Seneler
evvel TRT ekranlarında ilk kez izlediğim "Yedinci Mühür" filminden fazlası
ile etkilenmiş; takip eden yıllarda defterlerimi bu filmden sahnelerin
bulunduğu fotoğraflar ile kaplamış, bununla da yetinmeyerek defterlerimin
yapraklarına bu filmden sahneleri defalarca çizmiştim. İnsan okuyup beğendiği
kitapları yaş aldıkça, tekrar okuduğunda önceki seferlerde gözünden kaçan
detayları yakalıyor; aynı kitabın farklı lezzetler barındırdığını yeniden
okumalarında öğreniyor. Filmlerin de kitaplar gibi tekrar izlenişlerinde
insanın beyninde farklı düğmelere bastığını ben bu film sayesinde öğrendiğimi
itiraf etmeliyim. O güne kadar filmlerin yönetmenlerinin adına bile dikkat
etmezken, Ingmar Bergman'ın adı bu film sayesinde hafızama yerleşti.
Video'nun
yaygınlaştığı, DVD'nin ise henüz bilinmediği yıllarda Ingmar Bergman filmi
nerede karşıma çıksa önceden izleyip izlemediğime bakmaksızın kendimi bilet
gişesinin önünde buldum.
Filmlerinde
alışık olduğumuz bir dil yoktur Bergman'ın, fazla içseldir, kendi yaşamından
anlara paralel sahneler barındırmaktadır, perdeye yansıyan görüntüler zihninizi
gözünüzün gördüğünden daha fazlasına yönlendirecek referanslar içerir. Onun
gizli dilini, sembollerinin anlamını filmlerinden anlar biriktirdikçe daha iyi
anlarsınız.
Yedinci
Mühür gibi birden fazla izleme şansına sahi olduğum iki Bergman filmi daha
vardır, Persona ile Cries and Whispers.
Cries
and Whispers da Agnes, Maria ve Karin adlı üç kızkardeşin öyküsü
anlatılmaktadır. Agnes hayatının son günlerini yaşayan, kanser hastası bir
kadındır. Ağrıları dayanılmaz bir hal almıştır, son günlerini kardeşleri ile birlikte
geçirecektir. Maria ve Karin soğuk, acımasız iki kadındır ve sevgiye dair
izlere hayatlarında yer yoktur. Filmin geçtiği evde baskın renk kırmızının
tonlarıdır. Kadınlar beyaz tonlarında elbiseler giymektedir. Agnes'in ölümünden
sonra siyah giyerler. Bu hali ile ev bir insan bedenine benzemektedir, evi
saran kan damarlarını duvar kağıtlarının desenlerinden görebiliriz. Beyazlı
kadınlar da bu evin içinde gezen ruhlardır. Her biri başka bir sebepten
geçmişte yaşadıklarını anımsamaktan kaçınmaktadır, ancak Agnes'in ölümünden
sonra onun hatıra defterini okurken bazı izleri kardeşlerinin gözünden, üstelik
zannettiklerinden daha farklı biçimde göreceklerdir. Kızkardeşleri acının diğer
duyularını kapattığını zannettikleri günlerde bile minik detayları
gözlemleyerek hayattan onların asla almadıkları keyfi alabilmiştir
Persona'da
görünürdeki öykü bir gece sahnede, Elektra oyununun tam ortasında aniden
susarak bir daha konuşmamaya karar vermiş bir aktrist ile onu yeniden kazanmaya
azmetmiş hemşirenin öyküsü anlatılır. Kadın hiç konuşmaz ama hemşire hep
anlatır, anlatır. Anlatılanlar sıradan olandan mahrem olana doğru ilerledikçe
kadınlar birbirinin yerini almaya başlar. O kadar ki bir sahnede kadının
yüzünün yarısı hemşirenin yüzüne dönüşür. Film peliküle kaydedilmiş olan ne
varsa onun tarihini andırır açılışında. Yönetmen filmin her anında,
karakterlerinin en derin ruh halleri perdeye etle kemiğe bürünmüşçesine yansırken
dahi, izlenenin bir film olduğunun altını çizer. Sonlara doğru kamera o kadar
sarsakça ilerler ki hafifçe yana kaydığında bir sonraki sahnenin hazırlıklarını
yapan film ekibi, pür dikkat kesilmiş yönetmen ve görevliler gözükür. Bunun bir
film olduğu ve bir ekip çalışması olduğunun altını filmin içinde çizer durur
Bergman; izleyicisinin öyküdeki kadınların hallerinden etkilenmesine izin
vermez.
Ekibine
inanır, çekirdek kadrosu 18 kişiden oluşur. Bir sene sonra çekeceği filmin
senaryosu bir yıl öncesinden hep hazırdır. Görüntü yönetmenliğini uzun yıllar
boyunca üstlenmiş olan Sven Nykvist sıradaki filmde yaratılacak atmosfer için
önceden hazırlanır, zira önünde bir yıl vardır ve Nisan ayına asla başka film
projesi koymaz. Zira her yıl Nisan ayının on beşi gibi Bergman 18 kişi ile bir araya gelir ve çekimler önceden planlandığı üzere başlar. Çay, kahve, çörek
servisi yapan kadın bile aynıdır, asla vazgeçemediği oyuncuların yanı sıra.
Cannes
film festivallerinin birinde Arabistanlı Lawrence, Doktor Jivago, İrlandalı Kız
gibi filmlerin usta yönetmeni David Lean ile karşılaşır Bergman. Nasıl film
çektiğini samimi bir merakla sorar David Lean.
"18
arkadaşımla beraber çekiyorum ben filmlerimi" der İngmar Bergman. David
Lean şaşırmıştır, "Ne hoş" der,"ben de 150 düşmanımla beraber
film çekiyorum."
Liv
Ullman 2007 yılında Cannes Film Festivali sırasında verdiği bir ropörtajda
şunları anlatır yönetmen ile ilgili:
"Almışıncı yaş gününü kendi adasında, sahilde dostlarıyla kutlamaya karar verdi. ben de beş
yaşındaki kızımla gitmiştim. Kızıma 'sen altmışıncı yaşını nasıl
kutlayacaksın?' diye sordu. Kızım yanıt verdi: 'Tıpkı böyle büyük bir parti
vereceğim, annem gelecek, ama artık çok yaşlı olduğu için hem mızmızlanıp deli
saçması şeyler anlatacak. Unutulmayacak bir parti olacak' Bunun üzerine İngmar
sordu:
'Peki
ya ben, beni orada olmayacak mıyım?'
Kızım
yüzünü ona çevirerek dikkatle yüzüne baktı.
'Bir
ara partiyi bırakıp deniz kıyısına gideceğim. Sen dalgalarla dansederek bana
doğru geleceksin'
Bergman'ın çok filmini seyrettim, şu aralık ayını onun filmlerini seyretmek
YanıtlaSiliçin ideal olduğunu da savunurum hep. Ben de bir çok kez hakkında yazdım. En Son Bergmanseverlere yazdığım yazı şurada
https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=4015512518597314748#editor/target=post;postID=7504735489526460618;onPublishedMenu=posts;onClosedMenu=posts;postNum=3;src=postname
Kesinlikle bu havalarda daha iyi gider. ben de şu ara Mephisto'da Bergman filmleri hayli uygun fiyata satışta olduğu için bri anmak istedim :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler