İsmimi seviyorum ancak o kadar yaygın ki bazen biraz fazla işittiğimi düşünüyorum. Orta okulda hınzır kaderin muzip cilvelerinden bir tanesinin azizliğine uğrayıp aynı sınıfa üç adet adaşımla yazıldıktan sonra liseyi bitirinceye kadar birbirimize yapışık yaşayıp bu duruma tahammül etmek zorunda kalmıştık. İki kız, iki erkek. Erkek olanı ile doğum günümüz, satimiz ve hastanemiz bile aynıydı. İkizlere takıklığım biraz da buradan gelir. Terazinin Hüznü işte. Dördümüz her öğrenim yılının başında en arka dört sırayı kapar, ama hiç yan yana oturmazdık. En arka sıranın tapulu malımızmış her sene bize kalıyor olmasına öğretmenler kıl olup sömestre tatiline kadar bizlerin, en azından ikisini en ön sıraya alıyorlardı. En arka cam kenarı en kıymetli yerdi, burası için kıyasıya didişiyorduk.
Sözlü yapma girişimindeki öğretmenler ismimizi söylediğinde dördümüz de aynı derecede tepkisiz kalmayı başarıyor hiç birimiz üzerimize almıyorduk. Camdan dışarı çam ağaçlarına doğru bakınıyorduk. Adaşlarımdan lise bitinceye kadar kurtulamadım.
Seneler sonra ikinci işimde karşıma iki adaş daha çıktı. Müdürümüz koridora çıkıp ismimiz seslendiğinde diğer ikisi koşarak kendilerini hole atardı, ben istifimi değiştirmezdim. “Bir şey söyleyecekse telefon ile yanına çağırabilir” diye sessiz ve derinden önceleri içimden protesto ediyordum. Kimin sinirlerinin daha sağlam olduğunu tahmin edebiliyordum.
Bu adaşlardan bir tanesi odasını botanik bahçesine çevirmişti, kurtulmak için neler yaptığımı daha önce anlatmıştım. (Bu arkadaşa V1 diyeceğim bundan sonra) V1, bana hayrandı, okuduğum, izlediğim, dinlediğime ilişkin görüşlerimi ağzı bir karış açık dinler. Ben de bu duruma kıl olurdum. Sürekli “ufak ofis şakaları” dediğim aslında halis muhlis eşek şakası olan muzırlıklarımı yapardım buna. (Bir de kamera şakasına kılım değil mi?) Diyelim benim önerdiğim bir kitabı satın aldı ve heyecanla okuyor, sonunu ölüm kalım meselesiymişçesine merak ediyor, Cuma günü öğle tatilinde gizlice odasına girer kitabın en önemli iki sayfasını yırtar alırdım. Hafta sonu memnun mesut evine gider, pazartesi günü hayal kırıklığı içinde geri dönünce masasının üstünde kayıp sayfaları bulurdu. V1’in Herkes hakkında söyleyecek sözü eleştirecek bir tespiti bulunurdu. Tamam iyiydi hoştu ama yüzüne söyleyemeyeceğin şeyler ile kafamın ütülenmesi de neyin nesi oluyordu? Bir öğlen memnun mesut elinde yeni satın aldığı kayıtlı walkmani ile geldi ve bana “Vladimir sen bunlardan anlarsın bu walkman nasıl çalışır?” diye sorunca, bir güzel gösterdim. İçine bir kaset koyup çaktırmadan kayıt tuşuna bastım. Ofiste çalışan kimseler hakkında teker teker görüşlerini sordum. Aynı ropörtaj yapar gibiydi. Hepsini bir güzel anlattı. Yalnız bir sorun vardı susmak bilmiyordu. Meğer çok doluymuş. Öğleden sonra bir ara o kaseti sekretere “çok güzel bir şey var bu kasette çalsana” diyerek verdim. Kaset başladı, tüm ofislerdeki hoparlörlerden V1 in sesi yükseldi:
“Falanca hanım şöyledir,, filanca beyse şöyledir” Arada benim de sesim karışıyor; “Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?”, “Kendisi ile konuşup bu konuyu halletmeyi denedin mi hiç?”,”Yok canım o sözü söylerken kötü niyetli olduğunu zannetmiyorum” gibi sözlerim işitiliyordu. Bu gibi araya girişlerime verdiği yanıt ise genelde; “Yok yok ne yılandır o bilmezsin sen” oluyordu.
Yaptığım kötü bir şeydi biliyorum, olayın ertesinde bunu ben yaptım hepsi benim eserim diye ortaya “yüzleşmeler kralı” gibi çıkmam vicdanımı elbette rahatlatmadı. Sonradan biraz utandım itiraf ediyorum.
V1 entersan bir kadındı. Mesleğinde çok iyiyidi, kılık kırk yaracak denli mükemmeliyetçi ve sorumluğundaki işi asla tesadüfe bırakmayacak denli takipciydi. Öte yandan tipik balık burcuydu. Her kendi hayatı ile ilgili yaslara bürünmesini gerektirecek bir dram bulmasına yardımcı olan sezgilere sahipti. Bunlar boş sezgilerdi. Sürekli melankoli denizinde yüzüyor, gelecekte gerçekleşme ihtimali onbidebir bile yüksek olmayan tuhaf olasılıkların yasını daha o zamandan tutuyordu. Sezgileri boş çıktığı için aslında kendini boş yere üzüyordu.
Edebiyata çok düşkündü, son okuduğu yazara tutku ile bağlanır külliyatını illaki en kısa sürede tüketmeye mecbur hissederdi. Bir Pazar sabahının köründe Ankara’yı seller götürürken Yukio Mishima’nın “Bereket Denizi Dörtlemesi”nin dördüncünü bulmak için yanına bir hayırsever arkadaşımızı katıp şehrin altını üstüne getirmişliği vardı. Üstelik dört cilt de birbirinden farklı konulardadır devamlılık derdi tasası bulunmamaktadır.
O birimdeki müdürümüzün kanı bana ısınmadığı benim de sudan ve de şahsi kaprislere vermeyi düşündüğüm tavizimin bulunmadığı deşifre olduğu için orada senemi dolduramadan başka bir yere transfer oldum. Telefonla bolca konuşurduk sürekli gerçeklerin onun cephesinden yorumları ve bu konudaki endişelerini paylaşırdı. Dinlerdim onu, önerilerde bulunurdum ama hiç birini dinlemezdi. Bir gün onun başına gelen benzeri bir olay benim de başıma geldi beni aradığında konuyu onunla paylaşmak istedim ama daha birkaç hafta önce onun için hayati önem taşıyan sıkıntı benim başıma gelince sanki en sıradan olaymışcasına önemsizmişcesine gülüp geçmeye kalktı. Tespitimi söyleyince hoşuna gitmedi. Ben de geneldeki bu yaklaşımının doğru olmadığını söylerken, sıkıntım ile ilgili saçma sapan bir öneride bulundu, bunun üzerine “V1.bir daha seninle konuşmak istemiyorum beni arama” dedim.
Artık konuşmuyorduk, son görüşmemizden yaklaşık 6 ay sonra istifa etti. İstifasından üç gün sonra postadan bir paket aldım. İçinde sarı bir defter, ortaokul çocuklarının yazdığı hatıra defterine benzeyen bir defter ve kısacık bir not vardı. Not Vladimir’e yazılmıştı, benimle konuşamadığı için üzgündü. Ayrılması gerektiği için ayrıldığını yazmıştı. Konuşmadığım birisini defteri üstelik çok gizli olması gereken hatıra defteri elimdeydi okumak istemiyordum. Okumamam gerekiyordu, otobüste eve giderken okumama kararı aldım. Akşam yemeğinden sonra merakıma yenik düştüm, defteri okumaya başladım. Çok güçlü sezgilere sahip bir insanın imgeler ile dolu yazılarıydı. Benim hakkımdaki duygularının yoğunluğu beni çok rahatsız etti. Sayfalar ilerledikçe duyguların yoğunluğu artıyor, imgeler güçleniyor, sanki o satırların yazarı akıbeti belirsiz bir karanlığın giderek daha derinlerine yolculuk yapıyordu. Defterin bittiği sayfaya bakakaldım. O satırları yazan kişi ben olsaydım orada o sayfada yaşamıma son verirdim.
Ama benim hayatımda bir intihar vardı ikincisini kaldıramazdım. Bu defter bana çok ağır geldi. Güvendiğim bir ortak arkadaşıma verdim, okudu, intihar edip etmeyeceği üzerine konuştuk. Ben V1 i aramadım, arkadaşım da aramadı.
V1 işten ayrılmakla kendisi için en doğru seçimi yaptı, daha mutlu olacağı bir işte çalıştı.
Ben ismimi taşıyan insanlara pek fazla rastlamıyorum artık, yeterince tanımışım zaten.
Ve o defter..
O defter ise gaybubetlere karıştı.
Sözlü yapma girişimindeki öğretmenler ismimizi söylediğinde dördümüz de aynı derecede tepkisiz kalmayı başarıyor hiç birimiz üzerimize almıyorduk. Camdan dışarı çam ağaçlarına doğru bakınıyorduk. Adaşlarımdan lise bitinceye kadar kurtulamadım.
Seneler sonra ikinci işimde karşıma iki adaş daha çıktı. Müdürümüz koridora çıkıp ismimiz seslendiğinde diğer ikisi koşarak kendilerini hole atardı, ben istifimi değiştirmezdim. “Bir şey söyleyecekse telefon ile yanına çağırabilir” diye sessiz ve derinden önceleri içimden protesto ediyordum. Kimin sinirlerinin daha sağlam olduğunu tahmin edebiliyordum.
Bu adaşlardan bir tanesi odasını botanik bahçesine çevirmişti, kurtulmak için neler yaptığımı daha önce anlatmıştım. (Bu arkadaşa V1 diyeceğim bundan sonra) V1, bana hayrandı, okuduğum, izlediğim, dinlediğime ilişkin görüşlerimi ağzı bir karış açık dinler. Ben de bu duruma kıl olurdum. Sürekli “ufak ofis şakaları” dediğim aslında halis muhlis eşek şakası olan muzırlıklarımı yapardım buna. (Bir de kamera şakasına kılım değil mi?) Diyelim benim önerdiğim bir kitabı satın aldı ve heyecanla okuyor, sonunu ölüm kalım meselesiymişçesine merak ediyor, Cuma günü öğle tatilinde gizlice odasına girer kitabın en önemli iki sayfasını yırtar alırdım. Hafta sonu memnun mesut evine gider, pazartesi günü hayal kırıklığı içinde geri dönünce masasının üstünde kayıp sayfaları bulurdu. V1’in Herkes hakkında söyleyecek sözü eleştirecek bir tespiti bulunurdu. Tamam iyiydi hoştu ama yüzüne söyleyemeyeceğin şeyler ile kafamın ütülenmesi de neyin nesi oluyordu? Bir öğlen memnun mesut elinde yeni satın aldığı kayıtlı walkmani ile geldi ve bana “Vladimir sen bunlardan anlarsın bu walkman nasıl çalışır?” diye sorunca, bir güzel gösterdim. İçine bir kaset koyup çaktırmadan kayıt tuşuna bastım. Ofiste çalışan kimseler hakkında teker teker görüşlerini sordum. Aynı ropörtaj yapar gibiydi. Hepsini bir güzel anlattı. Yalnız bir sorun vardı susmak bilmiyordu. Meğer çok doluymuş. Öğleden sonra bir ara o kaseti sekretere “çok güzel bir şey var bu kasette çalsana” diyerek verdim. Kaset başladı, tüm ofislerdeki hoparlörlerden V1 in sesi yükseldi:
“Falanca hanım şöyledir,, filanca beyse şöyledir” Arada benim de sesim karışıyor; “Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?”, “Kendisi ile konuşup bu konuyu halletmeyi denedin mi hiç?”,”Yok canım o sözü söylerken kötü niyetli olduğunu zannetmiyorum” gibi sözlerim işitiliyordu. Bu gibi araya girişlerime verdiği yanıt ise genelde; “Yok yok ne yılandır o bilmezsin sen” oluyordu.
Yaptığım kötü bir şeydi biliyorum, olayın ertesinde bunu ben yaptım hepsi benim eserim diye ortaya “yüzleşmeler kralı” gibi çıkmam vicdanımı elbette rahatlatmadı. Sonradan biraz utandım itiraf ediyorum.
V1 entersan bir kadındı. Mesleğinde çok iyiyidi, kılık kırk yaracak denli mükemmeliyetçi ve sorumluğundaki işi asla tesadüfe bırakmayacak denli takipciydi. Öte yandan tipik balık burcuydu. Her kendi hayatı ile ilgili yaslara bürünmesini gerektirecek bir dram bulmasına yardımcı olan sezgilere sahipti. Bunlar boş sezgilerdi. Sürekli melankoli denizinde yüzüyor, gelecekte gerçekleşme ihtimali onbidebir bile yüksek olmayan tuhaf olasılıkların yasını daha o zamandan tutuyordu. Sezgileri boş çıktığı için aslında kendini boş yere üzüyordu.
Edebiyata çok düşkündü, son okuduğu yazara tutku ile bağlanır külliyatını illaki en kısa sürede tüketmeye mecbur hissederdi. Bir Pazar sabahının köründe Ankara’yı seller götürürken Yukio Mishima’nın “Bereket Denizi Dörtlemesi”nin dördüncünü bulmak için yanına bir hayırsever arkadaşımızı katıp şehrin altını üstüne getirmişliği vardı. Üstelik dört cilt de birbirinden farklı konulardadır devamlılık derdi tasası bulunmamaktadır.
O birimdeki müdürümüzün kanı bana ısınmadığı benim de sudan ve de şahsi kaprislere vermeyi düşündüğüm tavizimin bulunmadığı deşifre olduğu için orada senemi dolduramadan başka bir yere transfer oldum. Telefonla bolca konuşurduk sürekli gerçeklerin onun cephesinden yorumları ve bu konudaki endişelerini paylaşırdı. Dinlerdim onu, önerilerde bulunurdum ama hiç birini dinlemezdi. Bir gün onun başına gelen benzeri bir olay benim de başıma geldi beni aradığında konuyu onunla paylaşmak istedim ama daha birkaç hafta önce onun için hayati önem taşıyan sıkıntı benim başıma gelince sanki en sıradan olaymışcasına önemsizmişcesine gülüp geçmeye kalktı. Tespitimi söyleyince hoşuna gitmedi. Ben de geneldeki bu yaklaşımının doğru olmadığını söylerken, sıkıntım ile ilgili saçma sapan bir öneride bulundu, bunun üzerine “V1.bir daha seninle konuşmak istemiyorum beni arama” dedim.
Artık konuşmuyorduk, son görüşmemizden yaklaşık 6 ay sonra istifa etti. İstifasından üç gün sonra postadan bir paket aldım. İçinde sarı bir defter, ortaokul çocuklarının yazdığı hatıra defterine benzeyen bir defter ve kısacık bir not vardı. Not Vladimir’e yazılmıştı, benimle konuşamadığı için üzgündü. Ayrılması gerektiği için ayrıldığını yazmıştı. Konuşmadığım birisini defteri üstelik çok gizli olması gereken hatıra defteri elimdeydi okumak istemiyordum. Okumamam gerekiyordu, otobüste eve giderken okumama kararı aldım. Akşam yemeğinden sonra merakıma yenik düştüm, defteri okumaya başladım. Çok güçlü sezgilere sahip bir insanın imgeler ile dolu yazılarıydı. Benim hakkımdaki duygularının yoğunluğu beni çok rahatsız etti. Sayfalar ilerledikçe duyguların yoğunluğu artıyor, imgeler güçleniyor, sanki o satırların yazarı akıbeti belirsiz bir karanlığın giderek daha derinlerine yolculuk yapıyordu. Defterin bittiği sayfaya bakakaldım. O satırları yazan kişi ben olsaydım orada o sayfada yaşamıma son verirdim.
Ama benim hayatımda bir intihar vardı ikincisini kaldıramazdım. Bu defter bana çok ağır geldi. Güvendiğim bir ortak arkadaşıma verdim, okudu, intihar edip etmeyeceği üzerine konuştuk. Ben V1 i aramadım, arkadaşım da aramadı.
V1 işten ayrılmakla kendisi için en doğru seçimi yaptı, daha mutlu olacağı bir işte çalıştı.
Ben ismimi taşıyan insanlara pek fazla rastlamıyorum artık, yeterince tanımışım zaten.
Ve o defter..
O defter ise gaybubetlere karıştı.
Tesadüf mü saymalıyım bilmiyorum ama hayatımın toplam sekiz yılını birden fazla adaşım ile beraber geçirmek zorunda kaldım.
Sevgili Çınar mimlediğinden beri düşünüyorum, evet yazmaya değer bir tesadüf sanırım.
Ve sizler;
Sevgili Aydan Atlayan Kedi, Ferhanca ve Hayatta Giderken; Sizlerin hayatınızda tesadüflerin yeri nedir? Paylaşmak ister misiniz?
Sevgili Çınar mimlediğinden beri düşünüyorum, evet yazmaya değer bir tesadüf sanırım.
Ve sizler;
Sevgili Aydan Atlayan Kedi, Ferhanca ve Hayatta Giderken; Sizlerin hayatınızda tesadüflerin yeri nedir? Paylaşmak ister misiniz?
ve tesadüflerin gizli dansı...
O la la demek istiyorum sayın Vladimir :)
YanıtlaSilBu, geçenlerde bahsettiğin istemeyerek okuduğun defter anısı sanırım. Ben tesadüfen buldun ve okudun sanıyordum oysa kendi elleriyle vermiş defteri sana. Evet, getirisi biraz ağır olmuş. İntihar etmeyi düşündürtecek ne yazılmış olabilir onu da çok merak ettim doğrusu. İntihar bana inanılmaz uzak bir düşünce çünkü. Daha önce intihar vakası yaşadığını duyduğuma da üzüldüm bu açıdan.
Adaş olmaya gelince bir ara Gülçin'in verdiği linkle kendi ismim için yapılan istatiksel bilgileri okumuştum. Oldukça yaygın gibi görünüyor ama hayatım boyunca adaşım olan 2 kişiyle tanıştım sadece. Hatta bunlardan biri, eski işyerimden istifa edeceğimi bildirdiğimde benim yerime buldukları kızdı :) Bir Çınar gitti, yerini başka bir Çınar'a devretti...
Bu arada yazının çok etkileyici olduğunu da belirtmek istiyorum.
Waovvv Viladimir ne yaptın sen ?? Bu haftayı çok yoğun geçirdim, bloglara girme fırsatını ancak bugün bulabildim veee bir sürü yeni yazını gördüm. Sırayla hepsini okuyacağım. Coşmuşsun anlaşılan...
YanıtlaSilYazılarını çok seviyorum, çok keyif alıyorum, her birini sindire sindire okumak istiyorum.
Gelelim yaptığın şakaya gerçekten cesaret ister böyle eşek şakaları yapmak, bravo doğrusu.
İntihar bana uzak demiş sevgili çınar, intihar anlık bir karar bence... O anda oluveren bir şey.. Dibe gitmek ve kaybolmak gibi :(
Yaygın bir simle yaşamak dedin de, bir arkadaşımın eşinin ismi mehmetti, işyerimizde müdürümüz mehmetti, oda arkadaşının ismi mehmetti. Tesadüfün bu kadarı değil mi, o arkadaşa derdim ki önün arkan, sağın solun mehmet :))
Bu arada mimlemişsin, tesadüfü bir düşünelim bakalım...
hem hızlı hem çok hemde harika yazıyorsun bende her sayfayı açtığımda şaşozlamadan edemiyorum :) Şu adaşlık meselesi ömrüm boyunca benimde başıma bela oldu hele bu sene her doğan kızçocuğuna benim ismimden vermişler sanki sokağa çıkıp elimi kaldırsam çarptığı 10 kadından 8 i zeynep :( acaba diyorum nüfusada ismimi Sananaaki Bananesan olarak mı geçirsem :P
YanıtlaSilbu arada tahlil ve tasvirleriniz cidden çok kuvvetli ne kadar çok kitap okuduğunuzu şimdi biraz daha fazla idrak ediyorum :))
Yine harika bir yazı..yazıyı okumya başkadım sonunda ismim olucağını mimleniceğimi bilmiyordum..benim için süpriz oldu.
YanıtlaSilSenin adaşa umarım bir şey olmamıştır.Aşkını kendi içinde yaşamış ,keşke söylesey di Mi?:))
Adaşlık benim ismimdede çok Ferhan Şensoy çok önemli adaşlarımdam genelde bana bey diye hitap ederler sonra pardon derler:))erkeklerde ferhan ismine daha çok rastlıyorum.eşimin üniversitden samimi arkadaşının ismide Ferhan(bayan)
mimi düşünmeye başlamam lazım ,sizin kadar akıcı ve su gibi yazamamda idare ediceksiniz beni:))
sevgiler.
Anı, anılar zinciri diyelim daha doğrusu, gerçekten paylaşılasıymış. Bu arada o walkman şakası da şaka değilmiş sanki. Ofis ortamında linç girişimine ön ayak olma çabasıymış. Komikmiş de aynı zamanda, şaka kadar komik linç kadar acımasızmış. Kara mizahtı dimi o. :)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSevgili Arkadaşlar,
YanıtlaSilBu ara kaptırdım yazıyorum ama resim koyamıyorum yazılarıma. Hepsini birer tane de resmi var aslında. Benimkisi eski ve de uniseks bir isim olunca her zaman bol rastlanan isimlerden olmuş. Gülçin'in linkinden de sıklığı fazla olan isimlerden olduğunu teyit etmiştim. Deniz işte. bundan çok var. :))
Walkman şakası gerçekten kötüydü biliyorum ama bir insanın aylarca kişilerin ardından demediğini bırakmayıp yüzlerine karşı tam bir teslimiyet içinde olması tuhafıma gidiyordu ( o başlattı der gibi oldu) Ama suçluyum o konuda biliyorum.
O olaydan bir kaç gün sonra bir toplantıda müdürümüz direkt olarak bana kendisi hakkında ne düşündüğümü sordu, verdiğim yanıt olanca kibarlığına rağmen sanırım hoşuna gitmeyince "bu konuşmaya benim odamda devam edelim" diyerek beni odasına buyur etti. :)) Sonra çok kalmadım orada zaten.
Yaptığın kötü bir şey Vladimir! Bunu kendisi için yapan birini duymuştum (kendisi yokken hakkında söylenilenleri kaydettirip sonra teybi açmış) ama başkası için yapanı ilk defa görüyorum. Gerçi insan sinirlendi mi bazen böyle tepkiler verebiliyor, ama seninki çok acımasızca olmuş. Bari bir kaç kişiye dinlettirseydin.
YanıtlaSilBu şekilde takıntılı insanlar yorucu oluyor. Benim tahammül sınırlarımı zorluyorlar. Görüşmeme kararına katılyorum.
İsmin konusunda denecek bir şey yok. :) Güzel bir isim, eh, tabi ki seveni çok olyor. Bu gibi durumlarda biz arkadaşlarımızı soyadlarıyla çağırırdık. Bence çok protik bir çözüm. :)
Şule;
YanıtlaSilGururu duyduğum anlardan birisi değil elbette ama düşünki bir ofis dolsu insan birbirinin arkasından atıp tutuyor ve yüzyüze gelince ballımgüllüm bir haldeler. Ben onların birbirlerine olan saçma hslerini dinlemek zorundamıyım, herkes bilsin istemiştim. Yöntem yanlıştı kabul ederim bak bunu.