1 Kasım 2011 Salı

Çakıl Taşları

Çok konuşurdu dinleyeni azdı. Bir açtı mı ağzını gümbür gümbür de çağlardı, fısıldayarak da söylerdi söyleyeceğini. Bazen de susar ve uzun uzun bakardı karşısındakine. Bakışlarıyla konuşurdu. Kedi gibi, gözlerini kısarak bakardı. Sen benimsin ve ben seni seviyorum demenin kedicesi böyleydi. O da kedi gibi kısardı gözlerini:

"Sen benimsin, seni seviyorum"

Bu sözleri duyanlar onun ne demek istediğini hemen anlamazdı. Tercümesi zordu bu cümlenin. Yıllar, yıllar sonra anlarlardı. gelin görün ki iş işten geçmiş olurdu. Nazın fazlasıydı değil mi aşıkları usandıran? Usanırdı o sevgisini anlamayandan, arkasını döner uzaklaşırdı. Kendisini artık sevgisi tükenmiş, kinci bir aşık gibi geri çektiği vakit anlayabilirdi bazıları onu.

Ben onu bir gün bir plajda anladım. Rüzgar saçlarımı dağıttı sonra.

Yüksek kayalıkların çevrelediği kuytu bir koydaydım. Kayalıklar, sonra toprak, sonra biraz kum ve kumların denize kavuştuğu noktada minik minik çakıl taşları vardı. Minik taşlardan sonra çakıl taşları irileşiyordu. Denize girmek isteyenler üzerlerinde zor duruyorlardı. Taşlar tabanlarına batıyor, yürümek acı verici oluyordu. Taşlar, taşlar. Sonra kayalar ve kayaların diplerinde sanki tebdirsizlerin ayaklarına batmak için mahsus gizlenmiş deniz kestaneleri. Onlar ki en çok ayak parmaklarını ve topuklarını severlerdi insanların. Tam da oralara batarlardı ve o zaman bir geniş çığlık duyulurdu.

Ben plaj havlusunun üzerinde oturmuş, ağustos ikindisinin güneşinde, sırtıma vuran esintinin tadına varmaya çalışıyordum. Elimi kumların içerisine sokmuş sigara izmaritlerini gömüldükleri yerlerden bulup çıkarıyor, yanımda getirdiğim naylon poşetin içine atıyordum.

Delisin sen.
Neden ki?
Herkes kirletiyor, sen mi temizleyeceksin bu plajı?

Oturduğum havluya bitişik alanda artık izmarit bulamaz olunca, elim çakıl taşlarına uzandı. Toprağın altından, erişebildiği yerlerden, irice çakıl taşlarını çıkartarak bir metre kadar sağ tarafımdaki boş alana atmaya başladı. Abarttığımı farkettim elimin. Sanki maden bulmuştum. Taşlar birbirinin üstüne düştükçe, tak tak tak tak seslerinin yankılarının da geri geldiğini işittim. İrice taşlar bir araya geldikçe, plajın köşesinde tuhaf ve gereksiz bir taş kümesi belirmeye başlamıştı.

Dur lütfen!
Neden ki?
Herkes bize bakıyor.

Denizden geniş bir çığlık yükseldi. Bir kadın çığlığı. Kadının ayağı deniz kestanesi ile tanışmıştı besbelli. Artık kimse bize bakmıyordu. Herkes kadına bakıyordu. Arkamızda oturanlarda bir hareket oldu. Delikanlının biri denize doğru koşarken taş kümesine bastı, bilinçsiz biçimde bir araya topladığım taşlar bu sefer bir başkasının teması ile birbirlerinden ayrılmışlardı. Belli ki çakıl taşları dağınık kalmalıydılar.

Denizdeki kadını çıkardı delikanlı. Karaya geldiklerinde kadın tek ayağı üzerinde duruyordu. Arkalardan bir kadın seslendi.
"Kızım, eve gidince hiç oynama, zeytinyağı sür, bez sar, kendiliğinden çıkar. Oynarsan yara yaparsın".
Doğru söylüyordu kadın. ben de kendimden biliyordum. Kadın ne derse desin denizden çıkan kadın eve gittiğinde bir cımbızla deşecekti deniz kestanesinin dikenlerinin battığı yerleri. Acısı azalacağına büyüyecekti.

Az evvel attığım taşlardan bir kaç tanesini alıp havlunun üzerine yerleştirdim ve fotoğraflarını çektim. Niyetim taşları eve götürüp güzelce yıkadıktan sonra, kurutup verniklemekti. Cilalanmış yüzeylerin renkleri daha koyulaşacak, daha canlılaşacaktı.

Birazdan akşam olacaktı. Güneş artık yakmıyordu. Gitme zamanı geldiğinde taşları yerlerine bıraktım. Ait oldukları yerlerde daha güzeldiler. Havlularımızı çantalarımıza koyup, yukarıya, arabayı parkettiğim yere yürüdük. Rüzgar ne de tatlı esiyordu. İşte tam orada, denize bakan minik tepenin en üst noktasında, bana da fısıldadığını duydum hayatın. Çok sakin, insanın içine huzur veren bir sesi vardı.

"Sen benimsin, seni seviyorum"

"Ben de seni" diye fısıldadım ona belli belirsiz.

Tatlı bir rüzgar boynuma değer gibi yaptı, yanağımı okşadı ve tuz kokan saçlarımı dağıttı.



Fotoğraf: Çakıl Taşları - D.M.

11 yorum:

  1. Çok eskilerde plajlarda deniz kabukları bulmak mümkün olurdu.Artık imkansız belki tek tük.
    Ama taşlar imdadımıza yetişiyor,dalganın etkisiyle çarpa çarpa şekillenmiş onca taş benim için ayrı bir tutku.
    Kalemine sağlık Vladimir.

    YanıtlaSil
  2. Çakıl taşları çocukluğumdan beri ilgimi çekmiştir. Severek okudum, anılarımı canlandıran yazı için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Çakıl taşları dağınık kalmalı...

    YanıtlaSil
  4. çok hoş bir benzetme, çok hoş bir hikaye...

    YanıtlaSil
  5. !ÇİMDEN GELDİGİ GİBİ~~~ ;

    Teşekkür ederim, çakıl taşları ile oyalanmayı sevenlerdenim ben de :)

    YanıtlaSil
  6. Ali Zafer Sapci;

    Çocukluk anıları hep güzeldir. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  7. hezeyanlarım hesaplaşmalarım;

    İstesek de hizaya sokamıyoruz onları. Dağınık daha güzeller :)

    YanıtlaSil
  8. Beenmaya;

    Çok sağol Beenmaya :) .. Böylece ilk defa kendi çektiğim fotoğrafa hikaye yazmış oldum... Ya evet etiketi de değiştirmem lazım. :)

    YanıtlaSil
  9. Fısıldayandaki giz teması güzel:)

    YanıtlaSil
  10. N. Narda;

    Çakıl taşları ile ilgili bir yazı yazmak için oturdum ve o giz geldi aklıma.. Gerisi kendiliğinden geldi. Ama noktalama işaretleri ve harf hatalarını düzelttim sonradan ;)

    Teşekkürler

    YanıtlaSil
  11. Harika bir öykü olmuş.Deniz kestanesini görmemiştim hiç.Demekki dikkatli olmak gerekiyor.Bir de yazı özledim:)Bana yaz esintilerini getirdi..

    YanıtlaSil

Yorumlar