...
Doğum kolay olmuş, ebe beni ayak bileklerimden tutup baş aşağı sallayınca çığlığı basmışım. Ama kuruyayım diye beni yatırdıkları vakit annem şak diye bayılmış. Ebe de bir şişe şarabı açıp, başına dikmiş.
Kaz ayaklıymışım.
Kayıkçılar tarihi baştan sona taransa kaz ayaklı bir kız çocuğu bulunmaz. Baygınlığı sırasında bir demet biberiye canlanmış annemin gözlerinde, dikkatsizliğinden dolayı kendini suçlamış. Oysa belki de fırıncı ile geçirdiği keyifli demlere yüklemeliydi suçu. Sandalı denizin dibini boyladığından beri onu hiç aklından geçirmemişti. Hoş sandal yüzer durumdayken de onu pek düşünemezmiş zaten. Ebe kalın bıçağını çıkartarak, iğrenç parçaları hemen oracıkta kesip atmayı önermiş, annem de bir anlık acının hayat boyu utanç duymaktan iyi olacağını düşünerek bitkin başını sallamış. Ebe ilk iki parmağımın arasındaki saydam üçgene bir kesik atmaya çalışmış ama bıçak iz bırakmaksızın derinin üzerinden kaymış. Her iki ayağın da parmak aralarını zorlamış ebe, sonuç olarak bıçağı eğrilmiş ama başka bir şey olmamış.
Annem ağlayıp sızlanmaya koyulmuş, üvey babam eve gelinceye dek de susmamış. Görmüş geçirmiş bir adam olan fırıncı bir çift kaz ayağından kolay kolay korkacaklardan değilmiş.
“Ayakkabı giydiği sürece kimse farkına varmaz bu durumun, kocaya vardığındaysa, adam ayaklarıyla mı ilgilenecek sanki?” demiş.
Bunun üzerine annem az çok yatışmış. Ondan sonraki on sekiz yıl boyunca normal bir aile olarak geçirdik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar