Böcek,
kafasını kadının tam kalbinin attığı yere dayıyor. Kıpırdamaksızın dinliyor. Ne
zaman ki ritim hızlanmaya başlıyor, yuvalandığı yerde hafifçe kımıldıyor, başıyla
sütyenin kopçasını ileri ittirerek kendine bir yol aralıyor, iki göğsünün
arasından usulca kadının boynuna süzülüyor, dokunuşları kadını gıdıklamasın
diye tutunacağı yerleri üfleyerek hissizleştiriyor. Kulağına tırmanması biraz
zaman alıyor. Masa kalabalık bu sefer, yine de fısıltılarını sadece kadın duyabiliyor.
"Bu
küstahın dizgiyi canının istediği gibi yapmasına izin mi vereceksin?
Korkularını herkese ilân etmesine seyirci mi kalacaksın?"
Etrafındakileri
dikkatlice süzerken "Bir plânım var" diyor sadece böceğin
duyabileceği bir sesle.
Kadın
eylemlerine, beğenilerine iradesinin değil korkularının biçim verdiğinin açığa
çıkmasını istemiyor. Nevrastani ataklarının nefesini kestiği, tansiyonunun
yükselip, baş dönmelerinin dünyasını ele geçirdiği saatlerde, arka odadaki perdeleri
çekip, divana uzanıyor. Kollarıyla bedenini sarmaya çalışırken, dizlerini
karmıma çekip tortop oluyor. Misafirine şükranını sunuyor, "iyi ki varsın". Sakinlemesi uzun sürmüyor. Rövanş plânını
tespih böceği sabrı ile perdeleri çekilmiş, loş odasında dokumaya başlıyor.
Nefesi
yerine geldiğinde son yazdığı öyküye uygun bir fotoğraf peşine düşüyor. Arama
motoruna. "kapı kolu" yazıyor. Karşısına çıkan onlarca görselden bir
tanesini seçiyor. İnce parmaklı bir kadın elini andıran kapı kolu resmine bir
ganimetmiş gibi memnun bakıyor.
"Görsünler fotoğrafa öykü yazmak nasıl
olurmuş" diye fısıldıyor. Onu hayranlıkla izleyen böcek, sıra sıra dizili
dişlerinin arasından çığlığı andıran bir kahkaha koyduktan sonra hırs çıtasını
biraz daha yukarıya taşıyan bir cümle kuruyor:
"Görsünler en güzel öyküyü kim yazıyormuş"
diyor.
Alıntı: "Gergedan Yaratıcı Yazarlık Kursu"ndan, "böceği olan kadın"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar