Halbuki uyanır uyanmaz, alarmı beklemeden kalkıp, camı açıp temiz havayı içine çekmek, tuvalet, temizlik, kahvaltı, giyinme faslını kısıtlı dakikalara sığdırmaktansa yataktan zamanında kalkmak insana daha bir zindelik veriyor.
Sabah kalkınca müziğin sesine basanlardanım ben. CD playerın içinde önceden hazırladığım karışık bir cd mutlaka bulunur. Güneşli şarkılar çalarım hep, insanın içini aydınlatan, dudaklarına gülümseme yerleştiren. Yataktan kalkar, bir beş dakika kadar müzik eşliğinde egzersiz yaparım. Hava güneşliyse değmeyin keyfime. Sonra banyoya geçer hazırlanırım. Banyodan çıkınca siyah üzerine beyaz çizgili yakalı robdöşambrımı giyer, taze sıkılmış greyfurt suyu, kızarmış ekmek, peynir, yağ, reçel ve bir fincan çaydan ibaret kahvaltı sofrasına geçerim. Kahvaltımı ederken biraz televizyonda gazete başlıklarını okuyan programlara bakarım, biraz dergi, biraz da kitap karıştırırım. Eğer hava güzelse canım İzmir’in körfez manzarasına dalar giderim. Kahvaltı bitince üzerimi değiştirip dışarıya çıkarım. Hiç acele etmem. Aheste aheste yürürken dudaklarımda bir ıslık mutlaka olur. Köşedeki bakkala “Günaydın” der, köşeyi döner geçerim. Erken saatlerde böyle rahat rahat yayıla yayıla bir zaman geçirince güne çok mutlu başlıyorum.
Gördüğünüz gibi sabahları iyi değerlendirmek için ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyorum. Ama “ah keşke” diyorum çünkü yukarıdakiler bir hayalden ibaret. O “beş dakika dahacılardanım”. İlk önce “Beş dakika daha uyuyayım sonra kalkarım” derim. O beş dakikalık alarm aralarında, sabahları yayıla yayıla hazırlandığımı hayal ederim. Bir beş dakika daha, sonra bir tane daha, ta ki son iki beş dakikam kalıncaya kadar. Nasıl giyindiğimi bilmeden evden kendimi dışarıya yaka paça dar dar atarım. Şanslıysam mutfağın önünden geçerken ağzıma bir lokma bir şey atabilirsem ne ala, yoksa aç bilaç yollarda gitmek ne demek bilir misiniz siz? Ardından bir stres bir stres. Köşede bakkal olduğunu bile geçen gün fark ettim. “Kim açmış bunu buraya?”
Üzerime varmayın benim.
Ben stresli adamım.