- "Şeker koyma perhizdeyim."
- "Ayol kopacaksın nerdeyse, ne perhizi bu?"
Annemin kimi sorularına - çoğu sorularına - yanıt verilmez. Alışmıştır o da buna. İstediğim konuyu bir türlü açamamanın sıkıntısı içindeyim.
- "Ercan'dan haber var mı?"
- "Geçende bir kart geldi. Birkaç hafta oluyor. İyilermiş."
Öyle bir iç çekişle çıkıyor ki bu 'iyilermiş', sanırsın iyi olmasalar daha bir rahat edecek. Biricik oğlunu bir 'gavur' kızına kaptırmış olmayı bir ütrlü sindirememiştir. Hele iki üç yılda bir gördüğü fransızcadan başka dil bilmeyen torunlar... Benim canavarlar gene iyi onların yanında...
Sonunda tepetaklak atıyorum ikimiz de konunun içine.
- "Yahu anne, geçende kimi gördüm sokakta, biliyor musun? Bir türlü adı gelmiyor aklıma... Hani bize gelirr giderdi... Güzel bir kız..."
Kimden sözettiğimi gerçekten anlamayarak - nerden anlasın - gözlerini kısıyor, daha da açıklamamı bekliyor.
- "Neydi adı? Hani bankanın rtaklarından birinin kızı...é
- "Öyleleri gelip gitmezdi bize." diyor kaşlarını çatarak.
Sesi titredi mi? Bana mı öyle geldi?
- "Canım biliyorsun mutlaka. Hani sarı saçları vardı dümdüz. Kaküllü."
Çay bardağını tutan eli açıkça titriyor bu kez. Demek doğru yoldayım.
- "Hatırlayamadım" diyor, gereksiz yere yutkunarak.
- "Nasıl hatırlamazsın? Çok güzel bir kızdı."
- "Ne bileyim canım. Hatırlamıyorum işte."
- "Pervin mi Perihan mı öyle bir ismi vardı."
- "Neslihan" diyor.
Dudakları da titriyor adı söylerken.
- "Tamam. Bal gibi hatırlıyorsun işte."
Ağzına dek götürdüğü bardağı bir yudum bile almadan koyuyor tepsini üstüne.
- "Onu görmüş olamazsın."
- "Gördüm,canım. Oydu. Konuşmadık ama tanıdım. Yaşlanmış tabii."
- "Olamaz..."
Yüzü o denli bozuk ki, konuşmayı sürdüpü sürdürmemek konusunda kararsız kalıyorum bir ara. Ama öğrenmem gerek. Kesinlikle ve ayrıntılarıyla.
- "Yahu, anne, babamla o kadın arasında..."
Öğrendim sayılır artık. Şu sapsarı kesilmiş her yanı titremeye koyulmuş şişko kadına daha fazla işkence etmenin ne gereği var? Ama ok yaydan çıktı bir kere.
- "...bir şeyler vardı, bir şeyler oldu değil mi?"
- "Ne minasebet? Nereden çıkarıyorsun böyle zırvaları, durup dururken?"
- "Yahu anne ne çıkar söylesen? Bunca yıldan sonra ne önemi var?"
Ne önemi mi var? Yumruk yemişçesine ters yüz olmuş şu yaşlı kadın nelerin önemi olduğunu anlatmıyor mu bana? Neden böyle acımasızca gidiyorum üstüne? Bir şeylerin önemini - hiç değilse kendim için - daha başından beri bilmiyor muydum?
Yerinden kalkıyor. Fşrlamıyor, hayır. Annemden beklenilecek olan fırlamaktır oysa. Top gibi zıplamaktır hatta.
Ağır ağır kalkıyor ve gözlerimin içine bakarak alçak sesle konuşuyor.
- "Yaqlan söylüyorsun. Neden durup dururken yalan söylüyorsun bilmem. Ama yalan işte. Onu görmedin!"
Arkasını dönüyor bana. Çirkin bibloların sıralandığı bir rafa yaklaşıyor. Uluslararası üne sahip bir oyuncu ancak bu kadar güzel oyanayabilir bu sahneyi. Şaşkınım.
-"Neden yalan söyleyeyim?"
Hep o değerini bilmediği biblolarla konuşuyormuş gibi, ömrümce ondan işitmediğim alçak bir sesle yanıtlıyor.
- "Yalan söylüyorsun. Çünkü o öldü."
Bu kez yumruk yeme sırası bende.
- "Öldü mü?"
- "Öldü. Ölmeseydibirlikte gideceklerdi. Bizi bırakmaya karar vermişti baban. Bankaya benim adıma ğara yatıracaktı. Çok para... Her şeye yetecek kadar para diyordu. Belki de ondan alcaktı. Ama..."
Konuşmasını sürdüremiyor. Ağlamaya da başlamıyor. Susuyor yalnızca.
- "Nasıl öldü peki?"
Sorumun anlamsızlığını sözler ağzımdan çıktıktan sonra ayrımsıyorum.
Annem biblolardan ayrılıp bana dönüyor ağır ağır.
- "Ne farkeder?"
Varoluşçuluğu benimsemiş bir felsefe öğrencisinin yetkin yıkılmışlığıyla yineliyor.
- "Ne farkder? Öldü. Babanı da öldürdü. Baban daha ondört yıl yaşadı sanıyorsun sen, değil mi? Yanlış! Ben biliyorum, hep biliyordum, onunla birlikte öldüğünü."
Ne diyeceğimi bilmiyorum.
Hiç tanımadığım bir kadın bu karşımdaki.
Ömrümde ilk kez olarak saygıya benzer bir şeyler duyuyorum. Ama doğrudan doğruya ona mı? Alışık olmadığım, bayağı yadırgadığım bir duygu bu. Ara sıra ona acıdığım olmuştur, kimi kez sevdiğim bile - ya da sevecenlikle yaklaştığım diyelim. Ama saygı? Hem neden? Yıllardan sonra bir gün alçak sesle konuştu diye mi? Şirretlik etmedi, türlü suçlamalara girişmedi, en azından anlamsız gevezeliklerle geçiştirmedi diye mi? Hayır. Ayrıntı bunlar. Ayrıntı bile değil, benim özemtilerim. Daha derin bir şey var. Birden kavrıyorum.
İlk kez annem olarak değil de, insan olarak görüyorum onu.
.........
Birden kıpırdanıyor. Bir şeyler yapmaya davranacak. Ama elleri kararsız. Koltuğa yaklaşırken devinimleri hala dağınık. Gözümü ayırmadan ona bakmamdan mı, yüzüne yerleşen anlamdan mı, bir şeyden işte - benden yansıyan bir şeyden - tedirgin olduğu belli.
- "Çaylar bu zgibi oldu." diyor sonunda bildik sesini toparlayarak. Zarflı bardağa uzanan elinin tiremesi tam geçmemiş.
.........
Can Yayınları - 1984
Akışı Olmayan Sular çok güzeldi. Başka bir okuma için sırada Kür.
YanıtlaSilBir çırpıda...
YanıtlaSilakışı olmayan sular güzeldi evet. ama bu kitap için aynısını söyleyemem. ben pek hoşlanmadım açıkcası içindeki öykülerin işleniş tarzından. böyle hep bi eksiklik duygusu bıraktı bende nedendir bilmem.
YanıtlaSilN. Narda;
YanıtlaSilAkışı olmayan sulraı "Bir deli ağaç"sız düşünmek çok zor. İkisinin arasında bir bağ var çünkü.
A. Nur;
YanıtlaSilUzun yıllar önce okumuştum ve bu alıntıladığım bölümü da yıllardır aklımda taşıyordum. Bloga yazdım artık taşımama gerek kalmadı :)
Deniz Bilgen Çakır;
YanıtlaSilYazıldığı dönem başarılı bir öykü kitabıydı. Akışı olmayan sular ödül almıştı sanırım. Bir apartmandaki farklı dairelerde yaşayan insanları anlatıyordu. Bir deli ağ.ta yie aynı apartmandayız. BU sefer diğer dairelerde oturanların öyküleri söz konusu. Belki de öyküler aynı zamanda yazılmıştır
bunlar ilk gruba girmeyen öykülerdir. Kim bilir?
Okumak için sıraya aldım "Bir Deli Ağaç" ı.
YanıtlaSilTeşekkürler
Güzel...Kaydedildi...
YanıtlaSil