5 Eylül 2009 Cumartesi

Kalça Mankeni

"The Taking of Pelham 1 2 3" yaz günlerinda kolay izlenen bir seyirlik. Sonlara doğru esas oyuncu Denzel Washington'un, karısı ile yaptığı, "film güzel bir macera oldu ama hanimiş bunun aile değerlerini yüceltelim" bölümü dışında filmin diğer bölümleri ile uyumsuz kaçmış başkaca bir bölüm yok. Denzel Washington bir tür rüşvet olayına karıştığı için metrodaki üst düzey görevinden alınıp bir kabine koyulmuş seyahat halindeki metro trenlerinde sorun varsa oturduu yerden makiniste ulaşarak durumu kurtarmakla görevlendirilmiş. Sürekli inkar ettiği rüşvet olayı açıklığa kavuşuncaya kadar kızağa alınmış yani. John Travolta'nın canlandırdığı karakter ve arkadaşları New York metrosunda bir aracı içindeki yolcular ile rehin alıp 1 saat içinde 10 milyun USD getirilmesini aksi takdirde süre bitiminde yolcularu 1 er dakika ara ile para getirilinceye kadar öldürmeye devam edecekler.

Filmin sonlarına doğru John Travolta'nın canlandırdığı karakterin ağzında Denzel Washington'un aldığı laflar ile çözümlemey ve kim olduğuna dair ipuçları elde etmeye başlıyorlar. Verdiği ipuçlarından biri de yıllar önce çok iyi para kazandığı bir dönemde bil "kalça mankeni" ile hafta sonu bir partiye katılmak üzere İzlanda'ya uçak ile gitmiş olmaları. Aniden "yahu filmde bir tane göğüs bir tane kalça bir çıplak vücut yok kalça mankeni ile bu açığı mı kapatacaklar acaba dedim" kendi kendime. Tabi filmin alt yazısını çevirenin uydurması zaten kalça mankeni diye bir şey yok. Türk seyircisini "tüm bir film boyunca metronun kapkara tünellerini seyrettiniz alın size birazdan istediğiniz kadar kalça göstereceğiz" hissiyatına büründürmeye ne hakkınız var? Ne güzel macera filmi izliyoruz. Travolta da, Washington'da kendi dillerinde kalça mankeni anlamına gelecek bir tek kelime etmiyorlarken üstelik nedir bu atmasyon? Çevirmeninizde sözlük mü kalmadı yoksa? Adamlar "elf model" diyor, yani elf gibi, dal gibi, zayıf, güzel, sapsarı saçlı anlamına geliyor dedikleri. Elf ne zamandan beri kalça oldu?

Aynı çevirmene yüzüklerin efendisini çevirtselerdi nasıl olurdu ama, orta dünyada kafanı ne taraf çevirsen karşına kalça çıkıyor, hem de triloji. Emmanuelle serisine dönerdi mübarek. Yazarının öbür dünyada gözleri, kulakları, ruhu şenlenir miydi onu bilmiyorum ama, Türkiye'deki "Yüzüklerin Efendisi" seyircisi izleyicisi sayısında patlama yaşanırdı.

Film dediğim gibi finaline doğru baş karakter ile eşinin yaptığı "eve gelirken 2 galon süt getir muhabbeti anında bir 30 saniye kadar bayıyor ki o kadar süre baymak baymak sayılmaz. İzlemesi kolay, kendine baktıran bir film işte.

Yüzüklerin Efendisi de nasıl bir filmdir, izleyenler merakla bekledi her sene bir sonraki bölümü n gösterime girmesini. Bir de o filmi izlerken ruhu sıkılanlar var, çok az sayıda ama, az ve de öz sayıda. Ben de aynı yönetmenin King Kong filmini izlerken sıkılmıştım hiç bitmeyecek sanmıştım ama bittiği için de az şükretmedim. Kadir kıymet bilirim, şükretmesini de bilirim. (Geyik başlatan sözler bunlar. Başladı mı bitmeyen sözler. Eyvah kısır döngüye giriyorum. Looplarsam biri bana gelsin... Ferhat Göçer senden de bu şarkından da nefreTH ediyorum lan)

Film konusu şöyle dursun, evdeki cdleri mp3 çevirip çevirip saklamaya cd leri de satmaya karar verdim vereli. Türk müziğinin neden doğru düzgün bir adım ileri gidemediğini neden adam gibi bir arşivimizin olmadığını, cd lere ilk geçildiği yıllarda en dandik avrupa ülkesi bile eski albümlerini cd ortamına aktarmışken bizimkilerin daha yeni yeni, arada 30 yıl fark var dikkatinizi çekerim farkettim. 1990 lı yıllardan itibaren günümüze kadar olan türkiye baskısı cdlerde tarih yok. Bir kaç tane albümün istisnası var, bir kaç albümün ismi seneyi barındırıyor, bir ara bandrollere yılı belirten bir kaç işaret koymuşlar o kadar. Bu müzik işine yıllarını vermiş adamlar bu kadar mı kalın kafalı olur? Yazsana albümün bir tarafına yapıldığı seneyi. Albümün başrolündeki Jön/artiz/şantöz sereserpe poz vermiş yedi düveline, kuaförüne, ayağına deniz kestanesi battığı vakit pansuman yapan eczacı yamağına kadar teşekkürle donatmış cdyi bir tane sene/yıl/tarih işareti yok. Çok arşivlersiniz müziğinizi. Demedi demeyin sonra.

Kıllanan adam modumdayım anlaşıldı.

CD ve tabi daha önceden kaset. Ürünleri ambalajlamasını icad edenler bu icadın türklerin eline geçeceğini hesaba katmamışlar tabi daha bir çok icad gibi. Cdleri bir jelatinliyorlar, açmak için belli bir teknik geliştirmezseniz çok uğraşır zor açabilirsiniz. CD elinizde ambalajlı vaziyette siz açamadığınız için üstünde zıplayarak sinir krizi geçirirsiniz rahatlıkla.

Bir de dışını kartondan yapmanın maliyeti düşürdüğünü keşfetti ya Ercan Saatçi tipli uyanıklar, o kadar kalitesiz mi olur bir cdnin zarfı? Hiç mi yabancı örneklerini alıp bakmadınız elinize? Hiç mi Avrupa, Amerika görmediniz? Oralara kendi sektörünüzle ilgili araştırma yapmak üzere giden bakan peşine it sürüsü gibi takılmadınız? Gittiniz gitmesine de heyetçe otele odalarına kapanıp bedava sandığınız porno kanallarını izlemekle geçti inceleme gezileriniz. Bir insan kendi mesleği ile ilgili kafa patlatır ya.. Nedir bu çektiğimiz sizin gibi zevksiz, köy kurnazı müzik prodüktörlerinden çektiğimiz, müziğin kalitesine değinmedim bakınız ben dış görüünüşle ilgili ve yüzeyselim şimdilik.





Konu ile ilgisi olsun diye kalça mankeni resmi aradım ama bulamadım onun yerine bunları buldum, bu ayakkabılar nasıl bir engizisyon eziyetidir ya? Daha da kıllanmayacağım. Söz.

2 yorum:

  1. eziyet çekmeye bayılan bayanlar oldukça bu tür tasarımlar hep olacaktır..zavallı ayacıklar yerlerinde olmak istemezdim doğrusu :)

    YanıtlaSil
  2. Crazywomanrosemary;

    Gerçekten de bunları taşımak büyük eziyet, işkence aleti gibi gözüküyor resimdekiler.

    YanıtlaSil

Yorumlar