Radyo devri çocuklarının Djleri yoktu. Radyolardan anlamsız sesler çıkmaz, geri zekalı olduğunun farkında olmayıp bilakis çok konuşursa zeki olduğunun sanılacağını zanneden bulanık su kurnazlarının eline mikrofon tutuşturulmazdı. Ardarda dizildiği zaman paragraf oluşturacak anlamlı sözler dökülürdü sunucuların ağızlarından.
Hafta içi, saat on da, her gün mutlaka "Arkası Yarın" olurdu. 20 dakika süren bu program yerli veya yabancı edebiyat eserlerinin türkçeye uyarlanmış beş veya on günü aşmayacak bir zaman dilimine uyarlanmış halleriydi. Kapı mı çalıyor "tak tak"kapı sesi, at mı koşturuyor "şakk şakk şakk" nal şakırtısı, "öhö öhö" öksürük, "gırrrç" esrarengiz kapının açılışı, "hışır hışır" Munise'nin tafta tuniğinin yürüken çıkardığı sesleri duyardınız. Bu efektleri yapan kimsenin adı programın başında karakterleri seslendiren tiyatro oyuncularının isimlerinden hemen sonra anons edilirdi. Konu ile pek bir uyumlu olan tema müziğinin üzerinde anons duyulurdu, davudi bir ses şöyle derdi "Efekt, Ertuğrul İmer". Pazartesi başlayan radyofonik oyuna kaptırdınız mı her gün saatleri iple çekerdiniz, "Monte Kristo Kontu bugün ne yapacak?", "Vronski Anna Karenina'yı terk mi edecek?", "Arsen Lüpen aslında kim?", "Therese Raquin'in hali ne olacak", "Reşat Nuri Güntekin'in Huzur'u nasıl bitecek", "Kamuran Çalıkuşu'na kavuşabilecek mi?", "Hasat zamanındaki çifti linç edecekler mi?" sorularına bir bilemediniz iki hafta kadar yanıt arardınız.
Radyo tiyatrosunun yanı sıra her akşamüstü saat 18:00 de "Çocuk Bahçesi"nde türlü macera içere bir tür çocuk radyosu vardı. Benim en unutamadığım ise iki kez dinlemiş olamam rağmen her seferinde bir sebepten son bölümünü dinleyemediğim "Kırık Anahtar" isimli bir macera olmuştu. Miami'de dönen bir entrikayı aydınlatan bir çocuk vardı. Gözlerimi kapayıp dinlerken Miami'de palmiye ağaçlarının altından geçip bataklıkta esrarengiz kırık anahtarı aradığımı hayl ederdim. Flüt ve gitarın birbirine karıştığı gerilimi arttırmaya hizmet eden güzel bir melodisi vardı.
İlkokul yıllarımda ise sabahçıysam saat 16, öğlenci isem saat 11 de başlayan okul radyolarında dramatize edilmiş dersleri dinlerdim. Bu derslerden en çok yabancı dil bölümleri hoşuma giderdi. "İngilizce dil bilgisi"ni kaçırmaz kargacık burgacık el yazımla kendi kendime ingilizce öprenmeye çalışırdım.
Çarşamba akşamları saat dokuz sularında ise 1 saat süren radyo tiyatrosunu dinlemey çalışırdım. Transistörlü radyoyu kulağıma yapıştırır TVye bakmaktansa küçücük kutunun içinden kulağıma fısıldayan sesleri dinlemek nedense daha cazip gelirdi. Bu radyo tiyatrolarında bazen bir roman, bazen de o dönem popüler olmuş bir film uyarlaması dinleyiciye sunulurdu. "Rüzgar" isimli bölümü unutamıyorum. Güya ölüm istediği zaman bir rüzgar olup gözüne kestirdiği kimsenin peşine düşüyor ve rüzgarı giremiyeceği anahtar deliği, pencere kenarı, duvar yarığı olmadığı için ne yapıp ne edip, esip tozu dumana katıp istediği insanı kendi yanına çekip alıyordu. Elektirk kesintisine denk gelmiş bir karanlık İstanbul gecesinde dinlediğim bu temsil, her rüzgarlı gece aklıma gelir oldu yıllar boyunca.
Çok değil bir kaç sene öncesine kadar her gece saat 10:15 te klasik romanlar okunurdu. Bir başlar aynı romanı haftalarc satır satır okur bitirilerdi. İnat edip "Budenbrook Ailesi"nin hazin öyküsünü kaydetmişim soksanlık kasetlere.
Bir de cumartesi akşamüstleri yayınlanan "Dilek Kutusu" vardı. Klasik müzik tutkunlarının da klasik müziğe yeni yeni ilgi duymaya başlamışların da her hafta aynı saatte, 17:00 de radyolarının yanına koşmalarına sebep olurdu. Sinyal müziği Beethoven'ın Dördüncü Senfonisinin giriş bölümünden alınmıştı. Programı hazırlayıp sunan Nevin Uluçam'ın ismi hafızamda yer etmiş. Tuhaf bir öğretmen edası taşıyan sesi ile Nevin Hanım özenle hazırlandığı belli olan; biraz sonra çalınacak esere ve bestecisine ilişkin bilgilerin yanısıra, o dönem dünyada yaşananlar, bestecinin o eserini üretirken içinde bulunduğu ruh haline ilişkin ipuçlarını dinleyicisine aktarırdı. Müzik başlamadan önce istekte bulunanların isimlerini okurdu. Kimbilir kaç ay önce Nevin Hanım'a gönderilmiş mektupları ile sadık dinleyicilerinin paylaşımlarıydı o dilekler. "Az sonraki eseri istekte bulunan; Edirne'den Nadire Hanım, Çanakkale'de Fikret Bey ve Bursa'dan Talat Bey ile tüm dinleyicilerimizi için çalıyoruz" derdi mesafeli sesi ile Nevin Hanım. Bir çok insana klasik müziğe ilişkin genel kültür düzeyinde bilgi kazandırmış, onların müziği sevmesine neden olmuştur iddiasındayım. Program sessiz sedasız sona erdi.
Bir de her öğlen saat 13:00 de ana haber bülteni okunurdu. Davudi bir ses evin büyük radyosunun iri gövdesinde en bas hali ile yankılanırdı. Evdeki yaşlılar pür dikkat kesilir, gazeteler katlanıp sehpanın üzerine konulur, onun üzerine okuma gözlükleri bırakılır. Tıkırtı çıksa büyükler "şşşşş" derlerdi. Dünya durur, haberler okunur, biz küçükleri as sonra oturulacak öğlen sofrasındaki kızarmış köftelerin heyecanı kaplardı.
Bütün bunlar top yekûn geçmişte kaldı, geçmişe mazi dendiği oldu. Kısa bir düre önce arkası yarın hayata Orhan Pamuk'un "Benim Adım Kırmızı"sı ile tekrar geçirildi. Eski bölümlerini ise TRT den satın alan bir radyo kanalı yayınlamaya başladı.
Ah arkadasim o arkasi yarinlar ne kadar güzeldi, hele oynayanlardan biri Yildirim Önal´sa, ah o ne muhtesem bir ses, ne muhtesem oyunculuktu, cok özledim coooook..
YanıtlaSilHatirlattigin icin, beni o günlere götürdügün icin cok sagol:)
cumartesi geceleri saat 01:00 de radyo tiyatrosu var hala trtde.bilmiyorum takip ediyo musun.
YanıtlaSilEvet genel kültür, edebiyat, öğreticilik yönünden çok iyi bir dönemmiş. Şimdiki suluk katsayısı yüksek djlerin olmaması da çok hoş ama tek kanaldan yayın dönemiydi sorun. O güzelliğin içinde bir de tekdüzelik söz konusu değil miydi? TRT'nin onaylamadığı hiç birşey yayınlanmıyordu mesela. Keşke o öğreticilik, şimdi ki çok kanallı sistemde de devam etse. İşte o zaman teknoloji bir anlam kazanır...
YanıtlaSilÇoluk çocuk radyo başına toplanın arkadaşlar... diye başlayıp devam edip sonunda da çocuklarla başbaşa! diye müziğini bile hatırladığım programına bayılırdım.
YanıtlaSilAnna kareninayı bana radyo okurdu her gece.
Cumartesi günleri saat 10,30 da belki Hafta sonu programı olurdu.Bir stüdyodan canlı yayınlanır hatta radyoda seyircilerde olurdu. Alkış sesleri gelirdi. Sonra 13 öğle haberlerinin ardından reklam kuşağı yayınlanır Sezen cumhur Önalın kadife sesli, çukulata tenli şarkıcıları gelirdi mikrofana.
Evde televizyon olmasına rağmen çocuk bahçesini ve arkası yarını çok severdim. Soğuk kış günlerinde daha da zevkli olurdu radyo dinlemesi.
YanıtlaSilNe kadar güzel günler yaşamışız. hatırlattığın için sağol.
Selamlar
Profesyonel anlamda uzun yıllar seslendirme ve radyoculuk yapmış biri olarak büyük bir tebessümle okudum yazdıklarını. Mikrofon tozunu alınca özlüyor insan başka bir tadı oluyor nede olsa ve şimdikilere bakıyorumda... Oturduğu yerden aşk şöyle sevgi böyle saçmalıklarında farklıydı bizimkiler mp3 yoktu iki oda olurdu haraketli bir sandelye ve aynalar eşlik ederdi. Bilirdin her bir albümün introsunu tek kol hareketiyle alırdın kaseti ve yayına verirdin sonra birde anlamlı anonslar .... Bende karalıyım bununla ilgili bir şeyler. Neyseki çok özlediğimde konuşturacak karakterler buluyorum daha. Hep özlemle anmasak geçmişi keşke. Özlediğimi fark ettim yine :)
YanıtlaSilProfesyonel anlamda uzun yıllar seslendirme ve radyoculuk yapmış biri olarak büyük bir tebessümle okudum yazdıklarını. Mikrofon tozunu alınca özlüyor insan başka bir tadı oluyor nede olsa ve şimdikilere bakıyorumda... Oturduğu yerden aşk şöyle sevgi böyle saçmalıklarında farklıydı bizimkiler mp3 yoktu iki oda olurdu haraketli bir sandelye ve aynalar eşlik ederdi. Bilirdin her bir albümün introsunu tek kol hareketiyle alırdın kaseti ve yayına verirdin sonra birde anlamlı anonslar .... Bende karalıyım bununla ilgili bir şeyler. Neyseki çok özlediğimde konuşturacak karakterler buluyorum daha. Hep özlemle anmasak geçmişi keşke. Özlediğimi fark ettim yine :)
YanıtlaSil