Güzel yurdumuzun gezilecek o kadar güzel yerleri var ki, kesinlikle görülmeli ve özellikle sevdiklerimizle paylaşılmalı diye düşünüyorum.
Yedi sekiz yıl önce 6 arkadaş yaz tatilimizde Karadeniz’de geziyoruz. İki araba ile yola çıktık beğendiğimiz yerde mola verip konaklayıp devam ediyoruz. Grubumuzdakilerden birisi kuzenim ve eşi, eşi fena halde hamile, bu yolculuğu göze aldığı için ona hayret ediyoruz.
İlk konakladığımız kentte önceden aldığımız tavsiye ile temiz bir otel bulduk, seviniyoruz. Arabaları birkaç sokak ileride park etmemiz gerekiyor. Otelin görevlisi bize yolu göstermeye gönüllü oldu. Akşam karanlığı inmiş bile. Araçları park yerine bıraktık. Dar ve karanlık sokaklardan, kepengi örtülü dükkan önlerinden geçerek otele dönmek için beş dakikalık bir yolumuz var. Otel görevlisi pantolonunun paçalarını çoraplarının içine soktu, öyle yürüyor. Bize “Abi siz de yapın” dedi. Nedenini sormaya kalmadan karanlık sokakta bir gürültü, kepenge “gümmm” diye bindiren ağır bir ses. Karanlıkta gözlerimiz seçmeye başladıkça anlıyoruz, farelerin cirit atması lafının ne anlama geldiğini. Bunlara fare denemez gerçi, bu irilikteki bir canlıyı küçümsemek olur fare demek. Kepenge omuz atan iri canlılar var bu sokakta, bu kentte. Paçalarımızı çorap içine bir sokuşumuz var görmek lazım. Hele bir de otele kendimizi atışımız evlere şenlik. O gece tertemiz odalarımızda, odamıza ikram olarak gönderilmiş jelatinli meyve sepetinin yanında uzanırken gözümü bir kere olsun kırpmadan sabahı ettim. Otelde fare yoktu ama ben tedbiri elden bırakmadım.
Sabah yola çıktık, tepelerdeki bir kasabaya yolumuz düştü. Orada konaklamaya uygun bir yerin ismini bir önceki otelde almıştık. Arıyoruz bulamıyoruz. Kuzenim öndeki arabada. Dağın başında yol kenarında bir adam görünce durdu. Adamı arabaya aldılar. Tarif etmektense kendisi göstermek istedi sanırım. Yardımsever bir adam olmalı. Yaklaşık on dakika sonra aradığımız yerin kapısında durduk. Öndeki arabadan kuzenim, eşi ve yolu gösteren adam indi. Kuzenim ve eşi kahkahalarla gülüyorlar. Bizler ne olduğunu sordukça gülmeleri artıp, gözlerinden yaşlar fışkırıyor ve konuşmayı beceremiyorlar. Sakinlediklerinde anlatıyorlar tabi.
Kuzenimin eşi ön koltukta oturdukça ayakları su topluyor diye ön koltuğu arkaya yatırıyorlar, o da arka koltukta otururken ayaklarını ön koltuğa uzatıyor. Bu adamcağız bizimkilere yolu göstermek için ön koltuğa oturunca, yengemiz şoför arkasındaki koltuğa geçip oturuyor. Adam ön koltuğu kaldırmayıp ön koltuğa resmen yatıyor. Bizimkiler “bu yatarken biz bu yolu bulursak ne ala” diye düşünürken adam dakika başı kafasını kaldırıp dışarıya bakıyor, “daha gelmeduk” deyip yatıyor. Böyle yata kalka yata kalka giderken en sonunda oteli buluyorlar. Otel bulununca sinirleri boşanmış, ona gülüyorlarmış meğer.
Yine aynı ekip Sarp sınır kapısına kadar böyle gidiyoruz. Kuzenimin bir ahbabı oradaki bir akrabasının ismini söylemiş onu buluyoruz. Adam bizi buyur ediyor çay söylüyor. Çayımızı içerken kuzenime şöyle diyor: “Benim yanıma selam getirip gelen çok olur, onları ağırlarız, çoğu dış kapının mandalı gibidir, siz bana deyun bakalım siz de selam getirip geçenlerden misiniz, yoksa bana değer verip gelenlerden misiniz?” Kuzenim yutkunuyor “ Yok Abi biz senin çok hikayelerini duyduk dünya gözü ile bir görelim tanışalım istedik” Adam susuyor. Çaylarımızı içince “siz gidin şimdi, çarşıyı gezin ben sizi bulurum” Neye uğradığımızı şaşırıyoruz.
Çarşıda gezerken bizi buluyor, “gelin sizi nereye götüreceğim bakın” diyor. Bizi Sarp Sınır kapısına götürüyor, sınırı geçirip Gürcistan’a geçirecek. Sınırdaki askerlerle konuşuyor. Askerler “bugün vali teftişte geçemezsiniz” dedikçe bizim ki köpürüyor “ Vali de kimdir?”, “Benim misafirlerim var onları geçireceğum” diye tutturuyor. Hayır dendikçe sinirleniyor. Gürcistan’ı da görüyoruz zaten bu taraftan plajda insanlar oturmuş pinekliyorlar. Oraya geçsek de bu tarafta kalsak da göreceğimiz o kadar zaten”. “Abi yapma etme” derken bizimki zor ikna oluyor. Rotamızı tepelere çeviriyoruz. Yemyeşil ağaçların arasından dar yollardan geçip tepede bir balık lokantasına geliyoruz. Bizden başka kimse yok. Alabalık havuzlarının ortasına uzanmış bir beton üzerinde masalar var. Bizden başka da kimse yok. Adam lokantayı işletenlere sesleniyor: “Kari var!!!” Biz birbirimize dönüp bakıyoruz. Oturduğumuz masanın etrafına perdeler çekiliyor. Mahremiyet sağlanıyor. Son derece lezzetli alabalıklarımızı yiyip kalkıyoruz.
Aklımda bunlar yer etmiş.
İlk konakladığımız kentte önceden aldığımız tavsiye ile temiz bir otel bulduk, seviniyoruz. Arabaları birkaç sokak ileride park etmemiz gerekiyor. Otelin görevlisi bize yolu göstermeye gönüllü oldu. Akşam karanlığı inmiş bile. Araçları park yerine bıraktık. Dar ve karanlık sokaklardan, kepengi örtülü dükkan önlerinden geçerek otele dönmek için beş dakikalık bir yolumuz var. Otel görevlisi pantolonunun paçalarını çoraplarının içine soktu, öyle yürüyor. Bize “Abi siz de yapın” dedi. Nedenini sormaya kalmadan karanlık sokakta bir gürültü, kepenge “gümmm” diye bindiren ağır bir ses. Karanlıkta gözlerimiz seçmeye başladıkça anlıyoruz, farelerin cirit atması lafının ne anlama geldiğini. Bunlara fare denemez gerçi, bu irilikteki bir canlıyı küçümsemek olur fare demek. Kepenge omuz atan iri canlılar var bu sokakta, bu kentte. Paçalarımızı çorap içine bir sokuşumuz var görmek lazım. Hele bir de otele kendimizi atışımız evlere şenlik. O gece tertemiz odalarımızda, odamıza ikram olarak gönderilmiş jelatinli meyve sepetinin yanında uzanırken gözümü bir kere olsun kırpmadan sabahı ettim. Otelde fare yoktu ama ben tedbiri elden bırakmadım.
Sabah yola çıktık, tepelerdeki bir kasabaya yolumuz düştü. Orada konaklamaya uygun bir yerin ismini bir önceki otelde almıştık. Arıyoruz bulamıyoruz. Kuzenim öndeki arabada. Dağın başında yol kenarında bir adam görünce durdu. Adamı arabaya aldılar. Tarif etmektense kendisi göstermek istedi sanırım. Yardımsever bir adam olmalı. Yaklaşık on dakika sonra aradığımız yerin kapısında durduk. Öndeki arabadan kuzenim, eşi ve yolu gösteren adam indi. Kuzenim ve eşi kahkahalarla gülüyorlar. Bizler ne olduğunu sordukça gülmeleri artıp, gözlerinden yaşlar fışkırıyor ve konuşmayı beceremiyorlar. Sakinlediklerinde anlatıyorlar tabi.
Kuzenimin eşi ön koltukta oturdukça ayakları su topluyor diye ön koltuğu arkaya yatırıyorlar, o da arka koltukta otururken ayaklarını ön koltuğa uzatıyor. Bu adamcağız bizimkilere yolu göstermek için ön koltuğa oturunca, yengemiz şoför arkasındaki koltuğa geçip oturuyor. Adam ön koltuğu kaldırmayıp ön koltuğa resmen yatıyor. Bizimkiler “bu yatarken biz bu yolu bulursak ne ala” diye düşünürken adam dakika başı kafasını kaldırıp dışarıya bakıyor, “daha gelmeduk” deyip yatıyor. Böyle yata kalka yata kalka giderken en sonunda oteli buluyorlar. Otel bulununca sinirleri boşanmış, ona gülüyorlarmış meğer.
Yine aynı ekip Sarp sınır kapısına kadar böyle gidiyoruz. Kuzenimin bir ahbabı oradaki bir akrabasının ismini söylemiş onu buluyoruz. Adam bizi buyur ediyor çay söylüyor. Çayımızı içerken kuzenime şöyle diyor: “Benim yanıma selam getirip gelen çok olur, onları ağırlarız, çoğu dış kapının mandalı gibidir, siz bana deyun bakalım siz de selam getirip geçenlerden misiniz, yoksa bana değer verip gelenlerden misiniz?” Kuzenim yutkunuyor “ Yok Abi biz senin çok hikayelerini duyduk dünya gözü ile bir görelim tanışalım istedik” Adam susuyor. Çaylarımızı içince “siz gidin şimdi, çarşıyı gezin ben sizi bulurum” Neye uğradığımızı şaşırıyoruz.
Çarşıda gezerken bizi buluyor, “gelin sizi nereye götüreceğim bakın” diyor. Bizi Sarp Sınır kapısına götürüyor, sınırı geçirip Gürcistan’a geçirecek. Sınırdaki askerlerle konuşuyor. Askerler “bugün vali teftişte geçemezsiniz” dedikçe bizim ki köpürüyor “ Vali de kimdir?”, “Benim misafirlerim var onları geçireceğum” diye tutturuyor. Hayır dendikçe sinirleniyor. Gürcistan’ı da görüyoruz zaten bu taraftan plajda insanlar oturmuş pinekliyorlar. Oraya geçsek de bu tarafta kalsak da göreceğimiz o kadar zaten”. “Abi yapma etme” derken bizimki zor ikna oluyor. Rotamızı tepelere çeviriyoruz. Yemyeşil ağaçların arasından dar yollardan geçip tepede bir balık lokantasına geliyoruz. Bizden başka kimse yok. Alabalık havuzlarının ortasına uzanmış bir beton üzerinde masalar var. Bizden başka da kimse yok. Adam lokantayı işletenlere sesleniyor: “Kari var!!!” Biz birbirimize dönüp bakıyoruz. Oturduğumuz masanın etrafına perdeler çekiliyor. Mahremiyet sağlanıyor. Son derece lezzetli alabalıklarımızı yiyip kalkıyoruz.
Aklımda bunlar yer etmiş.
Puhahahahahaha :))))
YanıtlaSilDoğu Karadeniz'e gitmek lazım gerçekten. Her giden bayılıyor da o fareleri de ilk senden duydum. Umarım biz karşılaşmayız :))
Giresun'daydı fareler. Otelde birşeycik yoktu allah için. Ama baya korktum. Kedi gibiydiler. Hayvan kepenge omuz attı ya :))
YanıtlaSilVladimir,
YanıtlaSilMaceralari zevkle okuyorum, askerlikte krem istemeler ve dahasi Karadeniz'de yasananlarla birlesince hosuma gitti dogrusu, bilhassa "Kari var" lafindan sonra gelen perdeleme hareketi enteresan...
ozetle cok guldum :)
Uzun suredir gulmedigimi farketmemi sagladiginiz icin ayrica tesekkur ederim :)
Kepenge omuz atan fare, valiyi takmayan yurdum insanı tamam ama en sondaki "Kari var" bitirdi beni ya.
YanıtlaSilBen de gitmek istiyorum tez zamanda.
Gerçekten çok güzel yerler gördük ve renkli kişiliklerin hayatlarından geçtik. Bize egzantrik gelen ve güldüren insanlar için biz nasıl birileriydik acaba onu bilemiyorum. Bir karadenizlinin blogundan bir gün birlikte okuruz inşallah :))
YanıtlaSilO "kari var" lafına hepimiz bir püskürmüşüz anlatamam, gülmekten gözlerimizden yaş geldiydi.
Giresun mu? Eee, sey, kem kum, olamaz, kuru iftira! Annemin memleketi icin yaptiginiz bu negatif ayrimcilik icin sizi siddetle kiniyorum Vladimir. Umarim o fareler bir dahaki sefere kepenge degil size omuz atarlar:))
YanıtlaSilCocuklugumun yaz tatilleri neredeyse her sene Karadeniz'de gecmistir benim. Kah Ordu'da kah Giresun'da. Ama her seferinde orali gibi davranmaktan bunalmis olmaliyim ki, seneler sonra bir yaz, peder bey ile valide hanimi ekmis, isyerinden bir kiz arkadasimla turlamistim Karadeniz'i. Oralari turist turist gezmek gercekten de ayri bir keyifmis, iste o zaman ayirdina varmistim. Benim boylarda oldugu icin kendime cok yakin hissettigim efemine rehberimiz hepimizi kirmis gecirmisti tur boyunca. Hatta, kiz arkadasimin beni de frenleyen ciddiyetine bozulmus, herkesin icinde bana donup "bak sen cok matrak birisin, ama bu suratsiz senin kismetini bagliyor, benden soylemesi" deyivermisti!!!
kepenge omuz atan farelerle dolu dar sokaklarda karanlıkta yürümeyi düşünüp tüylerim diken diken olarak başladığım yazını kari var diye perde örtüşlerini düşünerek kahkahayla bitiriyorum :) çok şahane :)
YanıtlaSilKoskoca bir karadeniz gezisinden ben de iz bırakanlar bunlar oldu. Bir de Filyos maceramız var ama o başlıbaşına ayrı bir yazı konusu. :))
YanıtlaSilya bir şey diyecem resimdeki o eve hayran kaldım. yani muhteşem.
YanıtlaSilÇok hoş bir yazı olmuş Vladimir. İnsanın hemen gidesi geliyor, ama yemeklerinden hiç bahsetmemişsin. :(
YanıtlaSilŞule;
YanıtlaSilYediğim içtiğim benim oldu, gördüklerimi, dgezdiklerimi, duyduklarımı paylaştım. Çok gülmüştük ama bunlar hatırlayabildiklerim :)