Ses'i fragmanını ilk gördüğümden beri izlemek istemiştim. Zekice hazırlanmış bir gerilim filmi vaad ediyordu. Ancak, sinemada türk filmi izlemeyi sevmediğimi iki yıl önce net biçimde anladığımdan beri DVD sini beklemeye karar vermiştim.
Filmin Yönetmeni Ümit Ünal Teyzem filmi ile düştü sinemaseverlerin hayatına. Kendi teyzesinden esinlenerek yazılmış başarılı senaryo gerçek hayatıdaki kız kardeşini silerek önümüze sunsa da ayakları yere basan bir sürü detaydan beslenen güçlü bir senaryoydu. Ünal yazdığı senaryosunun Yeşilcam yöntemi delik deşik edilmesinden duyduğu hüznü "Hayallerim Aşkım ve Sen" adlı senaryosunda dile getirdi. Sonra çok üzel bir öykü kitabı Oğlak Yayınevi tarafından yayınladı ve seneler sonra yönetmen olarak "Dokuz" isimli çok güzel ve adeta efsaeneye dönmüş bir film kotardı. Bunlar Ümit Ünalın kariyerindeki ortalamnın üerine çıkmış artıları.
Gelelim Ses'e. Film gerilim filmi iddiasında ve bu tür filmler için oldukça esaslı olabilecek bir fikri barındırıyor içinde. Resmi sitesinde filmin konusu şu şekilde ifade ediliyor:
"Bir çağrı merkezinde çalışan ve yaşlı annesiyle beraber yaşayan genç bir kız olan Derya'nın hayatı bir gün gaipten bir ses duyması ile alt üst olur. Nereden geldiğini bilmediği bu ses genç kızın hayatını korku dolu bir kabusa çevirir. Derya ilk başlarda SES'i duymamaya çalışsa da SES giderek güçlenerek Derya'yı eline geçirmeye başlar. Genç kız sonunda yaşadığı cehennem azabından kurtulmak için SES'in ona yapmasını söylediği şeyleri yapmaya mecbur kalır. SES'in gitmek için tek bir şartı vardır, Derya'nın işyerindeki patronu Onur'u takip etmesi gerekmektedir."
İyi işlendiğinde türün takipçileri için oldukça cazip hal alabilecek bir film vaat ediyor bu sözler.
Film iyi bir ekip tarafından ele alınmış, hepsi işlerinde mutlaka çok iyiler bunu filmin her karesinde görüyoruz. İşte filmin noksanlığı bu noktada başlıyor. Daha jenerikte görüntü ve müzik diyor ki "İşini seven bir grup teknik insan bu film için bir araya gelmiş olmalı" Bunlar işlerini o kadar çok seviyorlar ki güzel olan ile abartılı olan arasındaki ince çizgiyi aştıklarını farkedip onlara durmaları gereken noktayı söyleyecek bir insana ihtiyaçları var. Ancak bu filmde frene basmalarını söyleyecek bir adam yok. Bu yüzden bu kişiler de bir yerlerde görüp beğendikleri numaraları aldıkları gibi bu filme doldurmuşlar. Jenerikteki görüntüler ve ona eşlik eden efektler ile müzik aşırı özentili. Jenerik sizi nasıl bir filmi beklediğinin işaretidir, sizi alır filmin ortasına atar ya da filmden sizi uzaklaştırıp her şeyi daha dikkatle izlemenize sebep olur.
Senaryo Uygar Şirin'e ait, filmin her on dakikasında bir defa keşke şu yazılı metnin üzerinden bir kez daha geçselermiş dedirten bir senaryo var ortada. Baş karakterlerden birisi ile ilgili ve filmin ilerleyen bölümlerinde önemli olacak bir detay filmin başında seyirciye sunulur genellikle. Bu filmin ilk beş dakikasında Derya'nın bıçak korkusunu iki kez dinliyoruz. Önce bir düğünde - ne düğün ama hiç bir türk düğününde çalması imkan dahilinde olmayacak bir garabet müzik abartmış beste sorumlusu arkadaş - yeni tanıştığı delikanlı ile dansederken bahsediyor bıçak korkusundan heme takip eden sahnede iş yerinden bir arkadaşından bir kez daha dinliyoruz esas kızın bıçaklardan ne denli korktuğunu. Gerilim filmi tabi bıçak olacak ve ondan korkulacak ki film yürüsün ama bunu iki de bir gözümüze sokmakta ne gibi bir fayda hedeflendi anlaşılmıyor. Kadının yıllar boyunca çatal bçakla yemek yiyemediği bir karpuz, elma, portakal soyamamışlığı da gizlediği ukdesi osa gerek.
Oyunculuklar genelde iyi baş karakter Sema Ergeç inanılır bir oyun sergiliyor, Annesi rolündeki Işık Yenersu ile minik bir rolde gözüken Serra Yılmaz her rollerinde oldukları gibi mükemmeller. Işık Yenersu "Yalnız kalırsın sonra" cümlesini tekrar ettiği anlarda saçmalama zirvesine çıkıyor sadece. Çünkü seyirciyiz ya anlamayız belki diye yönetmen oyuncusundan bu sözü sarfettirdiği her anda normal konuşmasını seyrinin tamamen dışında hiç de olağan omayan bir ses tonu ile tekara istemiş, besbelli. Hımm kızın annesi kızının yalnız kalmamasını istiyor, yönetmen unu bize her dakka bir tehdit olarak tekrar ettiriyor bu kızın geçmişinde yalnız kalmakla ilgili bir sorunu var anne de vırta zırta bu geçmişi anımsatıyor. Bir filmde altı kalın kalın çizgileri çektiniz mi bazı anlarda seyirci de ondan sonra filmi geri kalanında filmin sorumlularına " bunlar bi bıçakla bir yalnızlığı adam gibi anlatamıyor mu bu devirde" diye bakıyor.
Bıçak hadisesine rağmen filmin ilk yarısı normal biçimde akıyor. Ses duyunca hadi bakalım başlıyor diye meraklanıyorsunuz. Yalnız gaipten sesler duyan bir kadının doktora gitmektense radyo pogramı yapan bir adamın radyosuna gitmesi çıkışta yürüdükleri anteropların üzerine farklı renklerde ışıklar ve bir araba iskeleti dayanması gayet saçma olmuş. Ses konusu balona dönüşünce film gerilim ve korku türünden dur birazda dramda dolanalım diye dümeni kırmaya çalışıyor. Sonra iyi çocuk rollerinde görmeye alıştığımız ve bu rollerde de birbirinden farksız performanslar sergileyen dünya yakışıklısı Mehmet Günsür'den yine aynı rolü bu defa "kötü mü acaba bu adam" kuşkusu duyulması gereken bir rol izliyoruz. Karakterler farklı ama oyuncu her zamanki rolünü kesiyor. Meğer filmde Onur'un da bir sırrı varmış demeye kalmadan bu defa esas kızın hiç de şaşırtmayan sırrını öğreniyoruz krku filmi ya kan görmemiz de sağlanarak film bitiriliyor.
Senaryo cidden delik deşik. Bir niyet ile yola çıkılmş ancak akılda olan konu tam olarak işlenemeden başka yollara sapılmış bu filmde. Bu kadar kötü yazdığıma bakmayın kendine baktıran bazı sahneleri var.
Gerilim filmlerinde bir sır varsa inanılır olmalı, ya da o kadar zaman harcandğına değecek, şaşırtacak bir final olmalı. Çok iyi bulunmuş ancak iyi işlenmemiş, geliştirilememi bir fikir zaafları hayli bol olan bir senaryo ile aslında çekilmese daha iyi olurmuş. İyice işleneydi o ses, ne ses çıkartırdı kim bilir?
Filmin Yönetmeni Ümit Ünal Teyzem filmi ile düştü sinemaseverlerin hayatına. Kendi teyzesinden esinlenerek yazılmış başarılı senaryo gerçek hayatıdaki kız kardeşini silerek önümüze sunsa da ayakları yere basan bir sürü detaydan beslenen güçlü bir senaryoydu. Ünal yazdığı senaryosunun Yeşilcam yöntemi delik deşik edilmesinden duyduğu hüznü "Hayallerim Aşkım ve Sen" adlı senaryosunda dile getirdi. Sonra çok üzel bir öykü kitabı Oğlak Yayınevi tarafından yayınladı ve seneler sonra yönetmen olarak "Dokuz" isimli çok güzel ve adeta efsaeneye dönmüş bir film kotardı. Bunlar Ümit Ünalın kariyerindeki ortalamnın üerine çıkmış artıları.
Gelelim Ses'e. Film gerilim filmi iddiasında ve bu tür filmler için oldukça esaslı olabilecek bir fikri barındırıyor içinde. Resmi sitesinde filmin konusu şu şekilde ifade ediliyor:
"Bir çağrı merkezinde çalışan ve yaşlı annesiyle beraber yaşayan genç bir kız olan Derya'nın hayatı bir gün gaipten bir ses duyması ile alt üst olur. Nereden geldiğini bilmediği bu ses genç kızın hayatını korku dolu bir kabusa çevirir. Derya ilk başlarda SES'i duymamaya çalışsa da SES giderek güçlenerek Derya'yı eline geçirmeye başlar. Genç kız sonunda yaşadığı cehennem azabından kurtulmak için SES'in ona yapmasını söylediği şeyleri yapmaya mecbur kalır. SES'in gitmek için tek bir şartı vardır, Derya'nın işyerindeki patronu Onur'u takip etmesi gerekmektedir."
İyi işlendiğinde türün takipçileri için oldukça cazip hal alabilecek bir film vaat ediyor bu sözler.
Film iyi bir ekip tarafından ele alınmış, hepsi işlerinde mutlaka çok iyiler bunu filmin her karesinde görüyoruz. İşte filmin noksanlığı bu noktada başlıyor. Daha jenerikte görüntü ve müzik diyor ki "İşini seven bir grup teknik insan bu film için bir araya gelmiş olmalı" Bunlar işlerini o kadar çok seviyorlar ki güzel olan ile abartılı olan arasındaki ince çizgiyi aştıklarını farkedip onlara durmaları gereken noktayı söyleyecek bir insana ihtiyaçları var. Ancak bu filmde frene basmalarını söyleyecek bir adam yok. Bu yüzden bu kişiler de bir yerlerde görüp beğendikleri numaraları aldıkları gibi bu filme doldurmuşlar. Jenerikteki görüntüler ve ona eşlik eden efektler ile müzik aşırı özentili. Jenerik sizi nasıl bir filmi beklediğinin işaretidir, sizi alır filmin ortasına atar ya da filmden sizi uzaklaştırıp her şeyi daha dikkatle izlemenize sebep olur.
Senaryo Uygar Şirin'e ait, filmin her on dakikasında bir defa keşke şu yazılı metnin üzerinden bir kez daha geçselermiş dedirten bir senaryo var ortada. Baş karakterlerden birisi ile ilgili ve filmin ilerleyen bölümlerinde önemli olacak bir detay filmin başında seyirciye sunulur genellikle. Bu filmin ilk beş dakikasında Derya'nın bıçak korkusunu iki kez dinliyoruz. Önce bir düğünde - ne düğün ama hiç bir türk düğününde çalması imkan dahilinde olmayacak bir garabet müzik abartmış beste sorumlusu arkadaş - yeni tanıştığı delikanlı ile dansederken bahsediyor bıçak korkusundan heme takip eden sahnede iş yerinden bir arkadaşından bir kez daha dinliyoruz esas kızın bıçaklardan ne denli korktuğunu. Gerilim filmi tabi bıçak olacak ve ondan korkulacak ki film yürüsün ama bunu iki de bir gözümüze sokmakta ne gibi bir fayda hedeflendi anlaşılmıyor. Kadının yıllar boyunca çatal bçakla yemek yiyemediği bir karpuz, elma, portakal soyamamışlığı da gizlediği ukdesi osa gerek.
Oyunculuklar genelde iyi baş karakter Sema Ergeç inanılır bir oyun sergiliyor, Annesi rolündeki Işık Yenersu ile minik bir rolde gözüken Serra Yılmaz her rollerinde oldukları gibi mükemmeller. Işık Yenersu "Yalnız kalırsın sonra" cümlesini tekrar ettiği anlarda saçmalama zirvesine çıkıyor sadece. Çünkü seyirciyiz ya anlamayız belki diye yönetmen oyuncusundan bu sözü sarfettirdiği her anda normal konuşmasını seyrinin tamamen dışında hiç de olağan omayan bir ses tonu ile tekara istemiş, besbelli. Hımm kızın annesi kızının yalnız kalmamasını istiyor, yönetmen unu bize her dakka bir tehdit olarak tekrar ettiriyor bu kızın geçmişinde yalnız kalmakla ilgili bir sorunu var anne de vırta zırta bu geçmişi anımsatıyor. Bir filmde altı kalın kalın çizgileri çektiniz mi bazı anlarda seyirci de ondan sonra filmi geri kalanında filmin sorumlularına " bunlar bi bıçakla bir yalnızlığı adam gibi anlatamıyor mu bu devirde" diye bakıyor.
Bıçak hadisesine rağmen filmin ilk yarısı normal biçimde akıyor. Ses duyunca hadi bakalım başlıyor diye meraklanıyorsunuz. Yalnız gaipten sesler duyan bir kadının doktora gitmektense radyo pogramı yapan bir adamın radyosuna gitmesi çıkışta yürüdükleri anteropların üzerine farklı renklerde ışıklar ve bir araba iskeleti dayanması gayet saçma olmuş. Ses konusu balona dönüşünce film gerilim ve korku türünden dur birazda dramda dolanalım diye dümeni kırmaya çalışıyor. Sonra iyi çocuk rollerinde görmeye alıştığımız ve bu rollerde de birbirinden farksız performanslar sergileyen dünya yakışıklısı Mehmet Günsür'den yine aynı rolü bu defa "kötü mü acaba bu adam" kuşkusu duyulması gereken bir rol izliyoruz. Karakterler farklı ama oyuncu her zamanki rolünü kesiyor. Meğer filmde Onur'un da bir sırrı varmış demeye kalmadan bu defa esas kızın hiç de şaşırtmayan sırrını öğreniyoruz krku filmi ya kan görmemiz de sağlanarak film bitiriliyor.
Senaryo cidden delik deşik. Bir niyet ile yola çıkılmş ancak akılda olan konu tam olarak işlenemeden başka yollara sapılmış bu filmde. Bu kadar kötü yazdığıma bakmayın kendine baktıran bazı sahneleri var.
Gerilim filmlerinde bir sır varsa inanılır olmalı, ya da o kadar zaman harcandğına değecek, şaşırtacak bir final olmalı. Çok iyi bulunmuş ancak iyi işlenmemiş, geliştirilememi bir fikir zaafları hayli bol olan bir senaryo ile aslında çekilmese daha iyi olurmuş. İyice işleneydi o ses, ne ses çıkartırdı kim bilir?
ben şahsen filmdeki hiç bir oyunculuğu beğenmedim..
YanıtlaSilhele mehmet günsur (soyadı böyle miydi yahu?) bu kadar beceremez insan rolünü ! sokaktan acemi birini koysalar rolüne daha çok adapte olabilirdi.
7. Oda;
YanıtlaSilMehmet Günsür bence her rol aldığı filmde aynı aynı pozları kesiyor. Poz verek de rol olmuyor haliyle :)