6 Aralık 2007 Perşembe

Cesaret

İnternet üzerinde Amazon Amerika, İngiltere ve Fransa’dan özene bezene seçer, ürün incelemeyi, ve alışveriş yapmayı severim. Dün kargo görevlisi geldiğinde elindeki kutuyu kaparcasına aldım. İngiltere’den gelen paketin içinde ne olduğunu biliyordum: Sevdiğim filmler listesinin en üst sıralarında yer alan; La Femme d'à Côté.

Bu filmi ilk ve son kez izlediğim zamanı hatırlıyorum. Ankara’daydım, askerlik görevi nedeniyle normal saydığım dünyadan farklı mantık kurallarının ve dinamiklerin geçerli olduğu dünyaya adım atalı neredeyse altı ay kadar olmuştu. Cebeci’de 3 arkadaş ev tutmuştuk. Ben görevli olduğum yerin imkanları sayesinde Ankara’daki hiçbir tiyatro oyunu, bale, operayı kaçırmıyor, sinemayı da ihmal etmiyordum. İzmir gibi bir yerden Ankara’ya gidince sinemada seyredilebilir film çeşitlerinin zenginliği beni sarhoş etmişti. Sinemanın kilometre taşı olmuş birçok filmi başkentte geçirdiğim bir yıl içerisinde gördüm. Gündüzleri 9’dan 5’e mesaiye devam eder gibi göreve gidiyor, üstümü değiştirip, şapkamı eve attığım gibi kendimi sokaklara atıyordum.

Sinema, Tiyatro, Opera, Bale ardından Ankara’nın o dönem için revaçta olan yererini gezdikten sonra eve geri dönüyordum. Hafta sonları evdekilerin yüzünü görüyor, birbirimizin arkadaşlarını, eve gelen misafirlerini tanıma fırsatı buluyorduk.

Üç ahbap asteğmen eve çıkalı bir ay kadar olmuştu ki, S. Bizi C. ile tanıştırdı. Tanıştırdı demek az olur o da evin sakinlerinden biri oldu. Güleç, esprili, canayakın, entelektüel birikiminin zenginleştirdiği hoş bir kızdı. C ile deliler gibi aşık olmuşlar, deliler gibi aşk tutkulu bir beraberliğe dönüşmüştü. Sabaha karşı kavgaları ya da sevişirken çıkardıkları seslere uyanır olduk. Hafta içinde kalın duvarlar ve kapı altlarından sızan sesler, hafta sonu oldu mu oturma odasında; nefret, kıskançlık ve sevgi mizansenleri olarak karşımızda sergileniyordu.

Bir müddet iki sevgilinin yüzlerindeki morluk ve tırnak izleri ilişkinin içine girdi. Morluklar arttığı zaman karşımızda öpüşen, sevişen birbirlerinin üzerine titreyen iki sevgili oluyordu.

Sonra bir gün C. Hayatımda gördüğüm en cesurca eylemi gerçekleştirdi. Birmetreyirmi santim derinliğindeki havuza çivileme atlamaya korkan insanların dünyasından 5 katlı apartman yüksekliğinden aşağıya vücudunu bırakarak bu dünyayı cesur biçimde terk etmeye karar verdi C. Oradaydım. Ellerimin arasından kaymasını, yere doğru inerken yüzündeki huzur dolu ifadeyi yavaş oynatılan bir film sahnesini izler gibi izledim.

Sonra yıllarca o yüz aklımdan çıkmadı.

Ben Ankara’daydım.

Kestane ağaçları yapraklarını döküyor, şehir kestane ağaçlarının arasından sızan hüzünlü bir ışıkla aydınlanıyordu. Ağaçların altından geçerken düşen at kestaneleri şapkama çarpıp kaldırıma düşüyordu. Sinirleniyordum. Takmayı hiç sevemediğim şapkam için “iyi ki var” diye düşünüyordum. Sonra aklıma C. geliyordu, cesareti için hayran oluyor, o cesareti asla gösteremeyeceğimi biliyor, aramızdan ayrıldığı için ona kızıyordum. Kestane ağaçlarının altından Bakanlıklara doğru yürürken gözümde bir ıslaklık oluyordu. Arkadaşımın yaşam sevinci ile dolu yüzünü özlüyordum.


Kızılırmak Sineması'nda Hitchkock filmleri toplu gösterisi bitmiş, Truffaut filmleri gösterisi başlamıştı, isimlerini sinema kitaplarından tanıdığım Truffaut’un filmlerini içercesine seyrettim, 400 darbe, Jules ve Jim, Fahrenheit 451, Siyah Giyen Gelin, Missisippi Sireni, Son Metro ve Pencereki Kadın orijinal dilindeki ismi ile La Femme d'à Côté.

Salona girdim, ışıklar söndü ve film başladı.

Çok sade ve basit bir hikayesi var filmin. Kadın ve adam tutkulu bir aşk yaşamışlardır. Ayrılık kadına ağır gelmiş, ilişkinin izlerinden kurtulabilmesi için tedavi görmesi gerekmiştir. Tedavi sonrasında evlenmiş ancak yürütemeyince ayrılmış, kendisini anlayan bir erkeğin ona yaklaşmasına izin vermiş ve ikinci evliliğinde huzur bulmuştur. Erkek ise evlenmiş, taşrada bir küçük kasabaya yerleşmiş karısı ve oğlu ile beraber mutlu, tasasız bir hayat sürdürmektedir. Apaydınlık, canlı renklerle bezeli insanın içini ısıtan herkesin birbirini tanıdığı sade, güvenli bir kasabadır. Derken bir gün Kadın ve kocası komşu olarak taşınırlar. Aileler ahbap olur ancak eskidiği sanılan tutku yeniden alevlenir, kıskançlık, gizlemeye çalışmak, duygu patlamaları bir şiddet anında skandala dönüşür. Küçük kasabadaki herkes iki komşunun aşk ilişkisini öğrenir. Filmde parlak canlı renkler, karanlık ve kasvetli renklere bırakır yerlerini. Lime lime olmuş duygular eliniz uzatsanız dokunabileceğiniz mesafede durmaktadır. Bu kadar büyük bir aşk bu kadar imkansızlık deyip sıkıntıyı kalbinizin ortasında hissederken beklenmedik sonu ile biter film. Fanny Ardant – Kadın - gözlerin olması gereken yerdeki iki kopkoyu karanlık ile kameranın içinde seyirciye büyük bir rahatlama ile bakarken iki sevgilini yüzlerindeki mutlu ifadenin üzerinde film biter.

Filmi izlerken C ve S nin aşkının hayaleti sanki arkamdaki sıradan izliyormuşçasına ürperdiğimi hatırlıyorum.

Çok basit cümleler ile kısaca ifade edilebilecek bir konu melodramın tuzaklarına düşmeden anlatılmıştı, filmden çıkınca filmin izlerini içimde taşıyıp çok uzun zaman bu filmi düşündüğümü hatırlıyorum.

Çok sonraları Truffaut’nun bu filmi yazarken Catherine Denevue ile fırtınalı ilişkisinin ardından bu öyküyü oluşturduğunu, filmde edilen bir çok sözün yaşamla bağlarının olduğunu öğrendim.

Bir gün, TRT2 ekranında filme rastladım daha ilk sahneleriydi, bir on dakika kadar izledim ama filmi ilk izlediğim haliyle hatırlamak için gerisini izleyemedim.

Kısa bir süre önce anıları ortaya çıkardığım zaman bu filmi tekrar hatırladım ve ısmarladım.

Kargoyu kaparcasına aldım, ambalajından çıkardım. Eve gidince filmi rafa, hazır olduğum zaman izlemek üzere Vivement Dimanche ile Jules et Jim’in arasına yerleştirdim.


Filmin Türkçe internet sitelerinde yer alan künyesi şöyle;
Yönetmen :
François Truffaut Senaryo : Jean Aurel , Suzanne Schiffman , François Truffaut Görüntü Yönetmeni : William Lubtchansky Müzik : Georges Delerue Yapım : 1981, Fransa , 106 dk.
Oyuncular :
Gérard Depardieu (Bernard Coudray), Fanny Ardant (Mathilde Bauchard), Henri Garcin (Philippe Bauchard), Michèle Baumgartner (Arlette Coudray), Roger Van Hool (Roland Duguet)

Öyküyü ağzından dinlediğimiz Madam Jouve, bize Bernard ve Mathilde'in trajik öyküsünü anlatır. Bernard, karısı Arlette ve oğlu Thomas ile mutlu bir hayat sürmektedir. Günün birinde Philippe ve Mathilde isminde bir çift yanlarındaki eve taşınırlar.Bu, yıllar öncesinde bir aşk yaşamış olan Bernard ve Mathilde'i tekrar birleştiren bir tesadüftür. Birbirlerini tanıyıp sevmiş ve vahşice ayrılmışlardır. İlişki tekrar başlayacaktır.

7 yorum:

  1. Anlattığın olay gerçekten cesaret isteyen bir şey olsa gerek. Hüzünle okudum yazını ve ne diyeceğimi bilemedim:(

    Bu arada blog değişmiş, yanlışlıkla sahte bir bloğa geldim sandım. Güzel bir şablon seçmişsin.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim..

    Uzun yollar etkisnde kalmıştım. Üzücü.

    Blog bugün kılıktan kılığa girdi. En sonunda renkleri değiştire değiştire bunu buldum.

    YanıtlaSil
  3. bloğuma ön ayak olan dostum.teşekkür ederim.seni severim ben.hani iğneyle kuyu kazar insan.o kuyu sabır ister.tek taraflı sabır da bişeye yaramaz bilirsin.galiba kazandık.
    yalınayaklı aristokrat

    YanıtlaSil
  4. Hem hikayeniz, hem de film cok ilgimi cekti.. YouTube'dan trailer'i izledim ama sanirim hikayenin sonunu gorebilmek icin benimde bir siparis vermem gerekecek...

    Arkadasiniz icinse uzgunum..

    YanıtlaSil
  5. Bu film çok güzeldir, kesinlikle tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
  6. Üniversitede bir tanıdığım, yıllarca aşkını reddettiği arkadaşının bir başkasıyla birlikte olup evlenmesinden sonra depresyona girmiş, bir kaç ay hastaneye gitmek zorunda kalmıştı.

    O zamanki aklımla söylemiştim kendisine. Hiç kimse için bu kadar üzülmeye değmez, benim için de kimsenin bu kadar üzülmesini istemem.

    Muhtemelen o kişi bu işi senin yanında yapmasaydı, bir kaç yıl sonra başkasının yanında yapacaktı. Bazı insanlar böyle. :(

    YanıtlaSil
  7. Şule;

    Otuzlu yaşkardan sonra böyle bir şey yanıbaşımda cereyan etse sonradan bu derce etkilenmezdim sanırım. Ama o yaşlarda bir insanın, diğeri için kendisini körü körüne hem de feda etmesine şahşt olmak zordu. :(

    YanıtlaSil

Yorumlar