerin habercisi olan uğursuz bir işaret olduğunu bilmemektedir, Kont Vronski ile tanışınca "Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; mutsuz ailelerin mutsuzluğuysa kendine özgüdür" sözü onun için mazide kalır, tutkuyla bağlandığı sevgilisinin peşinde çıktığı yolculukta hayatın ona vermiş olduklarını kaybede kaybede gittiğini fark edebilmek için daha çok uzun yollar katetmesi gerekmektedir. Aşık olmuştur, aşık olunmuştur, daha erken yıllarda yaşamadığı bu duygu için fedakarlıklarda bulunması gerektiğini düşünmektedir. Madame Bovary neresinden baksanız taşralı hoppa bir kadın, yok hoppa ağır oldu, yaşadığı kasaba için fazla süslü, fazla neşeli, aklı bir karış havada bir kadın demek daha iyi olurdu onu tanımlarken. Toplum içindeki statüsünü yükseltme hevesindeyken yanlış erkeğe aşık olarak dünyası değişen bir kadının öyküsüdür. Yazdığını beğendin mi Gustave Flaubert, sus karşılık verme bana.
Eh kuralları çiğnedik durduk son iki kez daha çiğneyeyim oldu olacak iki de film ekliyorum listeye, onlar da en marazisinden iki tane aşk eder toplarsanız.
Peter Greenway’in 1996 filmi, The Pillow Book – Tual Bedenler, aşk ve intikam üzerine yapılmış – bence – en iyi film. Kesik kesik episodlar e farklı anlatım tekniklerin, perdenin bir anda birkaç farklı parçaya bölünüp her birinde farklı öyküler anlatması ile başta sıkıcı gelebilir ama sabredip sonuna kadar izleyen aşkı ve intikamı sonuna kadar yüreğinin derinliklerinde hisseder.
Ve sona sakladığım filmimi şimdi açıklıyorum, aşkın bir tuhaf halini izlemeye davet ediyorum sizi. Bu acıyı çekmeye hazır mısınız bilmiyorum, hazır olmayanlar olabilir, o yüzden küçük harflerle fısıldıyorum:
Lars von Trier, Breaking the Waves, Dalgaları aşmak.
Evet işte kuyruklu yıldızın geçmesini beklerken okunanlar insanın bellek kıvrımlarında bazen izler bırakıyor. Kitapların her okuyucuda bıraktığı izin farklı olduğunu düşünüyorum arasıra. Bendeki izler de izlenimler de kalıcı oldu, değiştiremeyeceğimi sanıyorum. Adettendir biliyorum ama madem kuralları çiğnedik bir kere bu mim'i burada bırakıyorum kimselere pas etmiyor kendime saklıyorum.
çok iyi özetleme yapmışsın hani kitapların arkasında kısa kısa bilgiler ve parçalar verilirya seninkileri kopyalayıp yapıştırsınlar yeterli hatta artarlı olur :D merak uyandırıcı ,kışkırtıcı ,harekete geçirici tanıtımlar ..aşk merkezli bir kitap okumayalı epey oluyor Günaydın Gece Yarısını en kısa zamanda okuyacağım mesela bu gazla :D
YanıtlaSilAha :) İşte biliyordum ben senden böyle cevherler çıkacağını :)) Sobelerken en merak ettiklerimden biriydin, eh, değdiğini de görüyoruz yani. Üçle sınırlı kalmamana çok sevindim bu açıdan. Birçoğunu okumadım, bilmiyorum. Ama en kısa zamanda okumak ve seyretmek için sabırsızlanıyorum. Çok yerinde bir sobe yazısı olmuş, teşekkür ederim Vladimir :)
YanıtlaSilBu arada karakterlerin ismine, ilk sayfada gerçekleşen olaylara kadar aydınlatıcı bilgileri hatırlamanı şaşkınlıkl içinde seyrediyorum :) Bu nasıl bir hafızadır yahu? Vallahi bravo!
dalgaları aşmak ı izlenecek ilk filmler listesine aldım !
YanıtlaSilRebecca'nın yeni çevirisi Turkuvaz Yayınları'ndan çıktı Haziran'da. Çevirisi de bana ait. :)
YanıtlaSilLevent.
Aşçı;
YanıtlaSilKitabı görüp epey un süre inceledim. senin çevirdiğini bilsem satın alırdım, ama şu yorumu bugün okudum ve ilk işim gidip kitabı almak olacak. Kitapla ilgili düşüncelerini öğrenmek isterdim.