Kuşadam ya da Cehaletin Umulmadık Erdemi:
Geçen sene izlediğim en iyi film Boyhood idi. Ahım şahım bir öyküye sahip olmamasına rağmen ve 12 yıla yayılmış çekim süresine karşın ritmindeki tutarlılık, başarılı oyunculuklar, yaş almalarının filme görsel oyuncaklar kullanılmaksızın dahil edilmiş olması, dahası tıpkı hayat gibi bir film olması beğenme sebeplerim arasında idi. Seneler sonra, hiç ummadığınız bir anda, bir zamanlar en yakınınızda olan eski bir dosta rastlarsınız hani: hayat sizi bir şekilde ayrı ayrı ayrı yönlere atmıştır, biririnizden haber bile almamışsınızdır. AMa arada yıllar yokmuş gibi kaldığınız yerden deavm ettiğinizi sansanızda eskimiş, gtmiş bazı şeyler vardır. Oysa ilk sorular ve yanıtları hazırdır. "Nasılsın?" diye sorulur "İyiyim" denilir önce, ardından soru yinelenir. İyiyimlere rağmen neler olmuş, neler bitmiştir, dahası neler neler atlatılmıştır, hayatın karşımıza her zaman iyi insanlar çıkarmadığını öğrenmişizdir sözgelimi, ihanet nedir onun tadını tatmışızdır, sevdiklerimizin aramızdan ayrılması yazılmıştır tecrübe hanemize. O iyiyim kelimesinde gizli olan, söylenmemiş şeyleri; melodramın tuzaklarına, klişenin kolaycılığına sapmaksızın anlattığı için sevdim o filmi. Müthiş müzik kullanımını da unutmamak lazım.
Film bütünlüğü anlamında Boyhood ile başabaş yarışan, geçen yılın en iyilerinden bir diğeri de; müthiş senaryosu, olağanüstü oyunculukları, kameranın delice diyebileceğim imkansızın peşinde dört nala koşar misali filme dahil olması ve tabi saymış olduğun üç unsuru bir araya getiren usta bir yönetmenin mevcudiyeti ile "Birdman" filmi oldu. Üstelik izlemeye başlamadan evvel aklımda yönetmen Alejandro González Iñárritu'nun ismi "aman dikkat" sinyalleri çaldırıyordu. Zira filmlerinin senaryolarını da yazan usta; kesişen öyküler filmlerinin tekrar ivme kazanmasına yol açan isimdi aynı zamanda ve benim içimdeyse bir daha üç öykünün bir tesadüfün etrafında toplandığını izlemeye dair en ufak istek yoktu. Neyse ki filmin böyle bir senaryosu olmadığı gibi bütününe yakın bir bölümü New York'da Times Meydanı'na çok yakın bir yerdeki St. James Tiyatrosu'nun içinde geçiyordu.
Michael Keaton iyi bir oyuncu olmasına rağmen, kariyerinin ilk basamaklarında Tim Burton ile yaptığı Beetlejuice ve iki Batman dışında ses getiren fazla filmde rol almamış, Holywood'un pek yüz vermediği starlardan olmuştur. Sıradan görünümlü bir adamın yarasa adama dönüştüğü iki çok başarılı süper kahraman filminden sonra sinema izleyicisinin özlediği aktörler arasına karışmıştır. Geçen yıl "Nuh" filminde sadece sesi ile yer almıştı.
Yönetmen Iñárritu öyküsünün merkezine işte tam da Michael Keaton'ı andıran bir adamı yerleştiriyor. Riggin snemada üç kez canlandırdığı süperkahraman: Birdman karakterinden sonra, yirmi yıla yakın bir süre sinema oyuncusu olarak doğru düzgün iş bulamamış bi oyuncudur. Asistanlığını yapan kızı bağımlılığından kurtulmak üzere gönderildiği rehabilitasyon merkezinden yeni çıkmıştır. Riggin Raymond Carver'ın "Aşktan Sözettiğimizde, Sözünü Ettiklerimiz" öyküsünden kendi uyarladığı ve kendisinin de önemlş rollerinden birini üstlendiği oyunu Broadway'de sahnelemenin arifesindedir. Kuliste, kendi odasında, hazırlanmak üzere aynanın karşısına geçtiğinde arkasındaki duvardan Birdman onu izlemektedir. Riggin'in tiyatro sahnesinde başarısız olacağına dair endişesi büyüktür. Birdman'ın sesi, yalnız kaldığında, insanların yanında yüzlerine söyleyemediklerini ona sanki ensesinin kökünden bağırır gibidir. Riggin'in bir sırrı vardır, sırrı filmin sonunda herkes tarafından öğrenilecek midir, yoksa Riggin aslında hayaller mi görmektedir? Film seyriciyi bu beklenti ile final anına adım adım hazırlamaktadır. Riggin'in endişe seviyesi sürekli dalgalanmakta ve bu endişe filmin bütününe yayılmaktadır. Bilhassa tiyatro eleştirmeni ile olan sahne ve filmin finaline yakın bir yerde sadece dikkatli izleyicinin gözüne takılabilecek minik bir detay. Ama yakalayabilene de büyük bir ödül. Beyazlar içindeki eleştirmenin sahnede gördüklerine tepkisi; nefret, hayranlık, kıskanma bir arada bundan daha güzel biçimde filme alınmamıştır.
Michael Keaton gelgitler yaşayan bu eski sinema oyuncusunu, en akıl dışı, doğa üstü sahnelerde bile inandırıcı biçimde canlandırıyor. Sevgiye aç ve yeniden seyircinin ilgisine mazhar olmak, sevgilerini kazanmak ve bu sefer gerçek bir oyuncu olarak kabul görmek hayalinin gerçekleşmesi dıındaki alternatifler onun için söz konusu değil.
Naomi Watts ve Edward Norton her zamanki gibi rollerinde inandırıcılar. Filmin Keaton'dan başka parlayan iki yıldızı daha var Riggin'in kızı Sam'i canlandıran Emma Stone ile komedi filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz ("The Hangover"serisi, It's Kind of a Funny Story)Zack Galifianakis, Riggin'in yakın arkadaşı jake karakterinde.
Seyircili provalardan önce erkek aktörlerden biri kaza geçirince Edward Norton'un canlandırdığı metod aktörü karateri, kendini beğenmiş Mike kadroya dahil edilir. Norton'un çalışma arkadaşlarına davranışlarının filmdeki karakterinkini andırdığı düşünlürse, oyuncu seçimlerinin hayli isabetli olduğu ortaya çıkıyor.
Sam ve Mike arasındaki diyaloglar ekonomik yazılmış ancak filmin bütününde çok fazla gözükmeyen bu iki oyuncunun karşılıklı konuşmalarında canlandırdıkları karakterleri bütün zaafları, artıları, olanca numaraları ve gerçeklikleri ile başbaşa kaldıkları anlarda okumak mümkün. Bir de sadece Sam'in yüzünü gördüğümüz baba-kız sahnesinde Emma Stone oyunculuğu ile parlıyor.
Filmin bir diğer oyuncusu da kamera. Görüntün yönetmeninin Emmanule Lubezki olduğunu bilmek kameranın filme bir oyuncu gibi dahil olmasını açıklıyor elbette. Geçen yıl Gravity filmindeki olağanüstü yenilikçi çalışması ile Akademi ödülünü almışken bir sene sonra bu sefer delice bir kamera kullanımı ile karşımızda. Delice dememin sebebi filmin sadece upuzun, tek çekimde yapılmış gibi durması. Kameranın oyuncuların kah ağzının içine kadar girmesi, kah etraflarından dolaşıp, dışarıya çıkması ve göklerde turlar atıp şehrin üzerinde bir kuş misali dolaştıktan, bir iki kere de sonunda seyircisini aldatacak beklentiler içine soktuktan sonra, Times Meydanı'nın en civcivli saatlerinde kalabalığın arasından ilerleyerek tiyatroya geri dönüyor olmasından değil, bütün bunları izleyicinin gözüne sokmadan olay örgüsünün bir gereği olarak yerine getirmesinden. Öylesine çekimler var ki geceden gündüze geçişler gözümüzün önünde oluyor. Filmin başlarında bu tarz kamera kullanımı alışık olmayanlara itici gelse de vaad ettiklerini izleyicisine fazlasıyla, veren bir film söz konusu. (Sahiden de upuzun bir tek çekimden oluşan; yüzlerce oyuncunun sıraları geldikçe kamera önünden geçerek Rusya tarihinden yüzlerce yılı gözümüzün önünden geçirdiği, Akeksandr Sokurov filmi Russsian Ark'ı da anımsamak yerinde olabilir şu an.)
Film oyunlarını, bilmecelerini daha jenerikte izlyeicisine sunmaya başlıyor, oyuncuların isimleri harf harf silinirken, geride kalan harfler filmin kanramanının yoksunluğunu çektiği "şey"leri ifade eden kelimeleri oluşturuyor. Filmin müziğine gelince, alışık olduğumuz türden olmadığı bariz: vurmalı çalgıların çıkardığı seslerden, hızlanıp yavaşlayan ritimlerden oluşuyor. Velhasıl davullar da filmin bir anında soyunma odalarında atağa kalkıp, artık zıvanadan çıkmış olan öyküye, az evvel gördüklerinden ötürü şaşkına dönmüş seyirciye tam da olay mahallinden olanca gümbürtüsüyle eşlik ediyor. Film büyülü gerçekçilik türüne dair anlatım öğelerini kulanarak izleyicisini ve başlarına gelecekten henüz bihaber kahramanlarını filmin finaline işte böyle bir ölümcül şenlik havasında taşıyor. Final elbette seyircisine bir yanıt vermiyor, onun yerine bir takım sorular bırakıyor. Artık gördüklerine mi inanacak, aklına mı, yoksa kalbine mi orası izleyenine kalmış.
Birdman - 2014
Yönetmen:
Alejandro González Iñárritu
Senaryo:
Alejandro González Iñárritu,
Nicolás Giacobone,
Alezander Dinelaris,
Armando Bo
Oyuncular:
Michael Keaton,
Emma Stone,
Edward Norton,
Zack Galifianakis,
Naomi Watts,
Andrea Riseborough
Görüntü Yönetmeni
Emmanuel Lubezki
Müzik:
Antonio Sanchez
Filmin Fragmanı
Michael Keaton'ın Altın Küre, ödül konuşması
Sam'in Tiradı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar