Bankacılık ettiğim günlerde, yıllardır bankacılık yapıyor olmayı marifetten addedip, böbürtü sesi yayan beyinsizlerden illallah dediğim anlar olmuştu. Huyumdur övünen insandan haz etmem. Kör değiliz ne mal olduğunu bize bırak, biz keşfedelim değil mi? Meşhur sözdür "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" denir, hangi meslekten olursa olsun sahibinin sesinden kendi kendine düzülen methiyeleri dinler bulduğumda anlarım ki işkembeyi kübradan savuruyor, mangal başına yel vermeye oturtsan kül bırakmaz bu, hepsini savurur dışarıya.
En komik bankacılık anılarımdan bir tanesi de çok feci mühim bir makamda salak gibi işimi layıkı ile yaparken başıma gelmişti.
Bir not: (Bankacıysan işini layıkıyla yapmayıp, yapar görünüp yaydırmak istikbalinin lehine avantaj kazanmak için şarttır.)
İkinci bir not: (İkide bir böyle saplamalar yapıp konuyu dağıttığımın fevkalade bilincindeyim, zira yazıyı şuurum açık olarak yazıyorum, dağınık gelirse arada, özür dilerim)
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel güzide ilimizin ilk alışveriş merkezlerinden bir tanesi içindeki yeni şubemizin açılış törenini şereflendirecekti.
(Ne güzel dedim değil mi?)
Tören, Sayın Cumhurbaşkanımız ile aynı havayı yaklaşık iki, bilemedin üç dakika kadar solumamıza yetecek kadar kısa planlanmıştı. İki çift manalı söz ile başlayacak, şube kapısına gerilmiş iki renkli kurdelanın kesilmesi ile ona erecekti. Şubede görevli kimseleri günler evvelinden bir telaş almıştı. Bankacının dilinde telaş varsa bilin ki o iş yatar. Çünkü telaşa düşmeyi başaramaz, sadece dilde bir telaş, oradan oraya koşar, meşgul görünür, fırsatını buldu mu arazi olur çoğu. Telaş etmeyi akıl edemeyip orada kalanındansa medet ummak ise Serdar Ortaç'ın derinlikli bir eserinde dediği gibi asrın hatası olur. Bankacı gerçekten telaş etse, işi bitiriverecektir. Telaşları rol icabıdır, empati yapar görünerek, sempati toplamaktan medet umarlar. Günler süren telaş asla hayra alamet olmamıştır, ilelebet de olmayacaktır. Bunu çok iyi bildiğim için açılış günü yaklaştıkça şubeyi arayıp şu üçlüyü unutmamalarını sıklıkla tekrar eder oldum:
"Gümüş tepsi, dantel örtü ve makas"
Bu üç sihirli objeyi her tekrarımda "Endişelenmeyin müdür bey hepsi tastamam" yanıtını aldıksıra bu defa ben telaşa düşer oldum. Zira bankacıların çoğu - sözüm iyi bankacılardan dışarı ki; on, bilemedin on bir tane görmüşümdür hepi topu, onlar hariç - "tamam" dedi mi, hele aynı cümle içinde bir de "endişelenmeyin" dedi mi bilin ki bir arızanın çıkması garanti altına alınmış demektir. Meşum gün gelesiye kadar tekrarlarımı sürdürsem de "acaba nasıl bir enayiliği garantiye aldı bu cin(s) ekip?" diye eni konu meraklanır olmuştum. Sıkıntım öyle artmıştı ki, son gece rüyamda alış veriş merkezinde gezdiğimi gördüm. Ben gezerken hoparlörlerden Sayın Cumhurbaşkanımızın güzel sesini duyuyordum, o güzel ses beni sürekli azarlıyordu. Sağa sola, döne döne sabahı zor ettim.
Şubeye geldiğimde açılışa yarım saat kadar bir zaman vardı. Tüm ekip "özgüven tamamdır" pozunda yaylanır durumdaydılar. Sihirli objeleri sorar tonlarda sıraladım:
"Gümüş tepsi?" dedim.
Var manasında bütün şube başlarını salladı.
"Dantel örtü?"
Var manasında yine başlarını salladılar. Günlerdir aynı soruyu sormamdan sıkılmışlardı azıcık.
"Peki o zamaaaannnn.... Makas?"
Var manasında başlarını sallarken birbirlerine sorar gözlerle baktılar bu sefer.
"Madem üçü de var o zaman getirin göreyim" dedim.
Herkes bir anda dört bir yana telaşla kaçıştı.
Bankacının telaşına dair neler hissettiğimi daha önce söylemiştim. Hal böyle olunca, "Çabuk gelin hangi birisi noksan söyleyin bana" dedim. Etrafıma toparlanıp, birbirlerinin gözlerine bakakaldılar. İkinci müdür rolünde poz kesen çalışan "Makas" diye fısıldadı. Sesinde öz güvenin kırıntısı kalmamıştı. Mahçup mahçup sordu, "N'apıcaz şimdi müdür bey?" Alaylı alaylı süzdüm, süzme özgüven bulutunu, durumun ciddiyetini anlamadı pozuna bürünmeyi pek sever bir de bu çakalların büyük kısmı. Sustuğumu görünce "Sizde makas var mı?" gibi bir suale daha kalkıştı.
"Çocuklar" dedim "Günlerdir şu saydıklarımı temin etmemekle elinize ne geçti çok merak ediyorum. Ama sorup da vakit kaybetmeyeceğim. Ancak bende makas var mı, napacaksınız şimdi gibi sorular sorarak vakit kaybetmenizi anlamıyorum. Biz şu anda, hep beraber, şube de dahil olmak üzere, bu şehrin en büyük alışveriş merkezinin içinde değil miyiz? Aklınıza neden hemen koşup gidip kırtasiye reyonundan en azından bir kağıt makası satın almak gelmiyor." Lafım üzerine bütün telaşları geçti. Bir tanesi gidip makas satın aldı. Sayın devlet büyüğümüz ise kurdÂleyi kazasız belasız keserek, şubemizi açtı ve programına devam etti.
Ben tabi çok uzun yıllarımı bankacılar arasında geçire geçire onların her tür süzmeliğine, özünden tanık olma mertebesine eriştiğim, hele müşterilerle temasların da eksik olmayışı sayesinde bir çok işletme türünün işletme hatalarını gözlemleme şansına sahip olduğum için artık, beynimin idrak katmanlarında alık alımlama sensörü var. Alığı kaç yüz elli metre öteden olsun şıp diye tanırım. Buna rağmen kafayı sıyırmamış olmam ilahi takdirden başka bir şey değildir, sakın ola kıskanmayın. İyi bir şey değil.
Geçelim bankacıları, şimdilerde yazan insanlaşmaya bir kıyısından bulaşıp kendi isminin önüne koskocaman harflerle YAZAR kelimesini yazmış olanlar ile köşesinden vakit geçirmeye başladığımdan beri de telaş konusunda bu meslek grubunun da bankacılardan pek aşağı kalmadığını gördüm.
Mesela imza gününde acaba yayınevi untur mu diyerek kendi isimliğimi yanıma alıp da imza gününe gittiğimi gören bir şaire hanım halime önce kıskıs güldü, ardından ne benim ne de kendi isimliğim denilebilecek objelerin ortalıkta olmadığını görünce, "ne titizsiniz sözleri" ile durumumu garip karşıladı. Ben isimliğimin ardındaki naçiz cismim ile otururken o nerden bulduysa, bir gazetenin boş kenarına ismini karaladıktan sonra oturakaldı. Derken bir başka yazar geldi yanımdaki sandalyeye foss diye oturdu. Bir kasılmalar, bir havalar, bir şunu bana uzatır mısınlar. Böyle havaya ben de kayıtsız kalamam, benden istenen şeyi feriştahı gelse uzatmam, hava basma moduma yükselir bir daha da inmem o gün o moddan. Hazretin ilk okuru gelince havası söndü. Meğer imza gününe gelirken, yanına kalem almayı akledememiş. Benim önümdeki renk renk kalemlerden birine uzandı sormadan, etmeden. O saniye eline vurdum. (elbette nazikçe)
"O kalemler italik, başka kalem bulun"
"Nasıl yani"
"Kaligrafi kalemi onlar, benim elime ayarlı"
Bu sözlerim üzerine yüzünde böbreklerinden jeton düşürüyor gibi bir ifade ile boşluğa bakıp kalışı çok hoşuma gitti, ne yalan diyeyim.
Nasıl, gıcık mıyım?
Evettttt! Hem de yeri her geldiğinde.
Kendini yazma kategorisine atmışlarla ilgili, unutmazsam yarın da, komik bir iki gözlemimi paylaşacağım, bankacılar konusunda ise bir yazsam novelladan hallice olur. Bugünlük bu kadar.
En dip not: Tabi ki çok iyi bankacılar ve çok iyi yazarlar var, mesleğinde iyi olmanın ön şartı özünde de iyi bir insan olmak. Sözlerim süzmelerin mallıklarınadır. İyi insanlar her meslek grubunda var. İyi ki onlar var.