4 Aralık 2014 Perşembe

Ingmar Bergman: Biraz Filmleri, Biraz Kendisi


Seneler evvel TRT ekranlarında ilk kez izlediğim "Yedinci Mühür" filminden fazlası ile etkilenmiş; takip eden yıllarda defterlerimi bu filmden sahnelerin bulunduğu fotoğraflar ile kaplamış, bununla da yetinmeyerek defterlerimin yapraklarına bu filmden sahneleri defalarca çizmiştim. İnsan okuyup beğendiği kitapları yaş aldıkça, tekrar okuduğunda önceki seferlerde gözünden kaçan detayları yakalıyor; aynı kitabın farklı lezzetler barındırdığını yeniden okumalarında öğreniyor. Filmlerin de kitaplar gibi tekrar izlenişlerinde insanın beyninde farklı düğmelere bastığını ben bu film sayesinde öğrendiğimi itiraf etmeliyim. O güne kadar filmlerin yönetmenlerinin adına bile dikkat etmezken, Ingmar Bergman'ın adı bu film sayesinde hafızama yerleşti.



Video'nun yaygınlaştığı, DVD'nin ise henüz bilinmediği yıllarda Ingmar Bergman filmi nerede karşıma çıksa önceden izleyip izlemediğime bakmaksızın kendimi bilet gişesinin önünde buldum.



Filmlerinde alışık olduğumuz bir dil yoktur Bergman'ın, fazla içseldir, kendi yaşamından anlara paralel sahneler barındırmaktadır, perdeye yansıyan görüntüler zihninizi gözünüzün gördüğünden daha fazlasına yönlendirecek referanslar içerir. Onun gizli dilini, sembollerinin anlamını filmlerinden anlar biriktirdikçe daha iyi anlarsınız.

Yedinci Mühür gibi birden fazla izleme şansına sahi olduğum iki Bergman filmi daha vardır, Persona ile Cries and Whispers.



Cries and Whispers da Agnes, Maria ve Karin adlı üç kızkardeşin öyküsü anlatılmaktadır. Agnes hayatının son günlerini yaşayan, kanser hastası bir kadındır. Ağrıları dayanılmaz bir hal almıştır, son günlerini kardeşleri ile birlikte geçirecektir. Maria ve Karin soğuk, acımasız iki kadındır ve sevgiye dair izlere hayatlarında yer yoktur. Filmin geçtiği evde baskın renk kırmızının tonlarıdır. Kadınlar beyaz tonlarında elbiseler giymektedir. Agnes'in ölümünden sonra siyah giyerler. Bu hali ile ev bir insan bedenine benzemektedir, evi saran kan damarlarını duvar kağıtlarının desenlerinden görebiliriz. Beyazlı kadınlar da bu evin içinde gezen ruhlardır. Her biri başka bir sebepten geçmişte yaşadıklarını anımsamaktan kaçınmaktadır, ancak Agnes'in ölümünden sonra onun hatıra defterini okurken bazı izleri kardeşlerinin gözünden, üstelik zannettiklerinden daha farklı biçimde göreceklerdir. Kızkardeşleri acının diğer duyularını kapattığını zannettikleri günlerde bile minik detayları gözlemleyerek hayattan onların asla almadıkları keyfi alabilmiştir



Persona'da görünürdeki öykü bir gece sahnede, Elektra oyununun tam ortasında aniden susarak bir daha konuşmamaya karar vermiş bir aktrist ile onu yeniden kazanmaya azmetmiş hemşirenin öyküsü anlatılır. Kadın hiç konuşmaz ama hemşire hep anlatır, anlatır. Anlatılanlar sıradan olandan mahrem olana doğru ilerledikçe kadınlar birbirinin yerini almaya başlar. O kadar ki bir sahnede kadının yüzünün yarısı hemşirenin yüzüne dönüşür. Film peliküle kaydedilmiş olan ne varsa onun tarihini andırır açılışında. Yönetmen filmin her anında, karakterlerinin en derin ruh halleri perdeye etle kemiğe bürünmüşçesine yansırken dahi, izlenenin bir film olduğunun altını çizer. Sonlara doğru kamera o kadar sarsakça ilerler ki hafifçe yana kaydığında bir sonraki sahnenin hazırlıklarını yapan film ekibi, pür dikkat kesilmiş yönetmen ve görevliler gözükür. Bunun bir film olduğu ve bir ekip çalışması olduğunun altını filmin içinde çizer durur Bergman; izleyicisinin öyküdeki kadınların hallerinden etkilenmesine izin vermez.



Ekibine inanır, çekirdek kadrosu 18 kişiden oluşur. Bir sene sonra çekeceği filmin senaryosu bir yıl öncesinden hep hazırdır. Görüntü yönetmenliğini uzun yıllar boyunca üstlenmiş olan Sven Nykvist sıradaki filmde yaratılacak atmosfer için önceden hazırlanır, zira önünde bir yıl vardır ve Nisan ayına asla başka film projesi koymaz. Zira her yıl Nisan ayının on beşi gibi Bergman 18 kişi ile bir araya gelir ve çekimler önceden planlandığı üzere başlar. Çay, kahve, çörek servisi yapan kadın bile aynıdır, asla vazgeçemediği oyuncuların yanı sıra.

Cannes film festivallerinin birinde Arabistanlı Lawrence, Doktor Jivago, İrlandalı Kız gibi filmlerin usta yönetmeni David Lean ile karşılaşır Bergman. Nasıl film çektiğini samimi bir merakla sorar David Lean.
"18 arkadaşımla beraber çekiyorum ben filmlerimi" der İngmar Bergman. David Lean şaşırmıştır, "Ne hoş" der,"ben de 150 düşmanımla beraber film çekiyorum."



Liv Ullman 2007 yılında Cannes Film Festivali sırasında verdiği bir ropörtajda şunları anlatır yönetmen ile ilgili:
"Almışıncı yaş gününü kendi adasında, sahilde dostlarıyla kutlamaya karar verdi. ben de beş yaşındaki kızımla gitmiştim. Kızıma 'sen altmışıncı yaşını nasıl kutlayacaksın?' diye sordu. Kızım yanıt verdi: 'Tıpkı böyle büyük bir parti vereceğim, annem gelecek, ama artık çok yaşlı olduğu için hem mızmızlanıp deli saçması şeyler anlatacak. Unutulmayacak bir parti olacak' Bunun üzerine İngmar sordu:
'Peki ya ben, beni orada olmayacak mıyım?'
Kızım yüzünü ona çevirerek dikkatle yüzüne baktı.
'Bir ara partiyi bırakıp deniz kıyısına gideceğim. Sen dalgalarla dansederek bana doğru geleceksin'  

2 yorum:

  1. Bergman'ın çok filmini seyrettim, şu aralık ayını onun filmlerini seyretmek
    için ideal olduğunu da savunurum hep. Ben de bir çok kez hakkında yazdım. En Son Bergmanseverlere yazdığım yazı şurada
    https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=4015512518597314748#editor/target=post;postID=7504735489526460618;onPublishedMenu=posts;onClosedMenu=posts;postNum=3;src=postname

    YanıtlaSil
  2. Kesinlikle bu havalarda daha iyi gider. ben de şu ara Mephisto'da Bergman filmleri hayli uygun fiyata satışta olduğu için bri anmak istedim :)
    Çok teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorumlar