Malum tezkereden sonra TV ekranları akşam haber bültenlerinden sonraki saatlerinde hâlkı savaş ihtimaline alıştırma programlarına ağırlık verdi, sabah programlarında ise hayattaki tek dertleri o gün ne giyeceğine karar vermekmiş gibi refah çatlaması yaşayan insanların vur patlasın çal oynasından ibaret hengamesi dur durak tanımaksızın devam ediyor. Şahane şarkıcılar ellilik göğüs ve bacak dekoltelerini gererken dudak büzerek; "Hocam caiz midir?" diye sual ediyorlar. Bu suali duyan adamlar bülbül kesiliyorlar. Sabahları böyle kıskanılası pür neşeyle geçerken, akşamları aldırmaz bir tonda "Savaş mı, çıksın n'olucak?" havasında bir salınım mevcut. Sanki çok savaşlar görmüş de "bir tane daha çıksın kaç yazar" der gibiler. Şizofren olsak aynı bedenin içinde bu denli süratle ruh hali değiştiremeyi başaramayız. En azılı borderline kişilik bozukluğuna sahip olan bir adamı bile kıskancından kıvrandıracak, en mesleğine aşık psikodrama tutkununu özendirip ağzının sulanmasına neden olacak dengesizlik seremonileri almış başını gidiyor iken...
Offff..
Derin bir nefes...
Ve devam...
Geçen akşam salak samsalak TV kanallarından bir tanesinde bir mıymıntı kılıklı, yani boysuz, beyaz sakallı, buruşuk pantolonlu, şişko parmaklarının boğumları bongur bongur bir hal almış bir adamcağıızın sayıklamalarına şahit oldum. Böyle bir görüntü ve ses eşleşmesi olunca gözlerimi de kulaklarımı da bir müddet ekrandan alamadım. Sanki etrafımdaki bütün sesler kesildi de ben gözümün önünde belirivermiş yer cücesinin mıymıy vırıldanmaları ile büyülenip kaldım. İşin tuhafı adamcağızınn suratından meymenetsizlik de akmıyordu, hayli halim selim halli, munis tipli bu - bir köşe yazarı imiş meğer - adamın gözleri karşısına çıkanı kılı kıpırdamdan kesiverecekmiş gibi bakmıyordu. Belli ki çevresinde sevilen, yıllarca süren basın memuriyeti sonunda bir köşeyi bileğinin hakkı ile haketmiş, mazbut, munis, sükunet taşıyan halleri ve üslubu ile de bir okuyucu kitlesi edinmiş biriydi. Şimdi de ekrana çıkmış çenesi titreyerek, gözlerini diğer konuklardan, moderatörden kaçırarak sinsi sinsi bel altından demesi gereken lafları vurup vurup kaçıyordu. Belli ki kendisine verilen vazifeyi yapıyor, vazifesi bitince önüne atılıverilecek aferimi havada yakalamanın hayaliyle arada gayretleniyordu. Bu bir tavuğu bile kesmektense açlıktan ölmeyi yeğleyebilecek köşeyazarkençanaktutarcağızı aynen şunları diyordu,
"Suriye bizim topraklarımıza top attı...insanlar öldü. Şimdi bizim ülkemiz bu saldırıya bir karşılık vermezse süper güçler, dünyanın diğer ülkeleri ne der?"
Ne!!!
Bu nasıl bir dünya? Olsa olsa altı yaşında bir çocuğun çiçekli bahçesinin yollarında koşerkenki dünyası. .Düşen top mermisi değil, mahallenin en cazgır kabadayısının bahçesine iniveren bildiğin lastik top. Kabadayı da mensubu olduğu it grubunun raconu gereğince, delikanlılığına top sürülmüş de, az sonra o belalı topu belinden çıkardığı kasaturası ile hacamat edecek, bahçeden sokağa atladığı gibi sokaktaki çocuklara saçacağı tokatlar ile darmadağın edecek...Üzerine de nara atıp; " Bir daha burda top oynamayın leeeeeynn!!" diyecek.
Başımıza ne geliyorsa işinin erbabı olmayan ama ihtiraslarına yenik düşmemeyi başarma konusunda istemsiz kalmış insanların mevki işgallerinden geliyor zaten. Yabancı ülkeler ile ilişkiler çocuklukta kalması gereken mahalle raconları ile yorumlanamaz, yorumlanmaz, hele ki böyle ucube fikirler ile gerekçelendirilemez.
Şimdi bir parantez açıyorum
(Hoş bu konuda benim de şu üslubumun hayli ciddiyet dışı olduğunun da farkındayım ama ben sıradan vatandaşım gözlemimi yaparım.)
Parantezi kapatıyorum.
Adam dünya alem ne der biz karşılık vermezsek diyor kısacası.
Dış ilişkiler aslında dirayet istiyor, ilişkilerin doğasındaki istikrarda süreklilik arıyor, rüzgara göre yön değiştiren bir halet-i ruhiye ile tepkisel davrananlar kimsede güven uyandırmıyor.
Gözüm ekrana değmişken...
Dün Al Jazzeera'daki bir belgesele takıldım bir müddetkiğine. Belgeselin konusu Türkiye İsrail ilişkileri idi. İsrail ile uzun yıllardır süren ticari ilişkilerimiz enine boyuna masaya yatırılmıştı. Magazin tarihine "One Minute" gümbürdemesi olarak geçen İsrail'e haddini bir güzel bildirdiğimiz malum olaydan sonra, bilhassa 2010 dan itibaren bu ülke ile ekomik ilişkilerimiz almış yürümüş, önceki yılları her sene aşar biçimde gelişmişti. Azalan bir tek şey vardı o da İsrailli turistlerin ülkemizi ziyaretleri muazzam biçimde azalmıştı.
Ne enteresan değil mi?
Bir kaç ay önce, yaz sıcaklarında, patlamada şehit düşen erlerimizden sonra ne denilmişti anımsarsınız.. "Bir kaç Mehmet için.." diye başlıyordu cümle.. Bir kaç Mehmet için toplanmaya değmiyordu anımsarsanız. Ama şimdi işler değişti aslında bir ihmal neticesinde, yani tehlikeli topraklarda yaşamlarını devam ettirmekten başka seçenekleri olmadığı için ölen vatandaşlar için savaş tamtamları çalınıyor.
İstikrar deyin isterseniz tutarlılık ama insan bu duyguyu arıyor. Bir gün öyle bir başka gün böyle olunca insan şaşıyor, şaşırıyor.
Bosna'daki iç savaşı tüm dünya TV ekranlarından, gazetelerden izledi. O zamanlar internet yaygın değildi, şimdi olsa vahşet tüm çıplaklığı ile karşımıza gelebilirdi. O yıllarda yaşanan dramı birey düzeyinde izleyemeyen insanlar, savaşın yok edici, mahvedici gücünün hayal etmekte zorlanabilirler.
Ahmed İmamoviç 2002 yılında çektiği film "10 Minuta" ile aynı yıl Eurpean Movie Awards'da en iyi kısa film ödülünü aldı. Yalnızca on dakika süren bu filmde; Roma'daki bir Japon turistin çektiği fotoğrafları tab ettirmek için on dakika bekleyişi anlatılıyor. On dakika, bir sigara içimi kadar sürede nelerin olabileceğini sade, abartısız biçimde filme alınmış. Film gücünü bu sadelikten alıyor zaten. Filmin 12'ye on kalasından sonra izlediğimiz tek sekans, ekmek almaya giden bosnalı çocuğun küçücük dünyasını gözler önüne seriyor..Küçücük dünyalara ne olur bilirsiniz,..
Bir on dakikanız vardır mutlaka...
Filmi izlemenizi öneririm..
işin kötüsü bütün bu çarpıklığı sindiriyor olmamız.Hiçbirşey yokmuş gibi davranıyoruz ve ben bunu bir türlü anlayamıyorum.
YanıtlaSilManasız bir tepkisizlik, umursamazlık var. Çok korkunç bu duyarsızlık :(
SilSavaşı istemeyen bizlerde savaşı yaşamış kişiler değiliz belki ama savaşın bizlere getireceklerini, bizden götüreceklerini bilen kişileriz. Ağızlarından tükürükler saça saça savaş isteyen beyinlerin anlamak için çıkar meselelerine göz atmamız lazım.
YanıtlaSilYazınızda da dediğiniz gibi, bir asker için meclis toplanmaz diyenler neden birden 180 derece dönüp 5 vatandaşımız vurulduğunda -burada şunu açıklamak isterim askerde can vurulan vatandaşımızda hani kimseyi ayrı tuttuğum falan yok yanlış anlaşılmasını istemem- meclisi toplayıp teskereyi cebine atar ?
Ne değişti ?
Şimdi savaşı isteyenlere bir koz verildi cümle yandaş medya "tezkere cebinde ama sen hala duruyorsun" demeye başlayacaklar insanlar galeyana gelicek zaten bizi temsil eden! meclis vermiş kararını geriye ne kalıcak ?
videoyu izledim hemde boşnakça konuşulan çoğu cümleyi okumadan annemden öğrendiğim kadarıyla anlayarak o zamanlar biz her gün sıkıntı çekiyorduk annemler teyzemler her gün haberlere bakıp bir tane daha boşnak vuruldu diye üzülürlerdi.
uzun yazdım kusura bakmayın sözümün kısası "savaş çok kötü"
Kesinlikle haklısınız, hele o savaş sırasında o topraklardan izleri anımsayanların hali darmadağındı hatırlıyorum.
SilHesapsız, plansız, bıdıslama giriliyor çok korkutucu bunlar :(
şizofren değiliz de şizofren olma yolunda arkadan ittiriliyoruz. en son "yoksa siz şizofrenleştiremediklerimizden misiniz?" diyecek kimse kalmayacak.
YanıtlaSilneyse de,
vallahi üslubu o kadar sevdim ki, kelimeler su gibi akıyor maşallah deyip, kafayı yarı yarıya çizmiş ülke bireylerinden biri olarak, şu saat itibariyle var olan tv akışına kaptırayım kendimi de becerebilsem bir de. Çünkü ben sürüden ayrılanı kurt kaptığına inanıyorum artık. Bi çok kez kıçından ısırılıp, canını zor kurtarmış biri olarak gaayet sürüdeyim. ondan sabah programı izlemeliyim.:)
Sürüden ayrı olduğunu farkeden insanı iki son bekliyor bu ülkede;
SilBirincisi sürüden ayrılıca kurt kapıyor en derininden mutsuz oluyor
İkincisi sürüden ayrılmayıp sürüye kamufle oluyor ve derinden mutsuz oluyor..
Sürüden farkı olanın iki yldan da gitse sonu derinlerde bitiyor..
Malesef sürüye katılmakla ve ayrılmalarla geçen yıllar sonunda birinci elden bir tespit bu.
Ben bir ara böyle yazıyordum bu ara sık yazmama rağmen farklı çıkıyor ama bu komik anlatımı seviyorum ben de...
Günlük yaşamıda her olaydan komik bir yan bulup sinirimi öyle boşaltıyorum o yüzden böyle sanırım ..
Teşekkür ederim.
Çok sertti 10 dakika, bölgenin gerçeği kadar sert.
YanıtlaSilİnsanlar doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen işlere neden bu kadar duyarsız?
Maalesef böyle :(
SilDaha bir ticaret ve kar odaklı olmak her tür insani halin önüne geçti
ben artık bunun yani savaş çığırtkanlığının da tümüyle politik malzeme olduğuna inanıyorum. Medya ki yazılı ve görsel medyanın neredeyse tümü artık benim gözümde devlet yandaşıdır; bu savaşalım laynnnn diyenleri belli amaçla çıkartıyorlar. Ufku o beyaz cam ve evine giren bol renkli arka sayfa güzelleriyle dolu gazetelerden ibaret olanlar da bunları seyrediyor okuyor ardından " peh peh pehhh bak ne dedi bu okumuş köşe yazmış adamlar,savaşalım laynnn" diye çığlığı basıyor.
YanıtlaSilve 10 dakika cidden yalın ve sert bir film.
Gerçekleri ve perde arkasında dönenleri on on beş sene sonra öğrenmek durumundayız hep :(
SilSavaş olasılığını benimseyen ya da bu olasılığı hiç umursayan insanlarda gözlemlediğim kadarıyla, savaşın onlara değmeyeceğine, her zamanki hayatlarını sürmeye devam edeceklerine dair saçma bir inanç içindeler. O savaş onlara girince göreceğim ben hepsini de, savaş adam ayırmıyor, bana da girecek, ondan korkuyorum.
YanıtlaSilEvet sanki bilgisayarda savaşçılık oynayacak eve dönünce elini yüzünü yıkayınca oynadığı oyunu unutacak. Bi retakım oyunlar uğruna akacak kanın hesabını. Yerle bir olacak ekonomiyi hesaba katamayan insanlarla bir aradığımza şaşıyorum :(
Sil