Ortaokuldaki edebiyat dersi kitaplarımdan bir pasajın başlığı
yer etmiş kafamda: “Bakmak ve Görmek”.
Geçenlerde hafızasına güvendiğim bir arkadaşıma;
“Yanılıyor, dahası saçmalıyor olabilirim ama bu başlığa
sahip yazıyı anımsıyor musun?” diye sorduğumda, duraksamaksızın;
“Biz her tür saçma sapan travmanın arasında bir de bu
yazının ağırlığı altında ezilen bir nesiliz Vladimir, arasıra saçmalamızdan doğal
ne olabilir?” karşı sorusuyla yanıt verdi bana. Yazıda neye bakıyorsak onu
görebildiğimizin, bakmanın aslında görebilirliğimizi olumsuz yönde
etkileyebildiğinin anlatıldığını ilave etti ardından. Arkadaşımın açıklamaları anlamsız
gelebilir konuyu ilk kez düşünenlere, fakat ben onun söylediklerinde doğruluk
payının hayli yüksek olduğuna inanıyorum.
1960’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde bir
üniversitede “Görünmez Goril Deneyi” adı verilen bir deney yapılıyor. Amaç
algıda seçiciliğin görmemizi ne ölçüde etkileyebileceğini test etmek. Aynalar ile
çevrilmiş bir sahada basketbol oynayan iki takımın kısa süreli müsabakası filme
alındıktan sonra deneklere izletiliyor. Deneklerin görevi topun kaç kez yere
değdiğini saymak. Maçın ortalarında sahaya bir goril girerek oyuncular arasında
gelişigüzel koşuşturuyor, arada gözlerini kameraya dikip göğsünü yumrukluyor. Goril
kılığına girmiş bir öğretim görevlisinden başka biri değil bu. Müsabaka
bittiğinde deneklerden topun yere değme sayılarına dair gözlemleri alınırken, başka
bir şey görüp görmedikleri soruluyor. Yarıdan fazlası sahada bir de goril
olduğunu duyunca çok şaşırıyor, dahası inanmıyorlar. Filmi tekrar
izlediklerinde koskocaman gorili nasıl gözden kaçırdıklarına hayret ediyorlar.
Yaklaşık on sene kadar önce bu deney tekrar ediliyor. Aynasız
bir sahada, beyaz formalı takım ile siyah formalı takım basketbol maçı yaparken
kaydediliyor. İzleyicilerin görevi bu kez beyaz formalı takım oyuncularının kaç
kez topa dokunduklarını saymak. Aralarında geçmişte yapılan goril deneyini
bilenlerin sayısı yüzde elliden fazla olmasına rağmen, gorili görebilenlerin
sayısı hayli az. Sahadaki gorilden bahsedilince izleyenler yine inanmıyor,
filmi tekrar izlerken gorili görerek şaşırıyorlar. Bu yeni deneyi yapan bilim
adamlarının bir de oyunu var izleyicilere, basket maçı esnasında sahada dolaşan
tek yabancı sağa sola ataklar yapan goril değil. Bir de şemsiyesinden destek
alarak zorla yürüyebilen yaşlı bir kadın var, sahanın bir ucundan diğer ucuna
ağır aksak yürüyor. İkinci izletim sonrasında deneklere sahada dikkatlerini
çeken başka bir gariplik olup olmadığı sorulduğunda, yaşlı kadını gören
sayısının çok az olduğu ortaya çıkıyor.
Neye bakıyorsak onu görüyoruz. Sahadaki topu saymaya
odaklandığımızda, oyuncuların etrafında dolaşan koskocaman, hareketli goril de
zorlukla yürüyebilen yaşlı bir kadın da gözden kaçabiliyor.
Arkadaşımın dediği saçma sapan travmaların ağırlıklarının
hissedildiği günler geride kaldı. Artık bakmaya odaklı yıllardayız. Herkes
bakıyor, bakanların çoğu bir taraftan da kendisi görülsün istiyor. Görülme
isteğinin önemini ilk fark eden kişi Andy Warhol. Herkesin bir gün 15
dakikalığına meşhur olacağı kehaneti ona ait. Paylaşım sitelerinin
yaygınlaşması, facebook, twitter, instagram gibi adresler sayesinde bu
kehanetin çoktan hayata geçtiğini söylemek mümkün. Herşey çok çabuk yayılıyor, aniden
unutuluyor. Vecizeler birbiri ardına patlıyor. Aslında verdikleri mesaj çok
açık: “Bana bakın”, “Bana bakın”, “Ben de buradayım”, “Benim de diyeceklerim
var”. En çok zıplayanın en fazla dikkati çektiği sanal düzlemde ne kadar ömrü olabilirse o kadar ömrü var
vecizelerin.
“Bana bakın, bana bakın” beni “beğenin”e dönüşüyor.
Bakıyor ve bir tuşa basarak “beğen”imiz yerleştiriyoruz. Beğenmekten sonraki
adımımız belli, unutmak. Beğen ve unut. Bu kadar kısa, net ve acımasız.
Fotoğrafla mı başladı her şey yoksa TV kanallarının
yaygınlaşması ile mi, kesin olarak söylemek güç. Ancak reklam görselliğine
takılı kalmış bir toplum içinde yaşadığımız kesin. Dikkati dağınık, algısı
körelmiş bir insan kalabalığıyız artık. Bakıyor, görmek istediğimizi görüyor ve
görebildiklerimizi derhal unutuyoruz. Başka türlü olmamız beklenmemeliydi
zaten. Tüketim toplumunun beslendiği görsellik algılamamızı zedeledi. Anlık,
tüketilebilir, geçici, yerine yenisi konulabilir nesneleri arzulamaya
yöneltiliyoruz sürekli. Bak, gör, arzula, sahip ol, yerine yenisini koy ve
unut.
Sanat bakmayı gerektirir. Müzelere, sanat galerine
gidilip sanat eserlerine bakılır. Bakmayıp da ne yapacağız değil mi? Bir sanat
eserine baktığımızda onda hayatın bizi tırmandırmış olduğu nokta kadarını
alabiliriz. Sanat eserinden görebileceğimiz, kendimiz kadardır. O eserin bizi bulunduğumuz
basamaktan bir adım yukarıya taşıma şansı olabilir. Görebilen gözler için sanat
eseri insanın kendisi ile vedalaşması da olabilir, çünkü bir daha o eserle
karşılaşmadan önceki halimiz olamayız. Hayatın bizi getirdiği nokta “Bunda ne
var, ben daha güzelini yapabilirim” de dedirtebilir. Tamamen o eserle karşı
karşıya kaldığımız ana kadar biriktirdiklerimiz ile ilgili sanat eserinde görebileceklerimiz.
Reklamlar da bakmayı gerektirir, üstelik onlara bakmak
için yerimizden kalkmamıza bile gerek yok. Oturduğumuz yerden, her an üzerimize
üzerimize gelenlere bakın: saç dökülmesine son, daha iri göğüsler, pırıl pırıl saçlar,
paranızı bankamızda altına çevirin, altınlarınızı bankamıza getirin, eskisini
getirin yenisini götürün, mutluluğu rezidanslarımızda yakalayın, tatile çıkın,
uçun, bize gelin, dondurma yiyin, yüz kremi sürün, hassas dişler,
mobilyalarınızı değiştirelim, tüketin, tüketin, borca girin yine tüketin.
Reklamlara bakınca ne görüyoruz? Marka isimleri?
Şöhretli İnsanlar? Zengin hayatlar? Güzel, seksi insanlar? Zayıf insanlar? Para?
Şaşaa?... Hepsi? Sayı üç aşağı beş yukarı çoğaltılabilir. Maruz bırakıldığımız,
görmemiz beklenen, ufkumuzu belirleyen klişeler bunlar. Bak, görülmesi isteneni
gör, yerine yenisi konuluncaya kadar bakmaya devam et, yenisi gelince unut. Görmemiz
gerekenleri belirleyenler, reklam şirketlerinde sinema yönetmeni olma hayalleri
kuran bir grup bulunduğu yerde olmayı istemeyen, işinden nefret eden, başka bir
şeye dönüşmeyi, ön plana çıkıp daha çok görülebilmeyi arzu eden insan.
Bak, gör, unut refleksi içinde hayatımızın etkilenmemesi
mümkün mü? Gözlerimizin önünde birbiri ardına cereyan eden felaketler,
savaşlar, şiddet, şiddet mağduru kadınlar, on binlerce insan ölümü. Sürekli
bunlara bakınca önemini yitiriyor bazı şeyler değil mi? Anlam önemini kaybediyor. Bak, gör ile unut
komutlarının arasına üzül komutu da giriyor.
Görünmez Gorilleriz aslında her birimiz, görülebilme,
dahası beğenilme umudu ile zıplıyor, kendi göğüslerimize yumruklar atıyoruz. Bakıyoruz,
içinde bulunduğumuz durumu göremiyoruz.
Görebilmenin bu kadar zor olduğu bir dünyada bakmaya
odaklanmak hazin değil mi sizce?
Kolaj: Yedi Adam Bir Kişi -D.M.
Meraklısına Linkler:
denekler de çok safmış. Ben olsam çaktırmadan bakardım sağa sola, en azından ikinci uygulamada :)
YanıtlaSil:D Türkiye'de yapmıyorlar tabi, elin saf amerikalı deneğini bulmuşlar yap denileni yapıyor, bak denilene balıyor. Ben de olsam ortamda ne var başka diye felfecir okuturdum gözlerime :)
Silkoskoca yazıda oraya tıkılıp kalmam da tuhaf gözükebilir ama öyle işte :)
Sil:) ama ben nerelere ne yorum bırakıyorum hiç karıştırma o kısmı :)
SilBir tür "bakar kör" lük durumu yani. Hepimiz bakıyoruz ama bize görmemiz öğretilenler dışında hiçbir şeyi göremiyoruz. Ya da görmek istemiyoruz belki de... Önümüze sunulanlarla yetinmeyi tercih ediyoruz, sorgulamıyoruz. Reklamları izliyoruz, reklamlar bize tüketmemiz gerektiğini çünkü ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını da çok sorgulamıyoruz. Herkes bu ürünü alıyor - tüketiyor benim neyim eksik diyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde o kadar çok bilgiye o kadar kısa sürede ulaşabiliyoruz ki, bilginin önemi de azalıyor belki de böylece. Fark edilmek isteğimiz de aslında fark edilmesi gereken şeyleri perdeliyor belki de.. Bilemiyorum yazınız bana bunları çağrıştırdı. Güzel bir konuya değinmişsiniz teşekkürler.
YanıtlaSilBir blog yazısı hazırlamaya başladığımda sonunda nereden çıkacağını bilemem çağrışımlar ile ilerliyorz yazı. Aklımda olsan Goril Deneyini yazmaktı ama yazı beni aldı aynı yorumunuzda bahsettiğiniz yerlerden geçirip sonuna kadar getirdi. Yazarken tam sizin dediklerinizi aklımda geçirmiştim. Teşekkürler :)
SilAmerikan filmlerinde de polisleri böyle eğitiyorlar herhal. Bir filmde buna benzer bir sahne vardı. Aklıma o geldi.
YanıtlaSilBakmak ve görmek.. Benzer gibi ama değil.
Değişik.
OLabilir, girdiği yerde kendi gözleri değil de başkasının gözleri ile bakmaya çalışıyor ki nerede gizlenebileceklerini görebilsin :)
SilZamanında bu konuyla ilgili şöyle bir yazı yazmıştım: http://posta-kutusu.blogspot.com/2010/01/bakmak-ve-gormek.html Bunu okuyunca aklıma geldi.
YanıtlaSilPek çok kişi yalnızca onlara sunulanla yetiniyor, yaşadığı hayatın ötesinde ne olduğunu merak bile etmiyor. Merak edenlerin başına neler geldiğini ise birlikte izliyoruz.
Yazınızı okudum, aynı parçayı anımısyoruz, aslında saklamak lazımmış, o kadar yıl neler neler okuduk bu yazı aklımda yer etmiş benim de.
SilYazı aklımızda kalmış da nedense yazarı benim aklımda kalmamış :-) İnternette aradım biraz, ama bulamadım.
SilKaranfiller ve Domates Suyu adlı öykü değilmiydi o parça, Kör Mustafa diye bir karakter vardı, ne tuhaf benim de aklımda kalan bir tek o parça var bunca yıldan sonra.
YanıtlaSilBenim anımsadığım "Bakmak ve Görmek" başlıklı bir makale idi.. Hayal meyal anımsadığım bir şey ama başlık net.
SilBakılmak, beğenilmek kısmı benim de üzerinde çok düşündüğüm bir konu." Benim neyim eksik" ile başlıyor her şey,
YanıtlaSilsonrasında işte bu noktalara kadar gelebiliyor.
Odak derken çoğu zaman bakış açımızı kaybettiğimizden haberimiz olmuyor.
Evet öyle başlıyor ve kıyıdan köşeden insan kendine yer açıp içine girmeye çalığıyor kendine göre :)
Silben insanların bakıp görmemelerine çok alıştım. alıştım da, son yıllarda takılmış olduğum ''duymak ve dinlememek'. aslında belki de iyi oldu gittikçe az, ama çok az konuşmaya başladım. hele karşımdakinin elinde cep telefonu varsa tamamen susuyorum. belki böyle böyle yitip gideceğiz, silineceğiz birbirimizin hayatlarından? kimbilir?
YanıtlaSil"Durmak ve dinlememek" başlığı altına çok şey yazılabilir. O telefonlar, tabletler yok mu.. Sen benim yanımdasın, diğeri telefonun öbür ucunda, buradaysan burada ol değil mi? Çok önemli bir telefon görüşmesine kimse ses çıkarmaz ama alıp eline geyik çevirmek bana beyinsizce geliyor. Telefon özürlüyüm zaten, hep bir yerlere bırakıp orada unutuyorum.
SilÇok çok güzel ve anlamlı bir yazıydı.Teşekkürler Vladimir..
YanıtlaSil