31 Ağustos 2012 Cuma

Güller ve Silahlar Şimdi

Guns 'n Roses'ın November Rain, Patience, Paradise City, Wellcome to the Jungle şarkılarını, Bob Dylan, Rolling Stones ve Paul McCartney & Wings coverlarını pek severek dinlerdim. vakti zamanında. Adamların tiplerine kıldım ama. Bir de Slash'ın gitarından çıkan sesler harikaydı o zamanlar. Geçenlerde Axl Rose'un son halini gösteren bir resmi geçti elime. Eski hali ile şu andaki durumunu yan yana koydum. Yok abi, hala kılım herife! 

Erkeklerde selülit problemi yok ama sanırım, içki, bilhassa bira, sonracığıma hamur işleri muhteşem bir distraksiyona sebebiyet verebiliyor icabında. 


Axl Rose 
(Soldaki eski hali, 
sağdaki ise yeni versiyonu, 
en en sağdaki hatunu göremiyorsunuz. 
Onu kendime sakladım) 

(Duman'ı da anmış olduk vesile ile!)

30 Ağustos 2012 Perşembe

Ölüler Ansiklopedisi

Sonsöz: Bu kitabın bütün öyküleri, fizikötesi olarak niteleyebileceğimiz bir tema üzerinde yer alıyor; Gılgamış Destanı'ndan bu yana ölüm sorunu edebiyatın vazgeçilmez temalarından biri olagelmiştir. Eğer divan sözcüğünün daha aydınlık, daha duru bir çağrışımı olmasaydı, bu kitap, herhalde alaycı, parodik kiçik bir anlam farkıyla Batı-Doğu Divanı alt başlığını taşıyabilirdi. 

Ölüler Ansiklopedisi, ilk kez, 1981 Mayıs-Haziran'ında, Knjizevnost (edebiyat) Dergisi'nde, ardından bir yıl sonra 12 Haziran 1982 tarihli New Yorker'da Ammiel Arcalay'ın çevirisiyle yayımlandı. Bu düşü gören kişi - aynı zamanda öykünün ithaf edildiği kişi - bir gün, dehşete varan bir şaşkınlıkla, en gizli kabuslarının korkunç bir anıt gibi bir taşa oyularak cisimleştiklerini görmüştür.  Bu kabustan yaklaşık altı ay sonra, bu öykü çıkalı epey zaman geçmişken, bir dergi, "Arşivler" başlığı altında aşağıdaki yazıyı yayımladı.

"Utah Eyaleti'nin başkenti Salt Lake City'nin doğusunda, granit dağlardan birinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin en şaşırtıcı arşivlerinden biri var. Söz konusu arşivlere kayaya açılmış dört tünelle ulaşılıyor ve bu arşivler, birinden ötekine labirent biçiminde geçitlerle geçilen yeraltı odalarında muhafaza ediliyor. Bu odalarda korunan yüz binlerce mikrofilme, sadece kılı kırk yararak seçilmiş görevlilergirebiliyor; arşivin girişinde de güvenlik sistemiyle donatılmış bir kapı var." 

"Bütün önlemler, çok gizli birtakım belgeleri korumaya yönelik değil, bu bir devlet arşivi ya da askeri arşiv de değil, "Kıyamet Günü Ermişleri Klisesi'nin Jeanoloji Derneği"nce bir milyon iki yüz elli bin mikrofilme özenle kaydedilmiş olan ölü ya da hayatta tam 0n sekiz milyar kişinin adı var burada. Kıyamet Günü Ermişleri Klisesi Jeanoloji Derneği; bundan yüz elli yıl önce, Joseph Smith adında biri tarafından kurulmuş olan ve Mormon istatistiklerine göre üye sayısı Amerika Birşleşik Devletleri'nde üç milyon, yabancı ülkelerde bir milyon olan Salt Lake Cşty arşivcilerinin adı böyle."

"Akla durgunluk veren bu arşive yazılan adlar, dünyada akla gelebilecek bütün kütüklerin kopyasını çıkaran ve bu görevi hala sürdüren titiz katiplerce kaydediliyor. Bu dev girişimin son amacı, bütün insan ırkının - gerek hayatta olanların, gerek öteki dünyaya intkal etmiş olanların, mikrofilme çekilerek envanterinin çıkarılması."

" Gerçekten de Mormonlar için jeanoloji, dinin temel unsurunu oluşturuyor. Bu harikulade arşiv sayesinde, her Mormon, eskiye dönüp soy ağacının en alt dallarına kadar inerek "Mormon Açımlaması"nı tanıma mutluluğu tatmamış olan soyunu sonradan vaftiz etmiş oluyor."

Mormonlar bu işe büyük ciddiyetle sarılmışlar. Arşivler için en korunaklı yerin araştırılmasın 1958 yılında başlamış ve bu işe adanmış kutsal dağın oyulmasına 1961'de başlamış. Mikrofilmler büyük bir titizlikle korunuyor. Yeraltı odalarındaki sıcaklık sürekli olarak on dört derecede tutuluyor, havanın nemiyse yüzde kırkla elli arasında. İçeri en ufak toz ya da kirletici kimyasal herhangi madde girmesin diye hava bir havalandırma cihazıyla özenle süzülüyor. 

"İki kat betonarmeden yapılmış dev boyutta altı odada, şu anda her biri 3000 sayfalık altı milyon kitap kapsamında veri toplanmış durumda. "

"Eğer ileride gerek duyulursa Mormonlar yeni odalar da açmayı tasarlıyorlar. Her ay, buraya on bin kilometre kadar uzunlukta veri içeren yeni mikrofilm geliyor. Bu mikrofilmlerin haricinde, arşivlerde dolaylı ya da dolaysız olarak soybilim dalında kitaplar, bu konuda uzmanlaşmış dergiler, tarih yapıtları, vb. de bulunuyor." (Duga/arc -en -ciel/, 19-23 Mayıs 1981)

* * * 

Birden karmaşık bir önsezinin dürtüsüyle koşmaya başladım. Kulaklarım adımlarımın  gitgide uzaklaşan yankılarıyla çınlıyordu. Telaş içinde, soluk soluğa "M" harfine vardım. O an bu konuda kesinlikle bir şeyler okuduğumu hatırladığımdan olacak, söz konusu kitabın ünlü "Ölüler ansiklopedisi" olduğunu anlamıştım. O dev cildi açmadan zihnimde herşey açıklık kazanmıştı. 

Gözüme çarpan ilk şey onun fotoğrafı oldu.  İki sütun metin arasına, sayfanın neredeyse ortasına sığdırılmış, kitabın tek resmi. Çalışma masasının üstünde gördüğünüz resmin aynı..."

...Bel vermiş raflara yaslanıp zaman kavramını tamamen yitirerek elimde kitap, onun yaşamöyküsünü okumaya başladım....



Çeviren: Hür Yumer

Remzi Kitabevi 
Çilek Serisi - 1991

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Çocukken Haddinden Fazla İşitilmiş Sözler; Top 10

Hepimizin çocukken sık işittiği sözler vardır elbette, hepimizin ki farklıdır ama eminim ki hepimizin işittikleri farklı farklı da olsa kesişen yerleri fazladır. 

Bunlar benim hatırladıklarım  

1 - Evin içinde koşturma
2 - Duvarları karalama
3 - Elini yıkamadan sofraya oturma
4 - Işıkları yanık bırakma
5 - Arkadaşın kendini kuyuya atsa sende mi atacaksın?
6 - Deli misin sen? Ne gülüyorsun öyle? 
7 - Sen yapamazsın bırak!
8 - Kaloriferleri sonuna kadar yakma
9 - Banyoda çok kalma
10 - Akşam akşam ıslık çalınmaz.


Şu yazacağım da hediyesi olsun:

"Ödevini bitirmeden sokağa çıkmak yok!"





28 Ağustos 2012 Salı

Yakında...

Epeydir alışık olmadığım bir telaşın içindeyim. Az zaman kaldı: öykülerimin bir kısmı "Gölge Falı" isimli bir kitapta toplandı. Dün akşam elime geçen kapak resmi bana büyük heyecan verdi. Kapak resminden aldığım dört ayrı detayı bir ataya getirerek buradan paylaşmaya karar verdim. 

İlk başta kendi yaptığım bir resmi kullanmak istedim ama neticede içime sinmedi. Daha osnra bir fotoğraftan oluşturduğum kapak ise bilim kurgu kitaplarını andırdı. Nihayetinde Tijen isimli arkadaşım "Az bir kaçıl kenara, bırak işi erbabına" diyerek olaya el koydu. Atölyesinde oturmuş laflarken; öyle bir ilham yakaladı ki, ortaya çıkan resim benim içime sinen bir çalışma oldu. Öykülerin bir tanesinde gizlediğim minicik şifreyi yakalayıp kapağa taşımış olmasından büyük mutluluk duydum. Ben yanından ayrıldıktan sonra onun durmayıp resmi, yine kitaptaki bir detayla zenginleştirdiğine dün aldığım e-maile eklediği dosyadan görmüş olmuş oldum. Kapağı tamamen açık etmek istemiyorum, sadece kolajını buradan paylaşıyorum. Bu kolajda bahsi geçen o önemli detayı vermiyorum; yine de kısa süre sonra resmin tamamını ve arka kapaktaki yazıyı da buradan paylaşmak niyetindeyim. 

Lütfen bana şans dileyin. 

Not: Unutmadan Tijen'e binlerce kez teşekkür ediyorum, el attığı kitap, dergi sihirli dokunuşuyla bir anda parıldayıveriyor.



Kolaj: Tijen Demirel'in Gölge Falı isimli çalışmasından detaylar. 

Posta Kutusu

Posta kutusunda duran canım kartlarımı kutunun dışından görebiliyor ama anahtarı kaybettiğim için açamıyordum. Arayarak bulamayacağıma karar verince dün çilingir bey sayesinde kartlarıma kavuştum.

Leylak Dalı'nın harika projesi sayesinde, yüzlerini hiç görmediğim ama kendilerini yazdıklarından bildiğim çok güzel insanlardan çok güzel bayram tebrikleri aldım.

Başta Leylak Dalı olmak üzere 
Mavi Balon (şekerler için ayrıca teşekkürler :)  )
Okuduklarım, Dinlediklerim, İzlediklerim,
Cessie,
Sanat Notları,
Kağıt Faresi,
Dışavurum,
Hayalden Bozma,
Mine,
Gülşah,
Banu,
Neslihan,
Nevin
Tüm bayram tebriği gönderen blog dostlarıma teşekkür ederim. 

Adaşım annesine selam eder küçük Deniz'in gözlerinden öperim, doğum günü kutlu olsun.





24 Ağustos 2012 Cuma

Çin İşi Japon İşi

Şu Japonların işlerine akıl sır ermiyor. İçinde bulunduğunu duygusal duruma göre şekil değiştiren, kafaya takılan bir aksesuar. İsmi "Necomimi". Yetişkin insanlarda tuhaf durduğu kesin. Ama izlemek eğlenceli olabilir.



Necomimi

23 Ağustos 2012 Perşembe

Farketmeden...

Uzun seneler İzmir Körfezi'nin Konak tarafında; deniz kenarında bir ofiste çalıştım. İlk başladığım gün manzaranın her saat ayrı bir güzellik sergileyişini fark etmiş sonra da; başımı camdan dışarıya bir kez çevirmemiş olduğumu, bürodaki son günümde farketmiştim. Bütün ofisi çevreleyen pencere iki metre ötemde ve tam karşımda durmuştu tam sekiz sene. Canım manzaraya şöyle olsun bir bakmamıştım. Ayrıldığım akşamüstü bir fotoğrafını çekmiştim: belki ileride bakarım diye. 

İş yaşamımın bir uzun bölümü de aynı körfezin karşı yakasında geçti. Yine deniz kenarında, bu sefer kendime ait bir ofisim oldu. Ama iki farkla yıllarca karşıdan baksam göreceğim bir binada eski çalıştığım yeri görür vaziyette ancak pencere kaşımda değil de bu sefer sağ yanımda. Başımı sağa çevirsem göreceğim o manzaraya da yıllarca kayıtsız kaldım. 

O ofiste büyük şehirde ulaşım sıkıntısı yaşamaksızın beş yıl kadar çalıştım. Çünkü evim yürüyerek yedi sekiz dakika tuan bir mesafedeydi. Ne büyük kolaylık. Kolaylıkları insan yaşarken far etmiyor. Manzaraları da. 




Fotoğraf: İzmir Körfezi - D.M.

İşte İş İmkanı !!!

Bazen öyle iş ilanları yayınlanıyor ki pes dememek mümkün değil. Ucuza adam kapatmanın kelime oyununu yapmış bir beyinsizin gölgesi düşüyor ilanın içine. 

Türkiye'nin en önde gelen holdinglerinden bir tanesinde görevlendirilmek üzere management traineeler arıyoruz
(Hay dilinizi eşek arısı aleminin üst düzey menajerleri soksun: "önde" kelimesini bile "en" ile pekiştirmişler. Bir hödük parmağı olmalı bu işte. İlana atlamadan evvel iki durun bir düşünün derim.)

Müstakbel Adaylarda aranan özellikler;

Ekip ruhumuza anında adapte olabilecek, 
Zekasından ve sıklıkla duygusal zekasından ödün verme kapasitesine sahip, 
Üniversite diplomasını hukuk ve ekonomi branşlarından birisini tanmamalayarak almış bulunan, 
 28 yaşından gün almamış, 
Askerlik yükümlülüğü bulunmayan,
En az beş yıllık tecrübesi iş bulunan, İngilizceyi akıcı konuşan, yazan (bunun yanısıra Fransızca ve Almanca dillerine hakimiyet tercih sebebi olabilir). 
Uzun çalışma saatlerinden yılmayan, sıkılmayan, 
Zorlayıcı çalışma koşullarımızı yaşam kalitesine yedirebilecek,
Eğer bayansa önümüzdeki sekiz sene zarfında hamile kalmama taahhüdü verebilecek. 
Adayların detaylı CV'lerini aşağıdaki e mail adresimize bekliyoruz. 
Başarı kıvamınız nihayetsiz olsun.

Not: Değerlnedirme sınavlarında başarılı görülecek  Kadın ve erkek adayların hepsinin Türkiyenin her yerinde görev almayı kabul etikleri ve beş yıl boyunca işten istifa etmeyeceklerine dair taahüt vermeleri gerekecektir. 

Sözüm ona yöneticii pozisyonları için yetiştirilmek üzere eleman arıyorlar. İlanın tercümesi ise:: az maaşa çalışacak kaliteli köle arandığını hissetiriyor. .

Böyle bir ilana ne Cv yazıp yollasanız az.

Aşağıudaki başvuru formu seneler önce okuduğum bir cv ile paralel taraflar içeriyor, ama kesinlikle yermiyorum. Hafif yollu anımsıyorum o kadar...

Değerli yöneticiler; 

İlanınız ilgimi çekti, ben de baş vuruyorum. 

Üniversitenin İktisat bölümünden mezunum. 

Beş yıldır rakip kuruluşlarda farklı pozisyonlarda değerlendirildim. Yılmaksızın, sıkılmaksızın kendimi bir şirkete adamaya alışkınım. İş saatleri beni yormaz, bilakis haz duyarım. Hatta çalışmayan, az çalışan, punduna getirip kaytaran insanlar hırsımı kamçılar. Bu tipleri yemem içmem deşifre eder, yöneticilerimizin her ortamda gözü ve kulağı olmayı bilirim. Ekip ruhumuza aykırı davranan kişileri aramızdan söküp atmayı geçmiş görevlerimde de başarı ile yerine getirmişliğim vardır. 

Askerlik görevimi yapmadım. Nedenini soracak olursanız; çünkü bayanım ama eğer kuruluşumuz askerlik görevimi yapmamı isterse; onu da ileride filan bedelli olarak yaparım. Önemli olan ekip ruhu bence. 

Size saygılarımla beraber ekteki öz be öz CV'mi yolluyorum.

İyi çalışmalar dilerim.

Adayınız: Adaysu Canberk. .




22 Ağustos 2012 Çarşamba

Ay Prensi

Riya; aynası oldu.
Ayna, tuhaf olduğunu biliyordu.

Ay Prensi desinatördü
On parmağı
On his desenlemişti.
Hoştu.

Kaç göç yaşanan eski köşklerden,
Acılı, gururlu aşklar çağından ses veriyordu.
Akşamüzerleri radyo ışığıyla aydınlanan,
Orta halli anılara yakışan;
Erkek seslerinden tenoru seçmişti.
Yıllar sonra kadın seslerinden
kirli puslu olanını seçecek,
Kral TV’de şansını deneyecekti.




19 Ağustos 2012 Tarihli Radikal Gazetesi'ndeki 
başlıklı yazıdan karalayan - D.M.

Gölgesiz

İlk kez gittiğim bir evin, ilk kez girdiğim misafir odasında; misafir yemek masasının etrafındayız.

Odada ne çok gölge var.

Kadın habire konuşuyor.

Neden geldim ben buraya.? Bir bahane uydurabilirdim. 

Kadın belikli eşini kazığa bağlamış bir cazgır. Abartılı hareketler ve bağırgan ses tonu ile konuştukça  adam kendi içine büzülüyor. Kara delikler de böyle olur; yıldız kendi içine büzülür, büzülür; önce kendini yok eder, sonra her şeyi yutar

Ben de böyle susacak mıyım? Gölgelere karışacak mıyım?

Arıza çıkartsam? Yoki yok bu evden çıkıp gitmek en güzeli.

Pabuçlarımı giyiyorum gölgelerimi soyunup kapıyı çarpıp çıkıyorum. Kadın ben kapıyı kapatır kapatmaz arkamdan yüksek sesle atıp tutmaya başlıyor.

Vıdı, vıdı, vıdı…

Adam kafası ile onaylıyor. Sessiz yine…

Hafifleyince, daha hızlı yürüyor insan.

Gölgesiz kalmak ne güzelmiş. 




21 Ağustos 2012 Salı

Neresine?

"İlk kez rastladığınız karşı cinsten birinin ilk önce neresine bakarsınız?"sualini bir yerlerden hatırlarsınız, tıpkı ada ve üç şey sorusu gibi sık sorulanlardandır. Niye böyle şartlandıralım ki kendimizi; kalçasına, göğsüne, eline, saçına, gözüne gibi bir kısıtlamaya neden sokayım kendimi, birine cevap vereceğim diye, Gözüm o an nereye kaydıysa oraya bakarım. 

Bir de bu soruya "ben bakmam, ben baksam baksam en önce i,ç güzelliğine bakarım" martavalı vardır ki, bu yanıtı da son derece "iş bitiricigil" nevinden zırtoloz yanıtı bulur, böyle şahane bir buluş yapıp da sorudan sıyırttıkları için kendilerine o saat gıcık kaparım. İşte ben de gıcık insanlara gıcık duymaya şartlanmışım. Gıcıksa gıcık kaparım. 

Neden "bu tarz sorulara sevap vermeyi sevmem ben yahu" gibi daha öz ve düz, samimi bir yanıt vermezler anlamam. 


Kolaj: Deniz Kenarındaki Kadın - D.M.
(Catherine J.R.'ın iki farklı resminden detaylar)


Dikkat Patlantı!!

Tüplü arabaları burun marifeti ile teşhis etmek mümkün oluyor çoğunlukla. 

Hele kapalı otoparkta konuşlandırılmış tüplü araçların bana verdiği korku ihtimal dahilindeki patlantı olayından ziyade, kopması muhtemel gümbürtünün akabinde cereyan edecekleri de içeriyor. Panik halindeki türk vatandaşları ile dolu bir kapalı otopark facia içinde facialara gebe bir şuursuzluk - artı - can pazarından başka bir şey olmayacaktır kanısındayım. (Allah yazdıysa, korusun).Öyle bir panik anında atağa geçecek güdük insanlardan allah hepimizi korusun. İtiş kakış ve birbirinin üzerine çıkıp, altta kalanın canını çıkarma yarışında en ummadığını kişilerin en çok canı nefsini müdafaa edeyim derken görürseniz sakın ola şaşırmayınız.
Aman yahune diyecektim, nerelere geldim? Sanırım bu ara biraz fazla Amanda Ripley okudum. 

Tüp taktırmış otomobilleri bazen de kaldırımda yürürken ya da karşıdan karşıya geçerken burnumuzla hissetmek mümkün oluyor. Nasıl bir gaz kaçırımı söz konusu ise açık havada bile sezilmeleri mümkün. Emin olun ki bunların her tür kontrolü her dakika yaptırılıyordur desem yüreğinize su serpmiş olur muyum acaba? Neyse canım, isterseniz inanmayın. Ben burnuma gelen kokuya inanırım. O kokunun çıktığı yerde emniyet tedbiri var mıdır muhakemesini Rabbimin izni ile beynime bırakırım. (Bakınız: ben bilmem beynim bilir.)

Bu tüplü araçlar bende bir tür otofobiye dönüşür mü diye korkuyorum bazen. 

Al işte bir fobi daha.... Hislerimin otofobiye dönüşmesi korkusu... 

Hisotofobifobisi?

Nezle anında; patıırtı kopartabilecek, patlayıcı otomobillere dair trafik işaretlerimiz yok diye üzülmeyiniz, elin ecnebisi onu da yapmış. Koklamaya hacet yok, bakmak yeterli. 



20 Ağustos 2012 Pazartesi

Şarkıcının Birinden Fal Tuttum...

Bob Marle'den fal tuttum - shuffle sağolsun - günün mana ve önemine uygunsuz bir şarkı çıktı... 

"Yokluğunu hissetmeyeni, varlığınla rahatsız etme..." Bob Marley... 

Ne ola beri gele?


Kolaj: Bob Marley - D.M.

19 Ağustos 2012 Pazar

Yetmişli Yıllardan Kalmış Beş Tane Bayram Tebriği...

Canımın İçi Blog Okuru;

Sevdiklerinizle birlikte, hatırladıkça mutlu olacağınız bir bayram geçirmenizi dilerim. Büyüklerin ellerinden hürmetle, küçüklerin gözlerinden sevgi ile öperim. Ramazan Bayramınız kutlu olsun

Sevgi ve Saygılarımla








16 Ağustos 2012 Perşembe

Bayram Tebriği Projesi

Leylak Dalı'nın çok hoş bir projesi var Bayram ile ilgili. Katılmak isteyenler adreslerini paylaştılar, birbirlerine bayram tebriği gönderecekler. Yirmiden fazla katılımcı ile hoş bir etkinlik olacağa benzer. Ben de katıldım. Kartlarımı gittim, seçtim, satın aldım ve listeden tanıdığım, blogumau takip eden yorum bırakmış ya da benim bloglarını izlediğim kimselere göndermek üzere oturdum kartlarımı yazdım. Biraz uzun yazmışım sanırım; iki dolma kalem kartuşu bitti. Hoş yazmayı bitirdiğimde sağ elimin ağrımasından, işaret parmağımın ve baş parmağımın sızlamasından, lafı uzattığımı anlayabiliyordum zaten. Geçtiğimiz pazartesi günü postaya verdim kartlarımı. Türkiye'nün dört bir yanına dağıldılar. Alıcılarına vardılar mı bilmiyorum. Varmışlardır umarım. 

Seneler seneler sonra, bayram tebriği göndermek ilginç oldu. 

Unutulmuş bir adeti hayata geçirmeye çalışan Leylak Dalı'na teşekkürlerimle... 



Pastel Boya Resim: Kedi Yavrusu - D.M.

Duyalog

Bazı arkadaşlarımızla oynardık bu oyunu, bir yerlerde oturuyoruz mesela, her birimiz etrafta konuşulanlara bir anlığına kulak kabartır, etrafımızdaki insanların diyaloglarından bir ya da iki cümleyi cımbızlar, çeker alırdık. SOnra da o lafların üzerine kendi çeşitlemelerimizi döşerdik. maksat vakit geçsin.

Dün metroda şöyle bir telefon konuşmasına şahit oldum. Artık telefonlar sahiplerinden daha akıllı olduğu için telefon taşıyıcısı karşı tarafın sesini de açmış kendisi de telefona kulak vermiş her gürbüz Türk genci gibi nefesinin yettiğince bağrınıyordu.

- Naber? Napıyorsun?
- Çook meşgulüm, çok çalışıyoruz, canımız var ya...  koşuşturuken.. Bir batıyor bir çıkıyor... .

Bu lafı duyan gürbüz genç bir hiddetlendi, bir hiddetlendi karşısındakine verip veriştirmeye başladı..

O an kendisine kanım ısındı..

Nedenini açıklayayım.

İş hayatımın çok önemli bölümünde "ben çok meşgul biriydim", vallahi de billahi de.. Ancak asla meşgulüm kelimesini kullanmadım, yorgunum ya da çok çalışıyoruz falan demedim, işlere direnmedim, önüme gelen işin hakkını verdim, üstesinden geldim. Çalışma hayatı boyunca en gıcık olduğum laf ise meşgulüm lafı oldu. .Biri bana "meşgulüm" dedi mi, hele hele "naber" lafına "hiççç koşuşturuyoruz" dedi mi nevrim dönme belirtileri göstermeye başladı. Çalışıyorsun, tabi koşuşturacaksın, sonuç olarak meşgul olacaksın. Seni meşgul tutmak için para ödüyorlar cicişim gözü ile baktım hep bu nevi insanlara para kazanma meşgalesini gereksiz meşguliyet gibi yakınma malzemesi edenlere.. 

Meşguliyete değil de meşgul oluşuna dertlenen insanlara kılım abi, meşgul olacaksın elbette, bana ne, benden meşguliyetine empati bekleme madem meşgul olmak istemiyorsun olma o zaman. Değil mi? Çözümü kendi elinde olan bir şey için karşındakini meşgul etme.

İşte böyle bir diyalog beni benden aldı benim kendi derinliklerime götürmeye yetti de arttı bile. 

Size günün önemine uygun bir şarkı armağan etmek niyeti ile interneti dört döndüm ancak aradığım şarkının sözlerine rastlayabildim.  İşte şarkının sözleri....


Duyalog: Her hangi bir ortamda başına veya sonua kulak misafiri olunmamış bir diyalogdan çekip alınmış iki ya da üç cümle...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Mars'ta Olmak

Mars'tan gelen ilk fotoğraflar şok edici. Çünkü umulandan daha fazlası oldu; kırmızı gezegende yaşam izine rastlandı, üstelik barışçıl ve akıllı bir uygarlığın insanoğlunun gezegenlerine yaptığı davetsiz misafirlikten hoşnut kalmadıkları tespit edildi. 


Sevdiğim Kokular

Kokulu silgi kokusu,
Kurşun kalemin arkasını kemirirken çıkan koku,
Şekerli süt kokusu, 
Havuçlu kek kokusu,
Elmalı börek kokusu... 
Eskiden Büyük Ada'da şahane elmalı börekler yapılırdı. Kat, kat, kat börek, içinde; elma, tarçıni ceviz:, dışında, pudra şekeri. 
İlk ısırığı alırken dudakların böreğe değdiği an duyulan hapşırmaya benzeyen bir gıdıklanma. İlk ısırıkla kokunun ağza geçişi. Şimdi Ada'da elmalı börek değil de lahmacun kokusu hakim.
Öğlen saatlerinde çamların altında yürürken, ağaçlardan gelen koku,
Uzun süre kullandığın Kenzo ve Joop kokuları,
İnsanı rahatsız etmeyen "ben buradayım"demeyen, parfüm kokuları,
Doğduğum kente özgü nohutlu unla yapılan simidin kokusu,
Kesildiği anda, kavun kokusu,
Deniz kokusu,
Denizden gelen tuzlu serinliğin kokusu,
Yosun kokusu,
Kokuların anıları tetiklediği, eskiye dair anıları netleştiridği söylneir doğru mu acaba?
Daha önce de demiştim...
Anıları böyle minicik parfüm şişelerine doldurup saklasak, çok özlediğimizde koklasak...
Yasemin kokusu,
Hanımeli kokusu,
Nergis kokusu, 
İğde çiçeği kokusu, 
Ihlamur ağacı kokusu,,
Okaliptüs ağacının yaz gecelerini serinleten kokusu,
Ekmek kokusu...
Eskiden ekmek almaya bakkala ya da fırına gönderilirdik...
Fırından yeni çıkmış ekmek o kadar sıcak olurdu ki... tutamazdık, Ekmek almaya giderken yanımızda kağıt, ya da el bezi her ne ise alır ekmeği onunla tutardık. Eve gelinceye kadar ekmek mis gibi kokardı. Dayanamaz köşesinden yerdim. Eve gelen ekmeklerin bir köşesi kemirilmiş olurdu. O sıcacık ekmeği eve gelince elle koparıp içine tereyağı sürüp yerdik. Çıtır, çıtır tazecik. Ekmek kokusu ile tereyağ kokusunun birleşmesinden oluşan o koku.
Menemen kokusu.
Koyun yoğurdu kokusu..
Eskiden bakkaldan ya da mandıradan yoğurt satın almak için yanımızda bir kap götürürdük. Bakkal amca ya da /Mandıracı amca kabımızın darasını alır, ne kadar istiyorsak o kadar yoğurdu tartar ve bize verirdi. Eve dönerken yoğurdun üzerindeki kaymak o kadar güzel kokardı ki dayanamaz iki parmağımla aldığım gibi ağzıma atardım. Yoğurt kousu, kaymak kousu.
Şeftali kousu,
Erik kokusu, ama tuzla yenen erik kosus..
Çağla badem kokusu.
Baher gelirdi ya, baharın kosusu,
kavuşmaların kokusu,
Özlediğin bir kente gidince, otobüsten indiğinde burnuna çarpan ilk koku.
Dağlarda yürüyüş yaparken burnuna gelen kokular.
Temizlik kokusu,
yeşil sabun kousu,
Sabun kokan serin çarşafların kokusu,
Kokuları minik şişeler doldursak, anıları öyle saklasak...




Bir de Leylak Dalı'nın anımsattığı; yeni kavrulmuş hatta, kavrulma aşamasındaki leblebi kokusu ve kuru kahve kokusu...

Bu yazının ana sorusu şudur: "Elmalı Böreklerimize ihante etmemiz şart mıydı? "

14 Ağustos 2012 Salı

Gizli Sosyopatları Nasıl Tanırsınız?



En önemli ortak özellikleri vicdan, merhamet ve pişmanlık duygularından yoksunluk olan, sosyopatlara geçtiğimiz yüzyılın ortalarına kadar psikopat denirdi. BU kişilik bozukluğuna sahip olanla diğer insanları önemsemez, başkalarına bağlanamaz, asla empati kurmazlar. İnsana ait olan duyguların bir çoğundan arınmışlardır; ancak duyguları başarılı biçimde taklit ederler. Her duyguya dair mimiği gerektiği yerde sergilemeyi becerirler. Taklitleri o denli gerçekçidir ki çoğu sosyopat ömür boyu deşifre olmadan yaşayabilir. 

Seri katillerin çoğu sosyopat olmakla birlikte, sosyopatların hepsi seri katil değildir. Başarılı kamuflajları sebebiyle ancak çok yakınındakiler bu kişilerde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezinleyebilir mamafih üzerine düşmedikçe adını koymayı beceremezler.

Sosyopatlar; ailelerine, iş ortamını paylaştığı insanlara ve kendileri ile arkadaş olma gafletinde bulunmuş kimselere zarar verirler. Akıllarına koyduklarını elde etmek için her tür hileye başvurabilirler. Vicdanları olmadığı, yaptıkları işlerden sorumluluk duymadıkları için oluşan hasar onları ilgilendirmez: yollarına devam ederler. 

Bu kişilik bozukluğunun kısmen genetik kaynaklı olduğu düşünülsede herkeste görülebilir. Ergenlik çağının bitiminde başlar, ömür boyu sürer, tedavisi yoktur. Çevrenizde sosyopat varsa onlardan zarar görmeden kurtulmanın tek yolu kısa sürede teşhis edip, öfkesini üzerinize yöneltmesine fırsat vermeden hayatımızdan çıkarıp atmaktır. 

Sosyopatlar diğer insanlara karşı normal diye adlandırabileceğimiz sevgi hissinden mahrumdurlar, başkalarına bağlanamadıkları gibi aşık da olmazlar. 

Bir kişinin sosyopat olduğumu anlamak için ne yapmalıyız?

Aşağıdaki soruları şüpheliye dair gözlemleriniz doğrultusunda yanıtlayın.

1 - Başınıza önemli bir şey geldiğinde ve bunu şüpheli ile paylaştığınızda verdiği tepkiler sorunlarınızın onun için önemsiz olduğunu mu düşündürtüyor?

2 - Sizi kullandığı hissine sıklıkla kapılıyor musunuz?

3 - Çok yalanını yakaladınız mı? 

4 - İnat olsun diye zıt fikirler ortaya sürme ve son sözü söyleme eğilimi fazla mı? 

5 - Sizi kullanıyor mu? Yani maddi ya da manevi; sürekli sizden alıp geriye bir şey vermiyor mu? 

6 - Mütemadiyen haksızlığa uğradığını, başkalarının onu anlamadığını anlatarak ona acımanızı ya da ona hak vermenizi mi bekliyor?

7 - Size sıklıkla suçluluk duygusu hissettirmeye çalışır mu?

8 - Sizin iyi huylu biri oluşunuzdan istifade ediyor mu?

9 - Kolayca sıkılıp, sürekli ilgi bekler mi? 

10 - Kompliman yerine geçecek abartılı sözleri aşırı kullanır mı? 

11 - Sizi endişelenmeye yöneltecek sözler söylüyor mu? (Bunu alenen mi yapıyor, yoksa sinsice mi?)

12 - Ona borçlu olduğunuz hissini uyandıracak biçimde davranır mu? 

13 - Başkalarına alenen zararı dokunduğu durumlarda bile sorumluluğu üstlenmez değil mi?

14 - Hatalı davrandığı zamanlarda bile kendisi dışındaki herkesi suçlama alışkanlığı var mı?

Yukarıdaki soruların hepsine "evet" yanıtı verdiyseniz karşınızdaki kişi büyük bir ihtimalle sosyopattır. Eğer öyle olmasa bile insanları kullanmasını bilen ve karşılığında onlara bir şey verme kapasitesi bulunmayan biri ile karşı karşıyasınız demektir. Unutmayın ki sosyopatlar hatalarından ders almazlar, dahası hatalı olduklarını kabul ettirmeniz asla mümkün değildir. Geçici bir süre için pişmanlık rolü oynayabilirler, yine de sonunda kendi bildiklerini okumaya devam ederler. 

Sosyopatı fark ettiğinizde hayatınızın dışına çıkartın, bir daha görüşmeyin; unutmayın bu ilişkiden sadece siz zararlı çıkar ve siz üzülürsünüz; sosyopat zarar görmez, üzülmez, duyguları gerçek değildir, rolden ibarettir. 


6 Ağustos 2012 Pazartesi

Üzümü de Yemeyin, Bağını da Sormayın

Dün meyve alırken üzümlerin iir tanelerini görünce canım nasıl çekti anlatamam. Ama elimi sürmemle birlikte aklıma beş altı sene öncesine kadar olan üzüm tanelerinin ebatları geldi. Aradaki fark devasa. Bir üzümün bu kadar kısa sürede böyle iri hale gelmesinin de tek yolu var, büyümesinin çeşitli evrelerinde kimyasal maddeler püskürtülerek şişirilmiş olması. O yüzden çelirdeksiz üzüm satın almaktan vaz geçtim.

Kendinizi seviyorsanız çekirdeksiz üzüm yemeyin. Aşırı irileşmiş yusyuvarlak taneli üzümlerin insan sağlığı için hiç de hayırlı olmayan kimyecvi maddeler ile tıka basa dolu olduğunu anımsayın. Kararınızı ona göre verin lütfen. 



Meraklısına Linkler;

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bir Kedinin Hatıra Defteri

Bugün esaretimin 897. günü...

Beni esir tutanlar bana doğru sürekli; tuhaf, sallanan nesneler; ipler, yumaklar atarken, acaip sesler çıkartarak bana eziyet ediyorlar. Amaçlarını henüz anlayamadım.


Evin sahipleri; diğer tutsakları ve beni ağızlarımızın içini acıtan sert ve kıtır kıtır mamalarla ya da tuhaf kokan konserve yiyeceklerle beslerlerken kendileri taze yiyeyeceklerle besleniyorlar. Bana verilen yemekleri sevmesem de gücümü kaybetmemek, günü geldiğinde hazır olmak için hoşlanıyor görünüp hepsini son kırıntısına kadar silip süpürmeye gayret ediyorum.

Beni ayakta tutan tek şey sürekli buradan kaçış hayalleri kurmak. 

Evin sahiplerini tiksindirme çalışmalarım kapsamında arada, gözlerinin önünde halıya kusuveriyorum. O zaman çok telaşlanıyorlar, kadın olanı oradan oraya koşturuyor. halıyı temzilerken bir şeyler anlatıyor. Dediği şeylere kulak asmıyorum. Çok eğleniyorum. 

Bugün bir fare avladım, cansız bedenini TV izlerlerken önlerine bıraktım. Neler yapabileceğimi görüp korkularından kalplerinin atışı değişsin; tir tir titresinler istiyordum. Ama korkmak şöyle dursun zevkten dört köşe oldular. Bir kalkıp oynamadıkları kaldı. Hatta kadın olanı beni kucağına alıp sımsıkı sarıldı, "benim minik avcı kedim" diyerek aşağıladı beni. 

Geçen gece eve kendileri gibi bir sürü yaratık topladılar. Ev böyle kalabalık olduğunda beni arka odaya kilitliyorlar. Hücremi öfkeyle turlamaktan yorulunca parkelere oturup dakikalarca kuyruğumla yeri dövdüm. Oturduğum yerden konuşurken çıkardıkları sesleri ve tükettikleri yiyeceklerin kokularını duyabiliyordum. Bana kadar gelen seslerden; kadının bir başkasına; birisindeki alerji sebebiyle hücre hapsine atıldığımı açıklayışını net olarak seçtim. Bu alerji ne demek acaba? En kısa zamanda öğrenmeliyim, kaçış planımda işime yarayabilir.

Bu sabah erkek işkencecimi az kaldı tesirsiz hale getirmeyi başarıyordum. Adam koridorda hızla ilerlerken ayaklarının arasından zigzaglar çizerek koştum: köstekledi yere düştü. Şahane bir plan şekillendi zihnimde. Yarın yine bacaklarının arasından koşacağım, ama bu kez adam merdivenlerden inerken denersem kesin başarılı olabilirim. Denemeye değer. 



Bu evde benimle bir hapis tutulan diğerlerinin köstebek olduğuna dair kuşkularım her geçen gün artıyor. Köpek bizi esir tutanlara şirin görünmek için sürekli onlara yaltaklanıyor. Aptal, yediklerine bakıyorum benimkinden iyi bile değil. Her gün dışarıya çıkartıyolar. Pencereden izledim; zincirlerini çözüyorlar, hızla bir aşağı bir yukarı koşup, koşup geri dönüyor. Beni öyle serbest bıraksalar, koşarım, geri dönmem. Acaba, ne yapıp ne edip güvenlerini mi kazansam acilen?  Emin olduğum bir şey var köpek hem hain hem geri zekalı. Gözlerimle görmedim ama bence, benimle ilgili sırları sahiplerine taşımaktan işi yok. Geçen gün kadınla, adam evde yokken koridorda pusu kurdum, mutlu mutlu gezerken kıstırıp üzerine atladım. Aptal şeyin korkup bağıra bağıra, bir kaçışı var, Cüssesinden utansın kazık kadar köpek olmuş minicik bir esir kediden korkuyor. 

Kuş ise tam bir muhbir. Sürekli kadınla konuşuyor, hatta onların dili ile de bir şeyler söylediğini duydum. İşte o zaman tam olarak emin oldum aslında ne kadar tehlikeli bir casus olduğundan. 

Kuşun hain olduğunu anladığımdan beri onu korumak için yerden oldukça yüksek bir hücreye kapattılar. Oradan her şeyi gözetleyebiliyor, attığım her adımı onlara rapor ediyor. Sinir oluyorum, sinir... 



3 Ağustos 2012 Cuma

Bir Köğepin Hatıra Defteri

Cumartesi;
Sahiplerim bugün kuru mama aldılar. Kuru mama tornasının yırtılırken çıkan ses... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Pazar;
Bugün parka gittik. Koştum. Koşarken kulaklarımın kafamın iki yanına çarpması.ççç Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Pazartesi;
Akşam erkek sahibi benim okşadı kulaklarımı arkasını uzun uzun kaşıdı. Çok sevindim.. Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Salı;
Kadın sahibim sabah yürüyüşe çıkardı. Çimenlerin üzerinde koştum. Ben koşarken kediler benden kaçtılar... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Çarşamba;
Erkek sahibim topu attı ben de arkasından koştum, topu havada kapıp geri getirdm. Topun dişlerimin arasındayken çıkardığı tatlı gıcırtılar...  Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!.  

Perşembe;
Kadın sahibim bana iki tane kocamak kemik almış. Tazeciktiler.. Birini yedim. İliği hala içindeydi. Dİğerini bahçedeki köşeme gömdüm. Üzerine toprağı örterken kemikten yükselen kokular... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Cuma;
Evdeki huysuz kedinin bugün şirinliği üzerindeydi. Böyleyken çok seviyorum onu. Sanki benim küök kardeşim. Sahiplerimizi beklerken beraber uyduduk. Kedinin yanımda uyurken çıkardığı mırıl mırıl keyiflises... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 



Cumartesi;
Bugüm kadın sahibim mutfaktan bana seslendiğinde oturma odasında uyuyordum. Kuyruğumu sallayarak koştum. Yanında havlarken kuyruğumu öyle hızla sallamışım ki. Kuyruğumun havada hızla hareket ederken verdiği serinlik.... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 


Pazar;
Akşam yemeği... Kuru mamayı yerken çıkan kıtırtılar... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 


Pazartesi;
Kadın sahibimin sevdiği dizi filmi beraber izledik. TV önünde sahipimin dizinin dibinde uyumak. Arada banja uzattığı patlamış mısırlar... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Salı;
Sahiplerim yatakta onlarla uyumama izin verdiler... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Çarşamba;
Bahçede sakladığım kemiği yerinde çıkardım. Toprağı eşelerken çıkan sesler, yaklaştıkça kemiğin burnuma gelen kokusu... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Perşembe;
Sokaktaki saksıdaki kumları eşeledim çok eğlendim... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. ..

Cuma;
Hava çok sıcaktı, sahiplerimin eve gelmesini beklerken ayaklarımı su kabımın içine soktum. Kedi su sesini duyunca kaçtı. Ön patilerimdeki serinlik.. Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Cumartesi;
Kediyi evde bıraktık arabayla gezmeye çıktık. Başımı camdan uzatıp dıişarıyı koklamama izin verdiler. Burnuma gelen yüzlerce değişik koku.. Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 

Pazar;
Temiz hava çarpmış beni. Erkek sahibim öyle dedi. Bütün gün deri koltukta uyumama izin verdiler. Deriden yükselen çılgınca güzel koku... Yipppiiiii... En sevdiğim şey!!!!. 


Abartalım, Abartın, Abartsınlar

Aşk konusunda abartmalıyım:

Marka bir halıyı evimin tabanına serim, o halıyla yaşamayı aşktan da sütün bulmalıyım...

Gösterişte abartmalıyım:

Dünyanın en fakir ülkelerinden bir tanesine gidip, dönüşte valizimin içine koyduğum 50.000 TL değerinde mücevherlerim çalındığından ötürü aygın ve baygın düşüşümü kameralara göstertmeliyim.

Nobranlıkta abartmalıyım: 

En yeteneksiz olduğum bir konda iddialı sözler etmeliyim, sonra biri yeteneksizliğimi yüzüme vurunca hırçınlaşıp, ağlamaklı olmalıyım. 

Antipatik görünerek sempatik olmayı hayal etmeliyim. Hal böyleyken beni sempatik bulmayanlara kızgın görünmeliyim. 

Burnuma dayana kağıda baka baka bağırıp çağırmalıyım, kapalı kapılar ardında imzaladığım anlaşmalara harfiyen uymalıyım. Satmalı, savurmalıyım. Bağırırken hayli abartmalıyım. 

Azın da çok olabildiğini unutmalı başkalarını kıskanmayı bir halt olmak sanmalıyım. Herşeyin çokunu koymalı başkalarının yaptıklarını yok yere kıskanmalıi kendi kendimle asla yyarıaşa girmemeliyim. 

Abartmalıyım... Yoksa yakama yapışmış tevazudan kurtulmama mümkün olmayacak. abartayım, ortalığı gösterişler resmi geçidine boğayım. 

Ağdalı lafları aşk, görgüsüzlüğü şıklık, başkalarını el vermesi ile çıktığım yeri yeteneğimin zirvesi, antitapiyi sempati, bağırtı saçmayı  güç,,  başkalarının ürettiğini kıskanmayı, herkesi kendimle kıyaslamayı, her konuda otorite olduğuma vermeliyim, her şeyden çok fazlasını işime katmmanın sanat olduğunu sanmalıyım. 

Arkadaşlar yetersiz olduğumuz konularda kendini beğenmişlikte sınır tanımadığımıza dair bir hisse kapıldım gece, gece.. 

Rüyadır geçer dedim. 

Abartmışım. Geçmiyor... 


Kolaj: Pat Street - Azsia

2 Ağustos 2012 Perşembe

Geleceği Görmek

Geleceğe dair hayallerim var; her zaman gerçekleşmiyor, çoğu unutulup gidiyor. 

Bazen geleceği o kadar net görüyorum ki, kendimden korkuyorum. 

Geleceği görmek dedikleri bu olsa gerek. Mesela aşağıdaki resimdeki gibi insaları görünce başlarına geleceği önceden kestiriyorum. İşaretleri okumak ve geleceği bütün netliği işle görmek beni bazen ürpertiyor... 


Kedilerde Şeker Hastalığının Belirtileri

Kediler sevimli hayvanlar. Her birinin ayrı bir karakteri ve huyu var. Etrafta da çok sevimli, cana yakın veterinerler var; kedinize iyi davranıp karşısında şirinlikler yapıyor; hatta tırnaklarını kesiyor ve belki de yaz aylarında tüyleriniz traş ediyorlar. Ancak hastalandığında veterinerlere ne kadar güvenebileceğiniz ile ilgili kuşkulara kapılabilirsiniz. Yanınızda hasta kediniz ile veterinere gittiğinizde, sizi; olmadık biçimde korkutup, minik dostunuz için aslında gereği olmayan testlerden geçmesi için karar vermek zorunda bırakabiliyorlar. Para kazanmak için gereken her hamleyi sıraya diziyorlar. Bu minik canlıla riçin vakit önemli. Siz olan bitenin farkına varıncaya kadar büyük vakit kaybediyor minik dostunuz. Tüm veterinerle böyle değil elbette.. 

Bizim dilimizde hazırlanmış, hayvan sağlığı üzerine bilgilendiren internet sitesi ya da forumlar yok malesef. İnsan sağlığı farklı durumda değil ki hayvana sıra gelsin diyebilirsiniz. Hal bu durumdayken veterinere gittiğinizde  tamamen onun insafına kalıyorsunuz. Size bilmiyorum demiyor, sıralıyor da sıralıyor. Ancak yabancı dildeki sitelerden sahip olduğunuz ev hayvanının gösterdiği belirtilere bakarak en azından, o minik canlının hastalığı hakkında fikir sahibi olmanız mümkün. 

Eğer kedinizi karbonhidrrat ağırlıklı besliyorsanız, kuru mamaya dayandıysanız, sevimli, tombik bir canlı haline geldiyse diabet jastası olmaya aday olduğunu bilmelisiniz. 

Kediniz sekiz yaşını geçtiyse, aşırı kilolu ve hayli iştahlıysa... Kedilerde Şeker Hastalığını Belirtileri şöyle... 


1 - Kedi önce bir kusma dönemi geçirip, bir kaç gün boyunca mama yediğinde, su içtiğinde istifra eder.


2 - Bir kaç gün aç kalsa bile vücut ağırlığının yarısını bulan, hatta geçen korkunç kilo kaybına uğrar.


3 - Kusma dönemini geçirdiğinde normal yaşamına döner. Ancak su tüketiminde aşırılıklar başlar. Su kabına sarılır uyur, uyanır su içer. Sonra tuuvalete gider. İdrara çıkma sıklığı artar. 


4 - Kedi, vücutta depo edilmiş tüm yağları yakar. Yağ bütünce sıra kaslara gelir. Kedinin arka bacakları kuvvetten kesilir. Bir yerlere atlayamaz, yalpalayarak yürümeye başlar. 


Bu belirtilerden bir tanesini bile görüldüğünüde kedinizi mutlaka veterinere götürün ve şekerden kuşkulandığınız için kan testi istediğiniz mutlaka söyleyin. 


Tedavisi mümkün ancak paragöz, ya da cahil veterinerler bu sürprizi en sona saklayabilirler. Diabet kontrolü için ısrarcı olun. 

Kedilerde 3 çeşit diabet var. İnsanlarda olduğu gibi değil, dönemsel olabiliyor, tedavisi kolay. Kediniz sağlıklı görünümüne kısa sürede kavuşabilir. 

İnsülin tedavisi ya da ağızdan verilecek ilaç ile tedavi edebiliyorlar. 

Arka ayaklarındaki kasların erimesi esnasında sinirler zarar gördüğü için yürümenin normale dönmesi biraz zaman, sabır, B12 tedavisi ve egzersiz vapılmasını gerektiren bir dönemi şart kılıyor. Teşhis olduktan sonra korkmayın, ancak ihmal de etmeyin.

Bir de minik dostunuzu veterinere götürme alışkanlığınız varsa sorular sormaktan çekinmeyin, her bir hastalığına dair detayları, neden o tedavi yöntemini seçtiğini anlatmasını isteyin. Sürekli soran kişiye karşı daha dikkatli oluyorlar. Ya da en azından siz sorularınıza tatmin edici yanıt alıp almadığınıza bakarak veterinerinize bağlılığınızı sorgulayabilir, yeni ve işinin ehli bir veterineri bulmayı deneyebilirsiniz. 



1 Ağustos 2012 Çarşamba

Sürçüyor.. Artık Elimde Değil...

Dil sürçmesi olayına kaptırdım iyiden, bakalım bu heves ne zaman dinecek :)

Haşlamak Pişirmenin Yarısıdır
Sakla Zamanı Gelir Samanı
Ben Bilmem Beynim Bilir
Sinir Prizinin Eşiğindeki Kadınlar
Nebahat Çerçeve
Şükran Toray
Edip Hun
Kel Mahkum
Sülfürükten Teyyare
Damacana Geleceğine Mala Gelsin
Onu Öyle Temizler, Peynir Ekmek Yemezler
Uyduramadın Tavasına
Koyun Can Derdinde Kasap POS
Pire Sütü Var mı Sizde? (Kadın beyaz eşya dükkânına “Press Ütü” soruyor)
Tost Makinesi Var mı? (Adam bankadan P.O.S. cihazı soruyor)
Sabotajların Kaldırılması
Kabataş Bayramı
Demokrasilerde Fare Tükenmez
Nebatat Çehre
Yalanır Yutulur Gibi Değil
Yukarı Tükürsem Sakal, Aşağı Tükürsem Bıyık (Adam amuda kalkmış tükürmek istiyor)
Bir Eli Sağda Bir Eli Solda
Yediği Önünde Yemediği Markasında
Yemediği Malt Kalmadı
İşi Dolmuşa Sürme
Dokunmayın Bana, Eşref Vaadim Geldi… Eşref Vaadi?
Af edersiniz Halat Kaç?
Çok Maharat Bir Kadın
Kum Havuzunda Karga Olanın Burnu Boktan Çıkmazmış.
Ne Berbat Çehre
Göz Sanılsaması
Kaba Fatma
Sana Kırmızı Fok Yakışıyor
Hatırı Sanılır Bir Kişi
Katırı Sarılır Bir Başka Kişi
Okeye Döndürücü Aramıyor
Üç Beş Sekiz’e Sekizinci..
Modem Kireç Tutmuyor
Sabahat Sende
Bu Konuda Rakip Taramam
Tek Üzen Hesap Planı
Et Sota
O Çok Kanar Döner Biri
Hayvan Kirli
Bunu Zan Temizler
Bu Gaf Kavgada Denmez
Boşa Koysam Almıyor, Doluya Koysam Salmıyor
Lüp Diye İçine Çek Beni
Bakarsan Bal Bakmazsan Lâl Olur
Mayonezli Gevrek
Gevrek Buğulama
Tüyomda Gördüm Seni
Yer Selması
İşte Bu Konuda, Fikir Ayrı Dağı’na Düştük
Nerde Çokluk Orda Tokluk
Böğrü Kabahatından Büyük
Allah Sulu İftiradan Saklasın
Söverken Ağlattı beni
Üzüm Üzüme Baka Baka Taranır
Cin Ekolog