Seneler önce farkettim ki türk filmi izlerken afakanlar basıyor bünyeye ben deizlemeyi durdurdum. Yine de arada neler oup bittiğine bakmak için izliyorum. Bu izlemeler genelde kendimi zorlayarak oluyor, sonuna kadar azim gösterip nihayete erdiinde "çat" diye dvd playerı kapatıyorum. Önceki dönemlerde sinema salonunda türk filmi izleyebildiğim dönemlerde ise; yazılar geçmeye başladığında salonda dışarıya sanki izlediğim azaptan kurtulduğum için içimde ivedilikle bir toprağı öpme arzusu belirmiş gibi koşarak terkederdim sinema salonunu. O filme dair gözümün önünden geçenleri silip atmak da ivedilikle halledilmesi gereken bir görev olurdu, ne yazık ki. 1970 sonunda türk sineması ürünlerinde samimiyetini muhafaza edebilmiş fim sayısı çok az malesef.
Filmlerimizde hep birilerini etkilemeye çalışmanın telaşı, başka bir yerden görüp hoşuna giden bir kamera açısını, bir diyaloğu, bir mizanseni kendi filminin içine anlam bütünlüğünü sarsarak oturtma kolaycılığı sık görülen öğelerden. Bir de gişeciler türedi son on yılda, gişe yaptıysa iyidir gerisi beni enterese etmez cingözlüğündeki bu tipler ise en beteri.
Geçenlerde son dönemlerde izediğim bir türk filmi üzerine yazdım, filmin olumlu yönleri ve zayıf yönleri hakkında tamamen şahsi görüşlerimi içren bir yazıydı. Yönetmen hazretleri hazmedemişler yazdıklarımı yememiş içmemiş twitterda beni bloke etmiş. Bloke etmeden önce de şöyle bir twit salmış takipçilerine; "ben film yönetmekten anlamıyor muşum" makamında bir cümle. Kıyamam bunların kuruntularına ve hassasiyetlerine ben.
Ne kadar komik.
Herhalde sayın yönetmenlerimiz her yaptıkları işe her defasında ayrı makamdan alkış tutarak "Ah ne kadar mükemmel oldu, bundan mükemmel Şam'da kayısı" dyecek şakşakçılardan başkasını dinleyemeyecek denli kendi iç yolculuklarına odaklanmışlar. Copy-Paste den beslenmiş ürünlerine hayran kalınsın arzusundalar. Başkalarını etkilemek için yapıldığı bariz sahnelerinin ne kadar sığ olduğu asla farkedilmesin istiyorlar. Senaryo gelişimindeki tutarsızlıkları, fazlalıkları ve gereksizlikleri seyirci denen zırcahil sürüsü farketmesin istiyorlar. "Etkilensin diye yapıldıysa etkilenceksin evdeki hesabımız çarşıya hep uyar bizim" mantığı ile dayatılan ürünü yememek kabahat neredeyse. Kendi iç seslerine benzemeyenler "kötü sesler," kıskançlıkla sarfedilmiş kötücül birikimler.
Yok efendim, artık orijinali varken kötü taklilerle işi yok seyircinin. Yıllar içinde her bir filmin için uygun üslup seçmeyi yaratmayı beceremişsen filmin de sonunda üslupsuz olur. Sahneni nasıl çekeceğini önceden hesaplamayıp sette herkesin önerisi ile ayrı bir atraksiyon yaparsan o film üslup çorbası olur. Görüntü yönetmeninin canı o sahneyi rengarenk yapıp panayıra çevirmek istedi diye çekimden bir saat önce onun aklına uymaya karar verirsen o film de herkesin ucundan tutup çektiği yönde ilerler. Filmin her bir anı farklı farklı yollara sapar, toparlayamazsın.
Belki sayn yönetmenlerimiz farkında değil ama dünya giderek küçüldü. Türkiye eskisi gibi medeniyetin nimetlerinin çok fazla uzağında değil. Orijinali varken güdük taklitlerini yutmayacak kadar da kaliteli işlere alıştı. DVD'lerde "yönetmenin kurgusu" versiyonlarını, yönetmen, oyuncu, görüntü yönetmeni, kurgucu, prodüktör yorumlarını dinleye dinleye ufak çaplı örnekleri ile sinema dersleri almış oldu. Maymun gözünü açtı yemiyor artık. Siz ahkam kestiniz diye dedikleriniz doğru demek değil.
Yaparsın filmini açarsın eleştirilere kendini. Seyircinin zevkini yönlendirebilirsen, insanların beyinlerindeki gri hücreler titreştirebilirsen ne ala.
Bizde neden hiç yönetmenin kurgusuyla yeniden yayınlanmış film yok acaba?
Filmlerimizde hep birilerini etkilemeye çalışmanın telaşı, başka bir yerden görüp hoşuna giden bir kamera açısını, bir diyaloğu, bir mizanseni kendi filminin içine anlam bütünlüğünü sarsarak oturtma kolaycılığı sık görülen öğelerden. Bir de gişeciler türedi son on yılda, gişe yaptıysa iyidir gerisi beni enterese etmez cingözlüğündeki bu tipler ise en beteri.
Geçenlerde son dönemlerde izediğim bir türk filmi üzerine yazdım, filmin olumlu yönleri ve zayıf yönleri hakkında tamamen şahsi görüşlerimi içren bir yazıydı. Yönetmen hazretleri hazmedemişler yazdıklarımı yememiş içmemiş twitterda beni bloke etmiş. Bloke etmeden önce de şöyle bir twit salmış takipçilerine; "ben film yönetmekten anlamıyor muşum" makamında bir cümle. Kıyamam bunların kuruntularına ve hassasiyetlerine ben.
Ne kadar komik.
Herhalde sayın yönetmenlerimiz her yaptıkları işe her defasında ayrı makamdan alkış tutarak "Ah ne kadar mükemmel oldu, bundan mükemmel Şam'da kayısı" dyecek şakşakçılardan başkasını dinleyemeyecek denli kendi iç yolculuklarına odaklanmışlar. Copy-Paste den beslenmiş ürünlerine hayran kalınsın arzusundalar. Başkalarını etkilemek için yapıldığı bariz sahnelerinin ne kadar sığ olduğu asla farkedilmesin istiyorlar. Senaryo gelişimindeki tutarsızlıkları, fazlalıkları ve gereksizlikleri seyirci denen zırcahil sürüsü farketmesin istiyorlar. "Etkilensin diye yapıldıysa etkilenceksin evdeki hesabımız çarşıya hep uyar bizim" mantığı ile dayatılan ürünü yememek kabahat neredeyse. Kendi iç seslerine benzemeyenler "kötü sesler," kıskançlıkla sarfedilmiş kötücül birikimler.
Yok efendim, artık orijinali varken kötü taklilerle işi yok seyircinin. Yıllar içinde her bir filmin için uygun üslup seçmeyi yaratmayı beceremişsen filmin de sonunda üslupsuz olur. Sahneni nasıl çekeceğini önceden hesaplamayıp sette herkesin önerisi ile ayrı bir atraksiyon yaparsan o film üslup çorbası olur. Görüntü yönetmeninin canı o sahneyi rengarenk yapıp panayıra çevirmek istedi diye çekimden bir saat önce onun aklına uymaya karar verirsen o film de herkesin ucundan tutup çektiği yönde ilerler. Filmin her bir anı farklı farklı yollara sapar, toparlayamazsın.
Belki sayn yönetmenlerimiz farkında değil ama dünya giderek küçüldü. Türkiye eskisi gibi medeniyetin nimetlerinin çok fazla uzağında değil. Orijinali varken güdük taklitlerini yutmayacak kadar da kaliteli işlere alıştı. DVD'lerde "yönetmenin kurgusu" versiyonlarını, yönetmen, oyuncu, görüntü yönetmeni, kurgucu, prodüktör yorumlarını dinleye dinleye ufak çaplı örnekleri ile sinema dersleri almış oldu. Maymun gözünü açtı yemiyor artık. Siz ahkam kestiniz diye dedikleriniz doğru demek değil.
Yaparsın filmini açarsın eleştirilere kendini. Seyircinin zevkini yönlendirebilirsen, insanların beyinlerindeki gri hücreler titreştirebilirsen ne ala.
Bizde neden hiç yönetmenin kurgusuyla yeniden yayınlanmış film yok acaba?
"Ben oldum" diye düşünenlerin en büyük handikapları,eleştiriyi kendilerine yapılmış saldırı olarak gördükleri için,eleştiriye açık olmamaları bence.
YanıtlaSilEn çok yaptıkları şeylerden biri de ( ki, beni epeyce sinir eder),eleştirenlerin anlamamasından ve cehaletinden kaynaklanan eleştiriler yaptığını ima ederek ortalıkta gezinmeleridir
Uzun cümleler oldu sanırım ama derdimi anlatabildim nihayetinde :)
özellikle ilk paragrafta sanki yazıyı ben yazdım düşüncesine kapıldım... aynı hisler...
YanıtlaSilEbruli Günce;
YanıtlaSilEvet hepsinde bir "oldum ben" havası var sonra bütün algılarını kapatıveriyorlar ki.. Algılarını her daim açık olması lazım. Zaten ne yaptığı konusunda bilinçli olan adama aın sanı belli olmayan birinin eleştirisi vız gelir tırıs gider aslında.
Kendini sanatı ile ya da bir ürün ile ortaya koyan kişileri büyük çoğunluğu ülkemizde malesef son derece sığ kalmışlar.
Abi;
YanıtlaSilAklın yolu birdir :))