31 Aralık 2012 Pazartesi

İyi Seneler...

Son basamağı çift sayıyla biten yıllar en sevdiğim yıllardan değildir. Bu sene bittiği için mesudum desem abartmamış olurum. Yarın olsun diyorum yani..



Geçen yıla girerken Madchen Mit Plan şarkısı çalıyordu bir yerlerde. Şarkıya veda etmenin tam sırası.







27 Aralık 2012 Perşembe

Bugünkü Şarkı: Dön Bana

Cem Özkan'ın ilk albümünde boş şarkı yoktur. Ama "Dön bana" şarkısı içlerinde en beğendiğim şarkıdır.




26 Aralık 2012 Çarşamba

Çiçek Kokan Odalar

Bir odaya ilk girdiğimde sırası ile, pencerelere, duvarlara, sandalye ve koltuklara, duvar asılı resim ya da objelere bakarım. Girdiğim odada birisi varsa sıra bozulur; ilk önce onun yüzüne, ellerine ve sonra pencerelere, duvarlara ve diğer şeylere bakarım. İnsanlar odanın önünde geçer, sıralamam değişir. Sıralamamı bozan bir diğer şey de canlı çiçeklerdir. Girdiğim odada çiçek varsa, çiçek kokuları odaya attığım ilk adımda gelir burnuma. İnsanı canlandıran, neşelendiren, tazelik yüklü çiçek kokuları ile beklemiş çiçeklerin kokuları farklıdır. Girdikleri vazoda günlerce beklemiş çiçeklerin kokuları hafiften bir hüzün kokusu salar odaya. Çiçekten fazla anlamam, hediye edilecek bir buketin içindeki çiçeklerin manalarını bir yerlerden okumadıkça anımsamam güçtür. Dahası çiçek isimlerini de pek bilmem. Aklımda tutabildiğim görüntüleri ile eşleştirebildiğim çiçek isimleri; nergis, papatya, gül, karanfil, gelincik, zakkum, orkide ve kasımpatıdır. En sevdiklerimden olan zambağı gördüğümde "lily" kelimesi daha evvel gelir aklıma. En sevdiğim çiçek ismi ise kasımpatıdır. Patadanak bitmesi hoşuma gidiyor olabilir, emin değilim. Dafodil ve oleander ise türkçe isimlerini aklımda tutmayı asla başaramadığım çiçekler. 

İsmi ne olursa olsun bir odadan içeriye girdiğim vakit eğer içeride çiçek varsa görüş alanıma girmeden daha içeride çiçek olduğunu hissederim. Gözlerim nerede olduklarını bulmak için gezinir etrafımda. Çiçekleri gördüğümde ise isimlerini hatırlamaya kalkışmam zaten, zarif kokularının burnumdan içeriye girmelerine izin veririm. Odada çiçeklerin olduğunu bilmek beni sanki biraz daha hafif, biraz daha neşeli, biraz daha umursamaz yapar. 

İlk kez gittiğim bir eve mutlaka çiçek götürmeye çalışırım, çiçeklerin havadaki gerilimi azalttığına, kokuları ile insanın kimyasına olumlu etkileri olduğuna inanıyorum.  Geçenlerde davet edildiğim bir evet basit bir demet çiçek ile gitmiştim ilk kez. Evin hanımı yapılan bu jestten çok mutlu olmuştu anlaşılan; bir kaç hafta sonra bir grup arkadaş aynı eve bir akşam üzeri gittiğimizde ilk gidişimde götürdüğüm buketi kurutmuş gelenlere bakın bu çiçekleri Vladimir getirmişti, diyordu. Sanırım çiçekler ile yapılan jestleri unuttuk. Odaları kendi kendine çiçeklendirmeyi düşünecek hal kalmadı insanlarda. Bugünlerde odalarda canlı çiçekleri pek fazla görmüyoruz.  

Ama yine de ne zaman .çiçek kokan bir odaya girsem, gözlerim bütün sıralamalarımdan vazgeçip illaki doğanın bu zarif süslerinin bulunduğu köşeyi arayacak biliyorum. 



25 Aralık 2012 Salı

Sabah Yalanları

Epeydir sabah ekranına göz atmıyordum. 

Saygıdeğer bir bakanımız "Türkiye'deki basın AB ülkelerindeki basından daha özgür" diyordu. "Nasıl yani?" dedim kendi kendime, rüyadayım sandım, gözlerimi iyice, hatta  irice açarak ekrana bakmaya devam ettim. Bu sefer aynı sözler alt yazı olarak geçmeye başladı. 

Kanal değiştirdim. 

Aldatma üzerine bir program yapılmak üzereydi, konuşmacı konuk saçının teline kadar örtünmüş, iğreti oturan bir kadındı: Ağzını açtı, ağzından dökülen kelimeler duruşundan da iğreti idi. Kadın erkek ilişkileri ve aldatma üzerine girişeceği konuşmanın ilk cümlesinden konuyu her hangi bir mantık kaidesine oturtamayacağı belli oldu. 

Kanal değiştirdim.

Spiker telefonlarının dinlendiğinden şikayetçi olan bir vatandaşın haberinin üzerine kendi görüşlerini belirtiyordu. "Koskoca ülkemizin her şeyini yöneten Sayın Başbakanımızın Ankara'daki, İstanbul'daki Makamları dinleniyor. Hadi bundan geçtim evinin alt katındaki ofisi dinleniyor. O eve kim girip çıkıyor bir düşünün, Emine Hanım, dört tane yavrusu (yavru dedi, yeminle) ve bir kaç tane ahbapları en fazla. Bu dinlemeleri yapan derin kulaklar var. Sayın Başbakanımız dinleniyorsa korkulur valla korkulur" Spikerin sözleri aynen böyleydi. Telefonla yapılanlar dahil her tür konuşmanın dinlenmesini adeta öcülerin yaptığı, kaçınılmaz, ama boyun eğilmesi de gereken ama düşünülünce de zararsız, olağan eylemlerdenmiş gibi göstermek üzere üzerine düşen görevi yapar gibiydi Avrupa Birliği ülkelerindeki basından daha özgür basınımızın özgür üyesi.

Televizyonu hepten kapattım.

Epeydir sabahları TV açmıyordum. Sebebini bu sabah zaplaması sırasında anımsadım: palavraya karnım tok artık. İstemiyorum yalan dinlemek. Bunlara karnım tok ise de, güzel müziğe her zaman açım.

Anima'dan "Yağmurla Gelen" şarkısını ilk dinlediğim anda sevmiştim. İlk ve bildiğim kadarı ile tek olan bu albümlerinde yer alan söz konusu şarkının uzun bir introsu var. Son çalıştığım iş yerinde, öğle tatillerine bu şarkıyı introsu ile çalardım arada. Çocukların girişteki gitar sololardan ve mızıka nağmelerinden sinirlerinin bozulduğunu bir kaç çalıştan sonra anladım. "Bu bizim birimin marşı olsun arkadaşlar" dedi çocuklardan biri fısıldayarak bir diğerine, oradan geçerken işittim; "Marşı müteakip Kordon boyunda bileklerimizi keserek toplu halde intihar girişiminde bulunalım" demeden duramadım ben de. "Müdür bey yani o manada değil" diye kıvırtmaya çalıştı uzun boylu olanı. Akıllı çocuktu, toparlayamadıysa da güldüm. Zorla insanlara şarkı beğendirecek değildim ya, dışarı çıktım.

Anima'dan "Yağmurla Gelen" isimli şarkıyı sizler için çalıyorum, siz beğenin ama. Oldu mu? ;)


24 Aralık 2012 Pazartesi

Bazen; Bir Şarkı

Dikkat ettim de, yıl sonuna yaklaştığımda daha fazla video ve şarkı paylaşmaya koyuluyorum.

Nev'in bu şarkısını ilk çıktığında hiç anlamamış, dahası beğenmemiştim. Karman çorman bir düzenleme içinde melodisini yitirmişti. Seneler sonra; sade ve sadece piyano eşliğinde söylediği bu versiyonunu ise sevdim. Kulak vermenizi dilerim ;)





23 Aralık 2012 Pazar

Kanguru ve İletişimsizlik


James Cook, 1770 yılında gemisindeki bir arızanın giderilmesi amacıyla, Avustralya'nın Kuzey Doğu kıyılarına demir atmak zorunda kalır. Kıyıya çıktıklarında oradaki insan boyundaki iri kuyruklu, sıçrayana yaratıkları ve sahilde barış içinde vakit öldüren aborjinleri görürler. Aborjinlere ilk kez gördükleri hayvanları işaret ederek;

- "Nedir bu?" diye sorarlar.

Aborjin istifini pek bozmadan yanıtını verir:

- "Kanguru"

O tuhaf hayvanın adı kanguru kalır. 

Hayvanın garipliklerinden bir tanesi de geri geri gidememesi, arkasına dönüp geldiği yolda geri dönemesidir. Bir kanguru geri dönmek için ilerlemeli, bir daire çizmelidir.

Kangurunun ismi ile ilgili en garip şey de şudur.

Aborjin dilinde "Kanguru" aslında "Bilmiyorum", "anlamadım" manasına gelen bir sözcüktür. Aborjin karşısındaki tuhaf insanların sorusundan bir şey anlamamış başlarından savmak için anlamadığını dile getirmiştir yalnızca.

Bu hikaye yıllara anlatıldı durdu.

Aborjinlerin konuştuğu dillerden olan "Guugu Yimidhirr" dilinde "gangurru" isimli bir kelime olduğu ve bunun da kanguruların bir türüne verilen isim olduğunu ise yüzyıllar sonra anlaşıldı.

İletişimsizlik bazen yüzyıllar sürebiliyor mirim. 






Meraklısına Linkler;

20 Aralık 2012 Perşembe

Sail

Şarkı: Sail
Grup:Awolnation

Bu şarkının iki video klibi var ikisini de beğeniyorum bu ara. Şarkı videosu kadar ilginç değil. Bir de resmi videosu alttaki versiyon kadar enteresan değil.. Garip bir durum :)




Bu klibin ekstra görüntülerinden de videoyu kaydederken ne kadar eğlendiklerini görmek mümkün. 

19 Aralık 2012 Çarşamba

Bugün Bir Konuğum Var

Şiiri bir arkadaşım yazdı, okur okumaz sizlerle paylamak istedim. Umarım beğenirsiniz.  

Ve Yağmur İlk Önce...

Sizi ilk kez, kaçırdığım otobüs için hayıflanırken görmüştüm.
Öyle çok hayıflanıyordum ki.. kesinlikle gözlerim
yere düşmüştü.
İşte tam o anda siz kediyi sevdiniz. Ben sizi gördüm.
Elleriniz kediyi seviyordu.
Elleriniz...
Ben sizi görmüştüm siz bilmiyordunuz.
Otobüs durağının üstünde biriken su damlaları saçlarıma düştü.
Saçlarım...
Siz o anda beni gördünüz.
Gözlerinizden biraz borç almak istedim.
Gözlerinizi toplayıp biraz yıldızlara vermek istedim.
Gözleriniz öyle çoktu ki. Yıldızlardan daha çok.
Gözleriniz ..
Yağmur yağıyordu. Sokak kalabalıktı.
Siz oturduğunuz yerden kalkıp yağmura doğru yürümeye başladınız.
Elleriniz cebinizde.Yağmura doğru yürüdünüz.
Ben arkanızdan size baktım. Kedi arkanızdan size baktı.
Sizi ilk kez gördüğümde yağmur yağıyordu.
Ve yağmur ilk önce yüzüme sonra kalbime düşüyordu.


Yazan: Ayşe Pınar


18 Aralık 2012 Salı

Bir Şarkı: Neredesin?

Nükhet Duru'nun kimi şarkılarını beğenmişimdir, ancak o beğendiğim şarkıları da asla ön plana çıkmamıştır. Mesela "Neredesin?" isimli şarkısı, mükemmel bir Atilla Özdemiroğlu bestesidir, hatta bir bölümü Fahriye Abla filminde kullanılmıştır. Ancak nedense içinde yer aldığı "Sevda" (1985) albümünde oynak şarkıların gölgesinde kalmıştır.

Biz şarkıya kulak verelim. :)




11 Aralık 2012 Salı

Fotoğraftaki Son Kıpırdanış

Eski eşya ve kitap satan yerlerde eski fotoğraf avına çıkmayıs eviyorum. Yıllardır 100 adede ulaşma niyeti ile uğraşıp duruyorum. Son topladıklarım düğün ve toplantı resimler. Toplamış oldupum onlarca fotopğrafın içinde "Mantık Evlilikleri" adını berdiğim bir dizi oluşmaya başladı. En çok bu başlık altındakileri seviyorum. Bir düğünde herkes sol tarafa bakmışken kadının tekinin gözlerini objektife dilmiş bakıyoır olması çok hoş mesela.

Fotoğrafların içinde saklı detayları bulmayı seviyorum. 

Fotoğrafın içindeki o son saniye kıpırdanışlarını, istem dışı garketleri yani güzel fotoğraf diye adlandırılan neyse o güzelliği bozan aksiyonu seviyorum.


5 Aralık 2012 Çarşamba

Diplomasız Mühendisler

Yirmi Birinci Yüz Yılda yaşıyoruz. 

Artık develer tellal, pireler de berber değil. 

Dahası masalların sonunda gökten elma yerine "Sputnik" isimli uydular düşüyor. 

Çağdaş masallar ayaklarını bu denli yere değdirmişken bizler; fazlası ile işitmekten ruhlarımızın tenhalarında maya tutmaya başlamış, Aralık ayının 21. gününe dair kıyamet teorilerini zihnimizden defetmeye çalışıyoruz. "Olmaz" diyoruz, "saçma" diyoruz, eminim ki dışından bunları deyip de içinden "ya olursa" gazına gelerek,  Selçuk'taki şirin mi şirin kasabaya malum gün için rezervasyon yaptırmış olanlar da var. Diyelim ki haklı çıktılar, kuyruğu sıyırdılar, bir tek kendileri kurtuldular. Onlara şunu sormak istiyorum: "Ya sonra, ya ertesi gün, koskoca Dünya bir tek size kalınca can sıkıntısını gidermek için ne yapacaksınız?" Umarım tedbirlerini almışlardır yoksa kimse sıkılsın istemem. Ama bir tek, mühendislerimiz azıcık sıkılsınlar, zorluklardan ilham alsınlar ve hayatı kolaylaştıracak fikirler üretsinler isterim. Dahası şahane fikirlerini hayata geçirsinler isterim. Üstelik bu konuda yalnız olmadığımı da düşünüyorum. Mesela büyük şehirlerde yaşayanlarımız diplomalı mühendislerin yağmurda göllenmeyen kaldırımları ve caddelerini icad etmelerini ve on, on beş yıla kalmadan (elli de olabilir bu hızla) artık hayata geçirmelerini ümid ediyorken, küçük yerlerde yaşayanlarımız belki bu işten ümidi keseli çok zaman geçmişken, hayal kurmamızın sonu gelmiyor; çoğumuz yerli malı mühendislerimizin, yerli malı arabayı icad etmesi ve üretmesi için dua ediyoruz. 

Yani şu 21 Aralık geçince Allah rızası için biriniz icad edin göllenmeyen caddeleri, kaldırımları hele bir de taşmayan kanalizasyonları, ufacık bir yağmurda selleşmeyen kanalizasyon sistemine de bir el atıverin artık, araba mı yapacaksınız onu da yapın, bir şeyler yapın lütfen, salla başı al maaşı devri değil devir.     

Biz dualarımızı ede duralım, mühendislerimiz göllenmeyen yollar ve benzerleri için güzelim kafalarını yora dursunlar; diplomasız mühendisler kendi inşaatlarını şaşmaz bir titizlikle, yeniden, yeniden sürdürüyorlar. 



4 Aralık 2012 Salı

Su Taranır mı?

Ebru sanatı konusunda hayli bilgisizim. Özel hazırlanmış suyun üzerine gelişi güzel damlatılan boyalar ile oluşan şekilleri bir kağıda aktarmaktan ibaret sanırdım bu sanatı; ta ki geçtiğimiz Pazar gününe kadar. Kitabımı okuyan bir ebru hocası beni atölyesine davet etti. Bir arkadaşım iki yıldır o atölyeye devam ediyor. 

Atölyedekilerin minik bir şakası ile başladı pazar sabahım. Gelen her konuğun resmini atölyedeki mavi gözlükleri taktırarak çekerlermiş. Hoş bir koleksiyonları oluşmuş böylece. İlgin. bir fikir. Her yaştan yetişkin fotoğrafı yanında, çocuk ve bebek resimleri de var arşivlerinde.

Eğlence benim için yerini hayrete çalışma bölümüne geçip de duvardaki ebru örneklerini görünce başladı. Belleğimdeki ebru bölümündeki resimlerin hiç birisi ile örtüşmeyen eserler duvarları süslüyordu. En beğendiklerim sanki egzotik desenlere sahip ipek kumaşları gelişigüzel katladıktan sonra fotoğraflanmış gibi olanlardı. Sonra ağç gövdesine resim yapıldıktan sonra fotoğraflanmış gibi duran, ardından sanki bir başka dünyaya ait yaprakların üzerinde ilerleyen tırtılı andıran, hele hele bir yılan derisine benzeyen... Hangi birisini söylesem. Fotoğraflamayı akıl edemeyecek denli dalmışım etrafı izlemeye. Boynuma bir önlük geçirdiklerinde aklım başıma geldi. Kolları sıvadım, eldivenleri giydim. Aldım fırçayı elime, başladım suya yazmaya. Şu kadarını söylemeliyim ki; hiç göründüğü kadar kolay değil ebru yapmak. Ancak inanılmaz keyifli bir o kadar da huzur verici.  


Konuya yabancı, beceriksiz ellerle su bu kadar taranır azizim. :) 

Not: Yaptığım ebrular kurusun, bir şeye benziyorlarsa fotoğraflarını koyarım buraya. Yoksa açmam bir daha bu konuyu.

29 Kasım 2012 Perşembe

Havada "İs" Sesi Var

İs sesi olur mu demeyin, bal gibi de olur.

Burak Pekün daha önce;

"Sadece kendimi paylaşmak...
Müziğe dökerek anlatabilmekti içimdekileri...
Kendimi kendime anlatışımdı kaygısızca
Tüm endişe ve beklentilerden uzak..."

"Bu düşünceyi gerçekleştiren; Yeteneğini, içtenliğini "kalbini" benden esirgemeyen Fatih Erkoç'a, belki aynı kandan değil ama aynı candan olduğumu hayatımın her anında hissettiren, beni kendime anlamlı kılan Aziz Şenol Filiz'e, kalbinin parmaklarının ucunda attığına inandığım, insanlığı ve inancıyla bana her zaman destek olan Semih Erdoğan'a, her an yanımda olup beni daha güçlü kılan müziğin gerçek sahiplerine; Canım Şenova Ülker ve biricik Levent Altındağ'a, yaşamdaki duruşu ile "olabilmeye çalıştığım"gerçek bir beyefendi sevgili Eduard Aris'e, gönülle yanımızda olan değerli Erdal Akyol ve Pınar Duruk'a, yaşadığım hergün eksikliğini daha çok hissettiğim değerli hocam Feridun Baydar'a, varlığıyla dünyayı ve dünyamı güzelleştirmiş olan buram buram özlediğim Doğan Kınık'a attığım her adımda yapabileceğimiz şeylerin çokluğunu gördüğüm,beni erkenden bırakıp giden değerli hocam George Kirşef'e, dünya ile gördüğüm en barışık insan Cüneyt Şahin'e beni sevgisiyle onurlandıran Ömür Göksel'e, Oğlu olduğum için Allah'a şükrettiğim, bana hayatından veren canım babacığım Ünsal Pekün'e ve ağır yalnızlıklarmı paylaşan, herşeye rağmen beni hiç (ve tek) terk etmeyen canım kedim "Sonradan Gelen"e... Yaşattığı mutluluk ve üzüntülerle içimi müziğe dökerek kendimi ifade etmeme neden olan tüm sevdiklerime... Bu hayatta tanımış olmanın mutluluğunu duya duya... Sevgiyle..."
 
diyerek annesine şthaf ettiği "İskele" isimli albüm ile merhaba demişti gerçek müziği özleyen müzikseverlere. Sene 2009 idi.
 
Daha dinler dinlemez tüm zamanların en beğendiğim Türk Malı albümlerinden bir tanesi olmasına karar verdiğim sıkı mı sıkı, heyecan verici bir çalışma çalışmaydı.
 
Şimdi sene 2012 ve Burak Pekün "İs" isimli albümü ile müzikseverlere merhaba diyor.
 
 
Burak Pekün bu defa yanına; Fatih Erkoç, Erdem Sökmen, Melis Sökmen, İsmail Soyberk, Şenova Ülker, Hasan Cihat Örter, Cem Aksel, Erkan Hadimoğlu, Serdar Basrçın, Gür Akad gibi isimleri alarak kaydetmiş parçlarını. (Enstrümanları ve sesleri ile albüme dahil olan isimlere bakar mısınız lütfen!) Daha ilk parçadan çekip alıyor dinleyeni içine, her bir ses yerli yerinde kullanılmış, sade abartısız düzenlemeler ve dahası çoktandır ihmal edilmiş her ne varsa müziğe dair, bu albümde yerini bulmuş. Yani şarkılarda melodiler var.
 
Havada İs sesi var, "İskele"deki "Yıllarca"ya kulak kabartmaya ne dersiniz.
 
 

 


Meraklısına Linkler;
 
 





28 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Alamet

Aşağıdaki resim alametlere dair minik bir şaka olsa da, küresel ısınma tepemize asılı tehlikelerin en önemlilerinden bir tanesi. 



26 Kasım 2012 Pazartesi

Kitap Fuarın'dan Edindiğim Kitaplar

Fuar'ın uzak oluşu hayli bezginlik yarattı. Vardığımda yorgun olduğum için, gezmeye pek fırsatım olmadı. "İmza:Kızın" merakla beklediğim bir kitap olduğu için fuardan evvel edindim. Metrobüs yolculuklarımda okuyarak bitirdim. Hüzünlü, huzurlu bir kitap. Yıllarca naımsanacak bir proje. Emeği geçenleri temrik ediyorum. 

Fuarda edindiğim kitaplar şunlar:

Discovering China
Stries from China: Han, Wei and Six Dynasties
When Movies Mattered - Dave Kehr
Tuğla - Murathan Mungan
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın - Jonathan Safran Foer
Tanrı Olmak İteyen Otobüs Şoförü - Etgar Keret
Gazze Blues - Etgar Keret & Samir El-Yousef+
Şarkı Okuma Kitabı - Bülent Somay
Camdan Mezbahalar - İzzet Yaşar

Bir de resme girmeyen Yelda Karataş'ın Safran Çiçeği isimli kitabı var.

Çin'in milattan önceki dönemlerinde yazılmış öyküleri içeren antoloji çok ilgini, hayalet öyküleri ve diğer varlıklar, günlük olaylar ve tarihi gerçekler ile harmanlanıp çok sade bir dille aktarılmış. Çin klasiklerine yabancı olduğum için eksiklik hissediyorum. Büyük bir okyanus var önümde, bir kenarından daldım bakalım nereden çıkarım.

Film eleştirileri ise film okumalarımı her zaman dah azenginleştirmyi başarmıştır, farklı nüasnlar dikkatimi ilk bu tür yazılar sayesinde çekmeye başlamıştır. Şimdi ise büyük keyif alıyorum bu tür inceleme yazılarından. 

Murathan Mungan alınmazsa olmazdı, Etgar Keret'in ise bu iki kitabı bende yoktu. Hoş Gazze Blues'un ona ayrıılan kısmı önceki kitaplarında yer alan öykülerinden oluşturulmuş ama bir öyküsü ile de olsa farklı bir yazarı tanımamı sağladı. 

Filmini izlediğim "Aşırı Gürültülü...." ise, filminden kat kat iyi, görsel yönü sinemaya yapılan uyarlamasında daha zengin. Tabi ki filme aktrarırken zaman faktörünün her zaman lehte işlemediğinin farkındayım.

 Şarkı Okuma kitabı bir solukta bitti. 

Camdan Mezbahalar'ın eğlenceli, esprili dili ile ülkemizin yakın geçmisişinden gayet tanıdık, sıradan ya da göz ününde olsun insan tiplerini hicvedişini çok sevdim.

Fuarla birlikte aldığım kitapları okumam da biti. 

N'apacağım ben şimdi?



Düşünemiyorsanız....

Pazartesi, Pazartesi sizleri düşünmeye davet ediyorum.

Öyle bir ülke düşünün ki; 
- Taklide ve aşırmaya "avangard", 
- Manasızlığa "deneysellik",
- Kötü işlere "fantastik",
- Müptezelliğe "özgünlük",
- Yalan dolanla servet yapmaya "iş adamlığı",
- İlkesizlere "örnek adam"
- Aynı soruya her defasında birbirine benzemez yanıtlar vermeye "girişimcilik",
- Akıllara zarar işler yapmaya "ezber bozmak" denilsin.

Düşünemiyorsunuz değil mi?

Ha, ha, ha!!!...

Düşünemiyorsunuz, o halde yoksunuz!

Böyle bir ülke olduğunu, hele hele o ülkede var olduğunuzu düşünecek olsanız yandığınız resmidir zaten. 





16 Kasım 2012 Cuma

Yarın İlk Kez

Tüyap, İstanbul Kitap Fuarı'nın ilk gününde - 17 Kasım 2012 Cuöartesi günü - 2. Salon 212/a Kanguru Yayınları'na ayrılan standda, saat 14:00-16:00 arasında benim için bir ilki büyük bir heyecan ile gerçekleştireceğim. :) 

Ne olduğunu sormayın lütfen :)  



14 Kasım 2012 Çarşamba

Hayat Ne Garip? Işıklar, Astronotlar Falan...

Dünya'da gece iken astronotlar ne görür? Peki ya gelecekteki astronotlar ne görecekler?






Hepsi Aynı mı?

Karısı yanlış zamanda yanlış yerde karşılaştığı bir sokak serserisi tarafından öldürüldüğünden beri yazar Paul Benjamin artık yazamaz olmuştur. Tıkanmıştır. Öykülerin kenarından geçer, farketse de dokunamaz onlara. Brooklyn'de 3. Sokak ile 7. Cadde'nin köşesinde, müdavimi olduğu bir tütün dükkanı vardır, her gün oradan sigara satın alır. Dükkanı işleten adama adını sorduğunda, adam Auggie Wren ismini uydurur.
 
Auggie Wren'i tanıyanlar onun her sabah dükkandan çıkıp, hava ne olursa olsun, caddenin karşısına geçerek saat tam sekizde, dükkanın resmini çektiğini bilmektedir. Hayatının projesidir bu garip eylem. Çektiği fotoğrafların sayısı dörtbini geçmiş ve albümler dolusu olmuştur. Her bir karenin altında çekildiği günün tarihi yer almaktadır. Auggie Wren hep aynı resmi çekmektedir.
 
Auggie bir gün albümlerini gösterir Paul'e. Yazar resimlere hayranlıkla bakar.
 
- "Bunların hepsi aynı" der.
 
Tütüncü fazla hızlı baktığını, böyle yaparsa bir şey analayamayacağını anlatır:
 
- "Bunlar aynı değil, hepsi farklı, sen dikkatle bakmasını bilmiyorsun."
 
Yazar dikkatle baktığında Auggie'nin ne yapmaya çalıştığını anlar.
 
Dükkan hep aynıdır, yoldan geçenler mevsimler, bitkiler, yerlerdeki karolar, her şey ama her şey yerinde durmaktadır. Dükkanın vitrini bile erli yerindedir.




Smoke; Paul Auster'ın senaryosunu yazdığı ve Wayne Wang'in yönettiği ancak yazarın da adı geçmese de filmde yönetmen olarak parmağının olduğu, yönetmenliği denediği ilk film. Yapım yılı 1995. Filmin finalinde Paul Auster'in bir öyküsü yer alıyor. Gördüğü ilgi üzerine aynı sene Smoke'un devamı da çekildi. ismi: Blue in the Face. Paul Auster 1998 yılında Lulu on the Bridge,  2007 yılında The Inner Life of Martin Frost filmlerini yazdı ve yönetti. 

13 Kasım 2012 Salı

Maria Rita Epik'ten Bir Şarkı

Maria Rita Epik'in ilk albümünde yer alan bir şarkıydı bu. Severk dinlediğim Türk Pop Müziği şarkılarındandır. Videosunu çoğunlukla sizlerden gelen fotoğraflar ile oluşturdum. Umarım beğenirsiniz. 




12 Kasım 2012 Pazartesi

Gölge Falı Maceramın Son Aşaması

Kitabın hazırlık aşamasında kapağı ilk önce Tijen arkadaşım tasarladı. Öykülerden birinde gizlenmiş olan meleği yakaladığı için nasıl mutlu olmuştum anlatamam. Sonra ilk yaptığı kapaktaki renkleri azalttı ve turuncu tonlar o meleğe çok yakıştı. Sonra, her işte olur ya bizimkinde de pürüz çıkmazsa olmazdı. O kadar beğendiğim melekli kapak olmadı, kısa zamanımız kalmıştı başkasının hazırlayacağı kapakla uğraşamazdım. Oturdum kendim birkaç tane kapak hazırladım. Çocuk, El ve Bacaklar isimleri ile özetleyeceğim üç kapak arasında kararsız kalmıştım aslında. Yine de bütün seçenekleri yaklaşık 30 kişye sundum. Gelen yanıtlardan "Bacaklar" adını verdiğim kapağı seçmem kolay oldu. Kırmızı perdenin altından görünen bacaklar çoğunun ilgisini çekmişti.

Kitap tanıtımında elediğimiz kapaklar, kitabın asıl kapağı ve sonradan kitap kapağının parodilerini yaptığım resimlerden hazırladığımız afişleri, Kanguru Sanat Merkezi'nde toplantının yapılacağı yere sıra sıra astık.





Yaptığım afişlerden bir tanesinde, kitabın içeriğini yemek tarifi gibi anlattım. Toplantımıza Aydın Şimşek'in açılış konuşması ve afişte yazılı olanların okunması ile başladık. 



Gölge Falı'na Bir Bakış:

Malzemeler:
Saklanan bir çocuk,
Yıllarca gizlenmiş bir melek,
kaybedenlere adres soran bir kayıp,
Hatıralarını ütüleyen bir ev hanımı,
Tüm suretlerini yok etmiş bir kadın,
Yüzlerdeki gölgeleri okuyan bir adam,
Falında çıkan kadını bekleyen bir talihsiz,
Bir rüya koleksiyoncusu,
Kuyruklu yıldız bekleyen bir genç,
İçinden tren sesleri geçen bir korkak,
Adresini şaşırmış bir mektup,
Evlerinde gönüllü hapis insanlar,
Dİkenli teller,
Menekşeler,
Unutulmuş çocuklar
ve karamel kokan bir ada.


Hazırlanışı;
Hepsinin üzerine bir tutam zaman ekleyin...
Karamel kokuları gelmeye başladı mı burnunuza?
Kürdili hicazkar bir şarkı koyun kasetçalara, ya da Alpay'dan Çürüyem Otlar'ı ve rahat bir koltuğa yerleşin güzelce.
Yanı başınızda bir kadeh kırmızı şarap vardır umarım.
Işıkları da azaltın en iyisi.
Açın Gölge Falı'nın on birinci sayfasını...
"Mazide kalmış kentleri, bir daha görmeyeceğin insanları unutmanın zamanı geldi..."


Epeydir topluluk karşısında konuşmamıştım... aslında masa arkasında oturarak ilk kez konuştum. İyi fikir değilmiş hemen anladım. Blog dostlarımdan Lezzetli Geziler, Mavikalemdekiler, Ege Mavisi, Tutsak oradaydı. Tutsak ile bu vesile ile tanışmış oldum.
Beni dinlemeye gelenler arasında Melih Ergen, Emel Kayın ve Tülay Güzeler gibi yazarlar ile çiçeği burnunda yazar arkadaşlarım Turan Horzum ile Evrim Ocakçı da vardı. Senih Özay'ın toplantı başladıktan kısa bir süre sonra kendine özgü tavırları ile salona girmesi sürpriz oldu. Çoğumuz onu Gupse Özay'ın (Yalan Dünya'nın Nurhayat'ı) babası olarak biliyorsunuz.
Salonda eski dostları, yeni ahbapları görmek, tanımadığım insanlarla karşı karşıya gelmek çok keyifliyfi.

Öykülerimden bir tanesinde Sevim Burak gizliydi. Konuşmanın bir yerinde Mavikalemdekiler onu yakaladığını söylemesin mi? Nasıl mutlu oldum. Heyecan, meyecan kalmadı o dakikada.

Keyifli bir konuşma oldu. Önceden yazmak nedir, neden yazılır başlıklı bir konuşmam vardı. Ancak aynı yerde dah abir kaç hafta önce Melih Ergen'in aynı başlıklı bir konuşması olduğunu öğrenince hele de kendi karşısında aynı konuya girmeye kalkışmadım. Serbest bırakınca bence daha iyi oldu.

Sorular güzeldi, daha rahat solu alıp vermeme neden oldular en azından.

Neden yazarız nereden hareketle yola çıkar once öyküye geldiğimde bir sırrımı açıkladım.

Ben öykülerimi fotoğraflara, resimlere bakarak yazıyorum.

Mesela aşağıdaki fotoğraflardan 13 öykü çıktı.




Bunlardan da 15 öykü...




Sıra kitaplarımı imzalamaya geldiğinde, imzaladığım her kitabın içine bir zarf verdim, içlerinde birer kartpostal vardı. Her birinin ön yüzünde bir öyküme ilham vermiş resim arka yüzünde ise kitap kapaklarımın parodisi ve kitaptaki tuhaf rus yazar V. Paskov'un şimdili hayali kitaplarının birer kapak resmi vardı.

Heyecandan mıdır, kalabalıktan mıdır yakınarkadaşlarımdan bazılarının isimlerini imza atarken anımsamayışım günün espri konusu oldu.

Sanırım yüzümün akı ile çıktım bu günden.

Artık rahat bir nefes alabilirim.

Yorum ve e mailleri ile deste veren tüm blog arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Haftaya Cumartesi ve Takip eden Pazar Günü Öğleden sonra Tüyap İstanbul Kitap fuarında, Kanguru Yayınları standında olacağım. 2. Salon, 212A.. Saatlerini daha sonra duyuracağım.







7 Kasım 2012 Çarşamba

Kitap Tanıtımı

Kitabımla ilgili gelişmeleri bu yeni blogdan ve Facebook sayfasından paylaşmaya karar verdim. Ama Vladimir'in Derdi devam edecek. 

2007 - 2009 arasında yazdığım öyküler bir kitapta toplandı. İsmi Gölge Falı. İrili ufaklı toplam 32 öykü yer alıyor. Kanguru Yayınları'ndan çıkan bu kitabım dağıtımını halletmeye çalışıyoruz. İzmir'de Kedi Kitabevi'nde ve Kanguru Sanat Merkezi'nde bulunuyor şu anda ancak, önümüzdeki günlerde internet üzerinden de  erişilebilecek. 

Ben şimdilik Cumartesi günkü tanıtım toplantısı ve imza günü ile heyecan haddimi aşmakla meşgulüm. İzmir tanıtmının arkasından Tüyap, İstanbul Kitap Fuaı'nda Kanguru Yayınevi'ne ayrılan bölümde, Her iki hafta sonunda (ssaatleri daha sonra duyurulacak) kitaplarımı izalayacağım. 

Cumartesi günü tanıtıma katılan arkadaşlara minik birer de sürprizim olacak. Umarım hepimiz için eğlenceli kısa bir süreyi beraber geçirebiliriz.  




Arka Kapak Yazısı:

"..Sevdiklerimin yüzlerine düşen gölgelerin yarattığı değişik lekelere bakıp, anlamlarını okuyorum gizlice. Neler olacağına dair bir his kaplıyor içimi. Gördüklerimi kimselere anlatmıyorum. Bir ben biliyorum..."

"Saklanan bir çocuk, yıllarca gizlenmiş bir melek, kaybedenlere adres soran bir kayıp, hatırlarını ütüleyen bir ev hanımı, şiirlerini unutmuş bir şair, tüm suretlerini yok etmiş bir kadın, yüzlerdeki gölgeleri okuyan bir adam, falında çıkan kadını bekleyen bir talihsiz, bir rüya koleksiyoncusu, kuyruklu yıldız bekleyen bir genç, içinden tren sesleri geçen bir korkak, adresini şaşırmış bir mektup, evlerinde gönüllü hapis insanlar, dikenli teller, menekşeler, ağaçlara tırmanan hayaletler, unutulmuş çocuklar, karamel kokan bir ada... Bunların öykülerini sahici bir idlle, eskimiş fotoğrafları anımsar gibi anlatıyor Deniz Moralıgil" Aydın Şimşek

3 Kasım 2012 Cumartesi

Silahlı Adam

Aslında "silahlı adam"ın bir yere gittiği yok, şuracıkta duruyor. Haziran 2011'den beri de yukarıda duruyordu. O tarihe kadar üç, beş vakitte bir tepeliği değiştirirdim. Üşengeçliğim uzun sürdü, adam bir buçuk yıl postu serdi tepeye. Tehdit eder halleri de cabası. Hümanist takılıp silaha sarılmış bir blogger imajı da çelişkilerden çelişki derlemek gibi bir duruma düşürse de beni, ses etmedim. Şimdikinden çok memnun değilim, ama elim erdiğinde hallederim. Hoşuma giden bir resim bulup didiklemem lazım bir miktar. Blog işte.. görsel malzemeye el atmadan olmuyor. 

Yazma hallerimde de bir seyrelme oldu şu aralar. Ama online olmadan bazı şeyler yazıyordum. Ondandı. Haziran ayında aklıma gelen defterime not ettiğim bir fikri geliştiriyordum. Çala kalem yazıp, koydum kenara. 

Yazı tuhaf bir şey yazdığın an güzel geliyor da, aylar sonra baktığında iiçindeki fazlalıkları da noksan yönlerini de şıp diye görebiliyorsun. 

Durum böyle yani.   



31 Ekim 2012 Çarşamba

Boşuna Değil

Başarılı söylenmiş bir yalan yalnızca söyleyenlerin o anı kurtardıklarını zannetmesine değil, en önemlisi, yalan söylenen kişinin doğru ve sağlıklı karar verme özgürlüğünü elinden alıyor. 

Politikacıların sıklıkla yalana başvurmaları boşuna değil. Kazanımları çok fazla. 




25 Ekim 2012 Perşembe

Gülen Resimler

Tüm sevdiklerinizle birlikte huzurlu, tatlı, sevinç dolu hatta ve hatta bol kahkahalı bir bayram geçirmenizi dilerim.  Kucak dolusu sevgiler. 


17 Ekim 2012 Çarşamba

Vladimir'e Mektuplar - 2012





İlk kez geçen yıl derlemiştim bana gelen yorumları. Bir sene ne çabuk geçmiş, dahası beş sene bitmiş blogu açalı. Su gibi aktığını ancak dönüp geriye baktığımızda fark ediyoruz.

Sözü size bırakıyorum. İyi ki varsınız.




Selam Vladimir, Mektubun her türlüsünü çok severim:) Bu yazdıklarınız da yorum mektuplar. Ne hoş düşünmüşsünüz. Blog dünyasında sizin kadar deneyimli olmasam da, sizin bloğunuzu yeni biliyor olsam da, bu mektupların arasında kendi yorumumu görmek hoşuma gitti. Sevindim. Büyük bir uğraş vermiş ve bizimle paylaşmışsınız. Teşekkür ederim. Keyifle devam edeceğiniz yazılarınız olsun. Mahsus selam ederim:)” HayalKahvem

Dün akşam aklımdan gene logu kapamak geçti benim de. Açıkçası özgür yazamamaya başladım. Kaçmam lazım. Bu kez adıma da sonsuza dek veda ederek... Ne zaman yaparım bilmiyorum. Sen kal ama.. Sen gidersen eğer, arar bulurum ki hem. Sözcüklerini tanıyorum. (Kılık değiştirirse sözcüklerin, bilemem tabi:) )
Karoshi
Aaaa! delirtmeyin adamı bakayım! geçmişler karşı karşıya yok ben gidiyordum yok ben de düşünüyordum diye yorumlaşıyorlar. ne sen Vladimir ne de sen Karöshi bir yere gitmiyorsunuz. tamam ben sizi zaten bulur, görür, bir şekilde okurum o ayrı ama siz yine de gitmeyin kalın buralarda...Beenmaya

Eh be Vladimir! ne karışıyorsun adamların işine? tasavvufdan dem vuruyorlar belki de. "Kendini pişir" güzel söz bana göre... Sevgilerimle.” Sufi (Rahmetle anıyorum seni, bizleri okuyor musun orada?)
Sevgili Vladimir, bu robotlardan buralarda da cok var. Mesela sabahin korunde bindigin trende hemen arka koltukta hic kimseyi umursamadan konusan bu robotlardan hep var. Hele bazilari birak ozel konularini konusmayi, FAKLI, FUKLU da konusmakta...dumduz gitmekte, sinirlenmis bir seye, bizim orada olmamizin ve sabahin koru olmasinin ve topluma acik bir yerde bulunmasinin hic bir onemi yok. “Biraz

Aha da yaşın ortaya çıktı Vladimir, bir bayan olsaydın bunu asla yapmazdın :) Mutlu,huzurlu bir ömür sana...” N. Narda

Vladimir, tamam canınız sıkılmış farkındayım ama ne yalan söyleyeyim yazınızı sevdim:) Bu yazıyı yazdırdığı için o kişiye teşekkür ederim. NOT: Fena huylarımdan biridir Vladimir, böyle durumlarda illa karşı taraf adına olumlu bir sebep ararım. Şekilde gördüğünüz gibi bulurum. Siz söylemeyin. Ben biliyorum. Sinirin tekiyim:) Benim yaptığıma hedef şaşırtma denir bizim köyde:) Şimdi biz karşı karşıya olsak. Siz böyleyken böyle oldu diye bana anlatsanız. Ben de "aa.. ne iyi olmuş. bak, ne hoş hikaye ettin" desem, ne olacak, siz size bunu yapana değil bana sinir olmaya başlayacaksınız. Böylece sinirlendiğiniz durumu unutacaksınız:) Kaç kişi bu durumum yüzünden üzerime yürüdü biliyor musunuz? Dediler ki, "kimsen yanasın sen?" Neyse, böyle işte. O değil de Vladimir, ayrıca eşek en sevdiğim hayvanlardan biridir. Neden sevimsiz bulduğumuz birini eşek'e benzetelim ki.. Of, o güzel gözleriyle eşek ne kadar sevimlidir:) Tamam. Daha fazla uzatıp kızdırmadan, ben gidiyorum:) Kolaylıklar dilerim.  Hayal Kahvem

Benzer bir durum bende yaşadım, bloglar arası hediye etkinliği yapılmıştı, hediyeyi göndereceğim kişide başka şehirdeydi, adresi tam iki kez yanlış vermesiyle kargo bir kez bana geri gönderildi, bütün işlerimi aksatarak kargoyu iki kez gönderdim, aracı kişiyle iletişim kurduk, aracıda aracılığını yapamadı, artık ben dayanamadım kendimde ulaştım, kargo eline geçince bana ulaşırmısın dedim, bir çok defa mail attım ama bana bir kez bile dönmedi ve hatrı sayılır bir hediyeydi ve halen görüşmüş değiliz, sanırım "eşşek" demek biraz hafif kalıyor :)”Çiğdem

Bir ara uykusuzluk çekmiş biri olarak bitki çayları, ılık sütler ve bilimum çarelere başvurmuştum ben de:) Bu arada hikaye ve resimleme her zamanki gibi çok güzeldi, öykü kitabınızı bastırdığınızda bence resimlemeleri de kendiniz yapmalısınız mutlaka..:)Eren

Çakıl taşları dağınık kalmalı..” Hezeyanlarım, Hesaplaşmalarım
Çok değişik bir duygu bu. hiç tanımadığın insanlar, yıllar önce... Bir de sahaflara kadar gelmesi, arkadaki hikayeyi düşün düşün bitmez ki. belki aklımıza gelenlerden ne kadar da farklıdır her şey, kim bilir... İyi bayramlar sana da sevgili vladimir. sağlık ve huzurla.Aglea

Bizim toplumumuzda "ağlamayan çocuğa meme vermezler" diye bir laf var ve ne yazık ki bazı yetişkinler büyüdükleri zaman işleri hala bu mantıkla devam etmeye devam etmenin işe yarayacağı gibi saçma bir fikre sahipler. Bir de çocuk yetiştirirken yapılan bir hata var, çocuk ağladığında her istediğini yapan anne babalarla dolu etrafım. Bu beni çok kızdırıyor. Çünkü çocuğu o an susturuyorsun belki ama onda saçma sapan bir tavrın doğmasına sebep oluyorsun. İşin acaip yanı bunu çocuk psikolojisini bildiğini iddia eden anne babaların bile yapıyor olması. sonuç, hala istediklerini ağlayarak elde edeceklerini düşünenen bir yetişkinler topluluğu. “Aydan Atlayan Kedi

Çizim... Güzelll... Kedileri seviyorum hiç kedim olmamasına rağmen. Hep köpeklerim oldu benim halbuki... Şimdi hiçbiri yok... Olmasını çok isterdim,çocuklarım hayvanla yaşamanın ne olduğunu öğrensinler diye... Kesik cümleler var içimde sanki dökülmeyi bekleyen... Neyse gideyim ben...” Çay ve Simit

Benim de hayalim örgü burunluk..ince iplerle kulağa takılarak sabitlenecek..en çok burnum üşüyo da:)” Pisikopati

İçim bayıldı okuyunca, gerçek bunların hepsi safi gerçek ama bu gerçekliğin içinde bir noktayız ve debelenip duruyoruz yaşayabilmek için, biraz mutlu olabilmek için. Hayallerimiz ne olursa olsun bir miktar iyi olabilmek için çevremizi daraltıp kabuğumuza çekiliyoruz, maneviyatın bu kadar ayaklar altına alınmasını kaldıramıyorum, moral dibe vurmuş kendimizi kandırıyoruz. Sabah sabah pek iyi olmadı bu yazıyı okumam, gerçekleri tekrar tekrar okumak iyi gelmiyor bana bazen. Şıraaak diye bir tokat yiyorum her gün gazeteleri okuyunca, en kötü şey kullanıldığını bilmek ve bununla yaşamak. “ Fadiş

Dünyanın her yerinde pedofili suçtur, ama bizim ülkemizde çocuğu suçlu bulurlar!” 7. Oda

:)Sevgili Vlad. Anlattığın türün yanı sıra bir de seni izlemeye alıp, sen almadığında küsüp çıkaranlar var mesela:))) izlemeye alıp almamaya gelince. fark ettim senin söylediğin başka bir şey. beni izlemelerine gerek yok ama ilaç için başka bir bloğu izlemeye alsınlar bari diyorsun. diyorsun demeye de, blog dünyası tuhaf bir yer. yani bazıları mesela buraya birşeyler okumaya bulmaya değil, sadece yazıp rahatlamaya geliyor. sadece yazmak isteyenlerin bir kısmı beni okusunlar diye yırtınırken, başka bir bölümünün okunmak burnunun ucunda değil. bir kısım blog yazarı sırf aman ben ne çok blog takip ediyorum havası yaratmak adına dört bin sene geçse girip de okumayacağı zibilyon tane blogu izleme listesine alıyor. bazıları o listeyi kullanmıyor da direk adresten girip blog dünyasını kurcalıyor. bir kısmı listeyi kullanıyor ama başkalarının görmesini istemiyor. sonuç itibariyle insan karmaşık bir yaratık ve neyi neden yaptığı da pek bilinmiyor. o yüzden takma sen kafana bunları:) Sevgiler...” Deniz Bilgen Çakır

En son geçen hafta, doktora seminer sunumunu yapan arkadaşımı güldürmek için çizdim çöp adamı, sunumun ortasında :) bakmadı elimdeki kağıda güleceğini bildiğinden. Ama sunumu bittiğinde epeyce eğlendi tabi:)Yaşım? epey büyük ya, hala çöp adam çizecek kadar :)” Suvebeyaz

Kendimden gizlediğim birşey olmadığı için bir başkasına rahatlıkla açarım kalbimi ve aklımı. aklım ne söylüyorsa, kalbimden geçen neyse dilimdeki, gözümdeki, yüzümdeki odur. biliyorum ki aksini yapmaya çalışsam olmayacak bir yerden yine de patlakverirdi gerçek.D samimi olmak mkemmel bir rahatlık ama sorun şu ki vladimir karşındakinin de senin kadar samimi olduğunu sanma yanılgısını da genellikle beraberinde taşıyor ve işte orda başlıyor yaralanmalar. ben hep bir dünya var sanırdım benim algıladığım, gördüğüm ve duyduğum. samimiyiz ya.....bizim aklımızla ağzımızdaki bir ya.....sonra sonra öğrendim biri sana gülüyor gülümsüyorsa aslında senden nefret ediyor olabilir, özellikle sana iltifatlar yağdırıyorsa senden mutlaka nefret ediyordur. bu beni yordu. şimdi ne yapacaktım oysa benim için herşey çok düz çok kolaydı eskiden gülüyorsa gülüyor, seviyorsa seviyordu :D artık bu samimiyetsiz insanları rahatlıkla tanıyabiliyorum. ve onlarla oyun oynmayaı çok seviyorum.” Guguk Kuşu

Benim sorunum da kalbimi çok çabuk açmak sanırım,herkese değil elbet ama açıyorum işte hesapsızca...  “ Çay ve Simit







Önce kadının poposu ne kadar iri ve yuvarlak diye dikkatim o yöne kaydı fakat bu süre yaklaşık 1-2 saniye idi. ardından taksiyi kullanan köpeği gördüm. Çünkü bu tip sorularda hep hile vardır düşüncesi ile etrafı süzmeye başlamıştım. :) Köpeği görmem, 3. saniye civarlarında gerçekleşti. Fakat yine de bu benim çok dikkatli biri olduğumu göstermez, meslek hastalığı gereği şüpheciliğimin bir sonucudur. :)” Nouvelle

İlginç gözlemleriniz ve yorumlarınız hoştu doğrusu görüntüyle bütünleştirdiğiniz hayaller hepimiz yaparız bir şekilde ama gerçekler çok farklı da oalbiliyor:)Esinti

Sırasıyla popo, tanga, beyaz blu, hafif görünen sütyen. köpek möpek göremedim. kadın hakkında "böyle çıkmak uygunsuz" diyecek kadar olgun olmadığım için de müteşekkirim.Femme Fatale
Malesef ben de köpeği göremedim.Direkt olarak hanfendinin vücuduna odaklandım.Yani herkes gibi malum yerdeydi gözüm.Off Allahım ne fena.Sonuçlar beni epey güldürdü ama :))“ İçimden Geldiği Gibi

Üzülerek sıkılarak diyebilirim ki ben İzmir'de film festivaline gitmeyeli yıllar oluyor eskiden hiç kaçırmazdım, şimdi küçük bir ilçede yaşamanın,kapandıkça kapanmanın alışkanlığı var üstümüzde tabi bir de minik bir oğlanı bırakıp gidecek kimsemiz yok, umarım ilerde yine eskisi gibi iyi bir izleyici oluruz, hiç bir zaman yeterince iyi organizasyon olamamıştır İzmir, sinema festivali konusunda ama sanırım artık daha da kötü 10 sene önce daha iyiydi anlattıklarınıza göre.” Fadiş

Prusya Mavisi, Berlin Mavisi, ya da Parisli Mavi denilen bir mavisin sen Vladimir. ;)”Özgür Ceren Can

Renklerle ne guzel tanımlamalar olmus kendımınkını okurken senın gozunden kendımı gordum:)) ve ne kadar dogru bı teshıs dedım tsk ederım sevgılerımle” Öykü

VladiVladi - ne guzel bir post bu : ) zevkle okudum ve okurken evet evet bu bizim Vladimirin taa kendisi demeden alikoyamadim kendimi .. Arti, duygusal ve duyarli kisiligine cok yakismis yesil .. pure !! : ) Bir de unuttum : ( renklerim icin tesekkur ederim .. genelde siyah ve gri dediler, ama buna cok mutlu oldum ki : )Lô-Lâ

He he dürüstçe söyleyeceğim ilk baktığım benim orda olup olmadığımdı, olmasaydımmm... tabiki bir daha bloğuna asla uğramayacaktım :D Şakaaaa.. Ama kalbimden bir çıtttt sesi gelecekti tabiki de: demek maviyim demek bembeyaz bulutlar, masmavi çimenler çok sevindim etrafımdaki insanlara böyle bir renk düşündürdüğüm için ama en çok da ne hoşuma gitti biliyor musun? Mor puantiyeli mavi yağmurlar, merak ettim bunları sana düşündüren ne? Nasıl da şımardım bir bilsen, sevgiyle kal. Betimlemeni öyle çok öyle çok beğendim ki... Amaaa içlerinden belki bi tek aydan atlayan kedininkini de acıcık ama acıcık kıskanmadım değil. :DGuguk Kuşu

Çoğu takip ettiklerim ve bana anımsattıkları çoğunda aynı sana gelince...lacivert...doğru tanımlama sanırım... “ Pınarpare

Benimde büyük keyifle takip ettiğim arkadaşlar.Renkleri güzel seçmişsin:)Bencede lacivert senin için doğru tanımlama pınarpare arkadaşın dediği gibi.ben de büyük keyifle okudum.” Kamikaze
Otostop yap bile diyor, nerdeymiş böyle anneler? :DDFirarî Yolcu

Aynı babam! Elif Ayvaz

Sen ne kibar adamsın abicim, benim elime düşecekti ki..:))” Avram

Merhaba, bu takip etme/edilme olayi enteresan. Benim gundelik olarak takip ettigim bir iki blog var, bir de vakit bulunca toplu olarak okudugum bloglar.. Insanlarin beni listesine eklemeleri cok da onemsedigim bir konu degil ama hatirliyorum, bir donem TR dan bir kac arkadas bana hergun mesaj yaziyorlardi.. Ben hem is, hem okul arasinda cambazlik yaparken onlarin bloguna mesaj birak birakmadigim icin bana abuk subuk seyler yazmislardi. COk sasirmistim, bir ara acaba ben cok mu Amerikali oldum dusuncesi bile geldi aklima. Biz millet olarak alinganiz tamam ama bu blog keyif birsey, bazi bloglar var, yazma sekilleri bir sekilde sizi yazmaya itiyor, kimisi de cut/copy/paste disinda birsey yapmiyorlar.. Ayni seyi birden fazla yerde gorunce, oturup hepsine yazacak ne enerji ne de zaman luksu var. Bir de original degil ki...ne bileyim zaman kaybi olarak goruyorum... Sizin gorusunuze saygi duyarim ama sanirim bu konuda hem fikir degiliz. Ne demis atalarimiz "it is ok to agree to disagree.” New York Muhtarı

Çok güzel bir konuya değinmişsiniz, çoguna katılıyorum ancak kolay elde edilen şeylerin de çabuk kaybedildiğini ve gerçekten çok çalışıp emek harcayanların hakettikleri yere geldiklerini düşünüyorum. Bir şey ne kadar kolay gerçekleştiyse o kadar da hızlı tüketiliyor bence ama keşke hiç kalabalık etmelerine izin verilmeden kolay kazanma peşinde olanlar daha en baştan elenebilse..” Ben Kızımın Delisiyim

Akıl fikir almaz bir tanrı kompleksine sahip insanlık. her ömüre süre biçebileceği gibi bir yanılgı içerisinde ve hala anlayamadı kendi kurtuluşunun başka canlı türlerine gösterdiği sadakat ve saygıyla doğru orantılı olduğunu. umutlanmaktan vazgeçeli çok oldu o yüzden.Mefisto

:) eskiye özlem kokan yazıları seviyorum. ortaokul ve lisede haftanın birçok gecesini bir arkadaşımda geçirirdim ben de. maksat ders çalışmak güya, beklediğimiz yastık sohbetleriydi aslında. ben geveze olmama ragmen arkadasim beni sollar geçerdi. anlatirdi da anlatirdi. bana da ninni gibi gelirdi bir zaman sonra ve horr. sabah kalkınca azari yerdim tabi :)) anımsamak güzeldi.” Çınar

Yayın kesildi diye şikayet etmek için arayıp bir saat telefonda beklemeyi, ardından "Yayınınızda problem yok, bir kanalı açık bırakın, yayın gelir" gibi dahiyane çözümler üreten çalışanlarını hiç özlemiyorum :) "Siz eski abonesiniz, size özel fiyatlar sunuyoruz" yalanlarını dinleyip ardından yeni abonelerin iki katı kadar para ödemeyi de. İptal süreci uzun ve sıkıcı onu kabul ediyorum ama nerede şikayet eden bir digiturk abonesine denk gelsem "iyi ki kurtarmışım kendimi" diye düşünüyorum. Hayat, digiturk abonesi olmadığında daha güzel J Selin

Gecenin keskin soğuğu bu sefer yüzüne çarpmadı..Adımları hızlandıkça, yüreğinde büyüyüp çoğalan hıncı, bir daha geri dönmemek üzere olan yırtıcı bir karara dönüşmüştü bile..Elini bir an yanaklarına götürdü..Daha dün akşam, kalabalık gelen misafir grubundan galip ayrılmış, mutfak tezgahına dağılmış tabak çanakları yıkamanın derdine düşmüştü..Yatmadan once, Almanya’dan gelen o pahalı kremden sürmüşmüydü acaba eline.. Güldü kendi kendine..Yüzüne, yağmur damlaları rahatlatıcı bir teselli gibi düşmeye başladığında gülme ve ağlama arası yaşlar süzüldü gözlerinden.. Bilinmeyen özgürlük duygusu, şaşkınlık ve hüzünle birleşince bir an sendeledi, elindeki valiz yere savruldu..Hızla giden adımları birden durdu..Kalakaldı..Esaretten kurtulmanın bedeli tüm ruhunu sarmış suçluluk duygusu mu olmalıydı...Az sonra annesinin evine gidecek ve bir daha asla geri dönmeyecekti..Anlam veremediği çatışmalar, susmak zorunda kaldığı giysilerine , evin tüm köşesine işlemiş kırmızı lekeler olmayacaktı.” Deja-Vu

Heheh. bir keresinde akşam üstü balkondan girivermişti salona yarasa, dönüp duruyordu tam şeklini bile göremiyordum. Ama akıllı yaratıklardır ya severim ben kerataları, cidden. Hem tek uçabilen memelidir ama o bunu bilmez çok üzülürüm, acırım, hep de ezilenin tarafındayım işte o yüzden seviyorum yarasaları. (nediyorumben) teyzem japonla evlendi gitti orda sekiz sene kaldı döndüğünde hiç bilmediğim kabiliyetler kazanmıştı biri de origami. her şeyi yapabiliyor. ben de öğrenmeye çalışıyorum ^^ bizde paramızı ütüleyerek göt cebine koyan var.Heidi Glennis

Bizim sitede var öyle bir manyak.. ne insanlara ne hayvanlara huzur veriyor,öylelerin arkasında kendileri gibi bir aile var..yapma yazıktır sözünü duymamış belkide aileden.. içinde vicdan da gelişmiyor belki de böyle olunca.. o görmesin diye gördüğümüz yavru kedileri daha uzak bir yere bırakıyorduk ... çok küçük olanlarıda evde beslemiştik.. şimdi askerde .. gelince akıllanır mı? Hiç sanmam.. Allah cezalarını versin,beddua değilde misliyle diyesi geliyor insanın.” Beyaz Lale

Neredeyse her on yılda bir hayatımı tüm alışkanlıklarıyla kökten değiştireceğini başlangıçta farketmediğim kararlar almak durumunda kalıyorum. Sonradan bir bakıyorum kiiii yaşadığım ev, şehir hatta ülke değişivermiş... Derken, bari geldim uyum sağlayayım diyorum... Yıllar geçerken bir bakmışım ki yollar yine beni o geliştirdiğim köklerden alıp götürmüş. Şimdi ise farkederek, o ülkeyi değiştireyim, kararda payım olsun bari diyorum. Fakat böylesi de korku ve endişe doluymus, ama'ların yoluymuş be Vladimir... Ama o alışkanlıklar değil mi ömrümüzü hem tatlı hem de çekilmez kılan? Hem seviyorum onları, hem de onlara bağlandıkça kaçasım geliyor...” Defter-i Kebir

Kahve falından çok iyi anlarım da :):)  Gölge falını ilk defa burada duydum.. Çok enteresan.. Yazı yine güzel.. “ Sessiz Prenses

Çok güzel bir araştırma olmuş gerçekten. Aklıma Tolstoy'un bir sözü geldi.. 'İnsanoğlunu bir kesirle ifade edecek olursak. Kesrin payı kişinin kendisini, paydası ise ne olduğunu zannettiğini gösterir. Payda büyüdükçe kesrin değeri azalır...'1i Yok mu?

Çarpıcı bir FAZLALIK. Teşekkürler” Ali Zafer Sapci

İlk başta acayip merak uyandırdı sonunun hiç böyle biteceğini tahmin etmedim =) tam ters köşe olayı, valla pek güzel olmuş tebrik ederim =)Küçük Kurba

Samimi ile samimiyetsiz olanı ayırabilmenin imkansızlaştığı bir sosyal hayatın paydaşlarıyız, maalesef ! Aslında,suçlu hep insanlar ama internetin payını verelim bir zahmet. sosyal medya iyi derken getirdiklerini de görmezden geliyoruz. Bilgiye hızlı erişim ve paylaşım aslında tüketim mantığını destekliyor bir yerde, tabi bunu belirleyen bireyin niyeti . Tek satırlık cümlelerin, filozofluğun insanlarıyız. Alıntı, çalıntı, intihal .... Eee ne de olsa,vaktiyle korsan cd lerle film almış,korsan kaset satın almış bir millet olarak bundan dert yanmak zamanın tokatıdır. Vehasıl,bu mevzu uzun mevzu der, samimiyet tarayıcısı aklınıza ve yürğeinize kuvvet dilerim. Bir de, "tepkisizlik kitle imha silahıdır" ya , evrim geçirmeden samimiyetsizlere haddiniz bildirirsek normalleşir . Yoksa, samimiyetin anormalleştiği bir çağa doğru gideceğiz, hem iyimser hem karamsar tablodur bu. Ne yazdım arkadaş dedim kendi kendime ; malum uzun yazıları okuyamaz oluyor insanlar ... Saygıyla,Muzmut

Dumas'nın yardımcılarına her bir bölümü sipariş edip en son kendisinin birleştirdiğini okumuştum ben de fi tarihinde, bir yerlerde.  İlginç değil mi? Onca güzel kitap aslında bütünüyle ona ait değilmiş. Bir de sefalet içinde mi ölmüş... Hım, kader:)” N. Narda












Filmler hakkinda cok iyi bir yorumcu olmasamda empati kurallarina uyan bir kisinin film kalitesini daha iyi yorumladigini dusunuyorum. Yazilari zaman zaman okuyorumda abartiyormuyum bilmem ama profosyonellesmek boyle bir sey olsa gerek vladimir olarak gercekten iyi is cikartiyorsun. bu arada yorumlari okurken animsadim paylasmak istedim. Fes yerine sapka geldiginde onun ifade edilen sekli de "şems siperli serpuş" ve yine yorumda sozu gecen şems ifadesini buradan da yorumlamak mumkun. Son olarak yazilanlari okurken aklima geldi Aycicekleri ve digerleri yapmalari gerekenleri ne guzel biliyorken bizler halen ogrenemedik.”Şair Değilim

Yaa... ama... çok kıskandım :) en çok gitmek istediklerimden biriydi, iş yüzünden gidemedim. Kaçırdığıma çok üzülmüştüm yazdığın iyi oldu,  keyiflendim oradaymışım gibi. Neyse artık, bir dahaki sefere umarım..” Sırra Kalem

Alakasız deme ama sana AŞK ile cevap vereyim . Bu sadece bir kavramdır , Eğer varsa bir aşk o da tektir,dünyada kocamandır ,ve bizim yaşadığımızı sandığımız işte o bütünün bir minik parçasıdır. İşte iyilik ve kötülük de öyle . Hangisine yönelirseniz, bütünü oluşturmakta katkınız olacak. Fakat nedense, tercih hep birbirini kösteklemeye yönelik. İnsanlık bir bütünlük, yaptığın "o" kişiye değil bütünlüğüne kötülük aslında. Bunu anlasak, evrensel ahlak seviyesine ulaşacağız ; ama bu seviyeye ancak Peygamberler ulaşmış. Ne diyeyim, o zaman insanlar bu kıskançları geri püskürtmeyi öğrensin , kendi içlerine yönelsinler ve yesinler tüketsinler kendilerini. Zararı başkalarına olmasın. ( Bu da pek insani olmadı ama, ee doğa kanunu işlesin bu hayvanda dahi olmayan his durumlarında) . Poka Vladimir” Şavkî

:)) zihin okuyabilmeyi çok isterdim :)yazar ile okuyucu arasında duvar değil de süzgeç olduğunu düşünmüşümdür ben hep, her ikisininde zihnindeki gözeneklilik kadardır aldığıyla aktardığı, irili ufaklı. Benim fikrim, sabah odamdaki tadilat nedeniyle ofisin bahçesinde çay içerken aklıma düşen bişeyden ibaret :)blogda yayınlayacak formata gelir mi bilmem, deneyeceğim anlatmayı:) Suvebeyaz

Hıdrellezde herkes istediği şeyi kağıttan çizer keser bahçesine asar ya da bir su kenarı bulup taşlardan ne istiyorsa onu yapar bir nevi dilek günü olarak kutlanırdır meğersem ne incelikler yatıyormuş altında.” Mariposa

Aslında kurumlara uzaktan bakınca böyle bir garip resim çıkıyor ortaya. fakat içine girince anlıyorsun bazı şeylerin gerekliliğini. kaldı ki bence kurumların sosyal medyada ki duruşunu organize edebilmeleri için gerçekten bir müdürlük kurmaları gerekiyor.  Hatta günümüzde en çok ihtiyaç bu bence. bir dönem cep telefonu kullanmamak entelektüel bir durumdu, sonra bilgisayar kullanmamak, tuşlarını karıştırmak, sonra facebook kullanmak vs. Ama zamanla bunlar bir zorunluluk oldu. Hiç unutmam Okan Bayulgen çok dalga geçerdi  Facebook ya da Twitter’la ama şimdi belki de en çok zamanı sosyal medyaya ayırıyor, düşün ki konuklarından bile çok...  Ayrıca bütün şefler tipsiz ya da çirkin olmaz, ben müdür olana kadar müdürler belki olur ama şefler olmaz.. :)) “ Cem

Çin senin de belirttiğin gibi çok eski bir uygarlık ve çok da yazarı çizeri olan bir kültür ama bu eserler ülkenin kapalı politikaları yüzünden bizlere ulaşalımadan kalmış.. haklısın o yüzden ama açıldığında eminim çok fazla eser okuyabileceğiz..ve okuduklarımızdan da keyif alabileceğiz” Dayatılanla Yaşayan

İnanılmaz yakalamışsın. Bize cheese demek öğretildi, ama ayaklardan kimse bahsetmemişti  :) Bence çok yaratıcı birisin. Herkesin görmediği şeyleri görüyorsun. Kıskansınlar, senin yeteneğin var, ister onları yaz, istersen yazma. Birileri alınmasın diye hayatını değiştirmekdte doğru değil, ben onu anladım.” Arzu

Şaka diye algılanmış, öylesi bir insanın söylediği laf. İlginç. Cinayet dediğin bence her an her yerde planlanır. Çok işledim ya bilirim. :D Ama cidden bunu bir katile sorsan, vereceği kesin bir cevap olur mu acep?” Uyuşuk Hayalperest

Mutfak evde bize ait olan yegane yer ve ben huysuz edebiyatçıya katılıyorum, cinayet planlamak için de çok uygun. Mesela yemeğin soğanı tencerede hafif bir cızırtıyla kavrulurken bir taraftan dalgın dalgın fasulye kırıp gün içinde işte bir arkdaşınızla çekiştiğiniz, henüz akıbeti belirsiz, içinize oturmuş bir meselenein muhakemesini yapmak ideal ise neden bir adım daha atıp, domatesi hırsla rendeye sürterken cinayet planlanmasın ki?“ Selgin GB

Veteriner hekimler sanırım daha çok besi (etinden sütünden v.s. yararlanılanlar)hayvanlarını tanıyorlar. Kedi, köpek, kuş gibi ev hayvanlarını ise belediye veya sair kurumların kısırlaştırma ve itlaf ekibinde bulunanları daha yakından tanıyabilmekte. Kediler dokuz canlı imajlarına:) rağmen çok hassas, narin ve kırılgan hayvanlardır. Bilgi için teşekkürler,ilaçların yan etkileri çok önemli bir konu..Belki biliyorsunuzdur ama ben de her ne kadar ulu orta söylemekten sakınsam da kedi dostları için paylaşmak isterim, aspirin için kediyi (dozu önemli)öldürür derler. “ Lodoscu

Evet biz de tilki tilki saat kaç diye oynardık bunu. Bal gibi hatırlıyorum. Oynadığımız en dandik oyun buydu herhalde. Ebe hep kendine en yakın hissettiği arkadaşa torpil yapıp ebe yapardı. Saatlerde büyük adım atılır, dakikalarda ayak hesabı yapılırdı. Uyuşuk hayal perest'in anlattığı oyun daha farklı: ebe sırtını döner :endetura-bir-iki-üç der ( bu arada endetura: fransızcadaki un deux trois 'nun türkçe diline uydurulmuş hali oluyor) lafını bitirdiğinde yüzünü dönerdi, o sırtı dönükken en fazla mesafe katedilmeye çalışılır. Ebe yüzünü dönmeden tam önce de kıpırtısız kalınır, ebe kimin kımıldadığını görürse o başlama noktasına geri postalanırdı. Tabii oyuna heyecan katmak isteyen oyuncular bilerek en maymun pozisyonlarda donmayı marifet sayardı. Hey gidi günler hey. Neyse ki çocukken zaman algısı daha yavaş da doya doya yaşıyorsun çocukluğunu bitmiycek gibi.” Ne Yazdı Ne Yazamadı

Ahahah "dikkat köpek var ama kedi de pek tekin değil" e koptum :D Google da baktım da pek tüylü şirin şeylermiş bu himalayanlar. Gözlerde astigmat mı ileri :) Bende aşırı derecede ileri astigmat var ve yarı kör dolaşıyorum da. Her kedi sevilmez bence,tüysüz bir kedi cinsi var;sphynx mi ne cinsin adı. yani o kediyi ben almam kucağıma yaw. Madmen 1ci sezon 9cu bölümü açıyorum birazdan :)” Sis

Kıl fani homosapiens kültürümüzde gücü simgeliyor. Erkek ne kadar kıllıysa o kadar güçlü bir avcı falan. Sonradan erkekegemenkültür giriyor tabi işin içine. Kadınlara da tüysüz olmak yakıştırılıyor. Çünkü güç erkeğe özgü bir şeydir (!) Zira tüylü kadınlar hiç hoş karşılanmıyor şimdiki kültürümüzde. Kadın tüyünü erkeklerin kendine ve egemenliğine meydan okuma olarak algıladığını duymuştum bir sosyologtan. Frida'nın duruşu da çok anlamlı bence bu açıdan bakınca.” Yok Hiç Olmadı

Uzun süredir gelemiyordum. Malum hayat koşuşturmacası. Birde benim gibiler var. Ota boka dokunmaz, kendi halinde kendini eğlendirecek şeylerle uğraşanlar. Arada sırada lan bu liste ne kalabalık diye onu bunu silerler. Dünyadaki varlıklarını aynen sanala taşıyıp yalnız kalanlar... Halim çok acıklı, sanalda bile yalnızım..” Nightologist

"Dogadaki koltuklar" konusunda ben de yazmistim, ozellikle yol kenarlarinda ya da denize dogru bakan eski koltuklar favorim benim.. Genelde hepsi 80-90li yillarda evleri agdali bir sekilde susleyen oymali burmali tahta mesin koltuklar oluyor. Devreden hesap konusunda da bir aciklamam var, bizim ulkemizde ev kadinlari kenardan koseden artirdiklari mutfak masrafi adi altindaki koca harcliklarini biriktirir, yine ayni kocadan gelmesi olasi gorunen "zor gunler"e karsi gizli hesaplarda tutarlar, cogu kadin yapar bunu. Genelde olum vs durumunda da bu zorlulklarla biriktirilmis hesaplar devlete gecer, cunku ailede kimse bilmez.” Cerenmus

Oooo inanamıyorum Bayım, Federaller gene av peşindeler. Hey ahbap! Soğuk durmana izin ver bakalım...  Çünkü o çoktan bir Griköpek otobüsüyle eyaletini değiştirdi ve kayalardaki viskisinin tadını çıkarıyor..” Tom Verlaine

Ben sansür olayına güldüm en çok, halel gelmesi iyiymiş. :)Böcek Yiyen Peygamber

Turna yaparım pek sık ben de. Sokakta elime tutuşturulan her broşür tarafımdan turna olarak belediye otobüsleri ve metro aracılığıyla doğaya karışır. İzmir'deydin değil mi? Ben sanki öyle hatırlıyorum. Bir gün toplu taşıma araçlarında origami turna bulursan bendendir. Ama benimkiler dolardan olmuyorlar heveslenme pek. :) Böcek Yiyen Peygamber

Başladığım bir filmi genellikle bitirmeye çalışırım. Sıkıcı bir film bile olsa, sonunu nasıl bağlayacaklarını görmek için seyrettiğim olmuştur. Ama birkaç kere gerçekten çok kötü filmi yarıda bıraktım. Yani çok da takıntılı değilim. Bir de, filmde emeği geçenlere saygısızlık etmemek için filmin sonundaki yazıları okuyanlar var diye duydum. Bu da son derece aptalca. Sanki o kadar ismi aklında tutacak mısın ki, ya da, sanki günlük kullandığın her ürünün üretim sürecinde emeği geçen herkesin adına bakıyor musun ki de filmin sonundaki isimlere bakıyorsun? Örneğin, her gün yediğin ekmeğin geldiği fırındaki fırıncı ustasının adını biliyor musun? Ama itiraf edeyim, bir zamanlar ben de yabancı filmlerin sonundaki isimlerin hepsini okurdum; ama emeğe saygı olsun diye değil, içlerinde Türk var mı diye merak ettiğimden :)” Jedi Lost

Duruşa sahip olmak mı? işte bunu sevdim” İlgiye ihtiyacım Var Lan

Çocukluk diyerek geçiştirdiğimiz zamanlardaki "çöpleri yere atmayın" sözüne "eee,havaya mı atalım o zaman" deyişimizi anımsattı bu pek gerekli uyarı :) Apartman mı mayın tarlası mı,nefesinizi tutup yürüyün gibi ek uyarılar da yazılası olmuş. Alçak sürün askeeeer kıvamında, üstteki tahmin yerinde olmuş. Asker olması muhtemel bir yönetici tarafından yazılmış olsa gerek :) “ Aylak

"There is a light that never goes out" aramasıyla gelmiş biri olarak teşekkür etmek için yazıyorum. Hayatımın fon müziği dediğim şarkının nakaratını bir türlü çözememek nasıl bir eziyetti bilemezsiniz. "O ışık hiç sönmez mi", yoksa "orada hiç sönmeyen bir ışık var" mı? Hangisi diye bulmak için gezmediğim yer kalmamıştı, çevirilerde de geçmiyor. Neyse, kısaca iyi olmuş bize kulak verdiğiniz, teşekkür ederim tekrar :) Ben de blog aramalarıma kulak verip ajda pekkanı mı konu alsam bilemiyorum. Yok ya sanırım yapmam.” Ponti

Nebahat Çerçeve'ye güldüm en çok :)))” Denizin Yıldızı




Bu sürçmelerin yeri belli ama... çıskananlar katlasın!” Şule

Bizim ana caddede bulunan apartmanların birisinin bahçe kapısında da "apartman girişidir geçmeyiniz" yazıyor...giriş ise yaya kaldırımına çıkıyor...nasıl geçilmeyecekse artık :)) servisten her indiğimde gülüyor ve söyleniyorum epeydir fotoğrafını çekeyim de yayınlayayım diyordum bak iyi aklıma getirdin :) “ Aynur (Küçük Hala)

Eheheh gece gece yazdım senaryoyu. Şimdi varsayalım ki bu apartman deprem tehlikesi yüksek olan fay hatlarımızdan ( çoğul yazdım çünkü neredeler artık bilmek,kestirmek ve bilgisine ulaşmak bir muamma) birinin üzerinde inşa edilmiş olsun. 99 sonrası ortaya misafirler dantela görsün hesabı ortaya çıkartılan deprem mevzuatı dahilinde bu binaya bir tesbit yaptırılmış olsun. Ve yine varsayalım ki bina sınıfta kalmış olsun. parantez açtım: (Bu arada sizin oralarda varmıdır bilmem ama İstanbulda özellikle Anadolu yakasında binaların giriş katları sadece kolonlarla tutulur duvar felan örülmez ve otopark olarak kullanılır.) hah bina sınıfta kalmıştı. Bu ne demek, mülk sahipleri de kiracılar da taşınmaz mallarının değerinden kaybettiler demek. Atıyorum mülk sahibi 500 bin amerikan dolarcığı istediği mülkünü böyle bir rapor ortaya çıkarsa 200 binciğe bile satamayacak. Kiracısından her sene yüzde bilmem kaç artışlarla istediği kira zammını alamicek üstüne belki de binanın depreme dayanıklı hale” Sis

O kokulu silgileri yiyesi gelirdi insanın..:)) o anıları dediğin gibi saklasak, açıp açıp koklasak. koku geçmişi hatırlatmada en önemli duyulardan biri sanırım.
Cem

Bi de sevgilinin kokusu.. “Uyumayan Ses

Hamile kalmamaya dair soz vermeyi unutmussun, bence mulakata cagirmayabilirler” Tuppence Beresford

Aynı özellikleri bu ilanı veren şahıs karşılasın, şu an eline geçen paranın iki katını teklif ediyorum, hemen gelip işe başlayabilir. O kadar vasfı insan tek bir bünyede toplayabiliyorsa zaten kendi işini kurar, patron kahrı çekmez. Sermaye hiç sorun değil, banka kredisiyle bile halledilebilir. Sonuçta o kadar vasıflı bir insan her halükarda başarılı olacaktır...” Mr. Lonely

Haha süper olmuş bu yazı:) Bayramdan önceki hafta iki farklı yere iş görüşmesine gittim sözüm ona görüşmeler bana göre iyiydi ama en son ne kadar maaş istiyorsunuzu duyduktan sonra bir daha aramadılar. Çok bişey de istemedim, şimdiki maaşımın 500 tl fazlasıydı sadece, bedavaya mı çalışıcaz anlamadım ki:(( Milletin felanca çocuğu 5-6 binler nasıl alıyor benim hala aklım almıyor:(( “ Tully

Sevgili Vladimir, İzlediğim onca sayfa arasında senin sayfan, cümlelerin ve bakış açın hep farklı oldu benim için. Merakla tıkladım her yeni paylaşım uyarısını gördüğümde. Zaman zaman ortaya çıkarıp, bizim de dokunmamıza izin verdiğin öykülerinde de hep aynı merak, heyecan ve ilgiyle oturdum ekran başına. Beğenerek, keyifle okudum. Diğer takipçilerinin çoğunda da aynı duyguları uyandırdığına neredeyse eminim. Şansın çok, yolun açık, yolculuğun da keyifli olsun... Sevgiler” Sokak Kedisi

"Hüzünlü tıngırdayan türk sanat müziğini duyunca bangır bangır eşlik ederken bri taraftan da göz yaşlarını koyuveren insanlar var. gerçekten böylesi var. çeşit çeşit insan var işte." Cem




 
Aslında sadece bir tanesi değiliz veya her zaman aynı özellikte değiliz... Bahsettiğin onca tiplemeyle karşılaşmayan yoktur bana göre.. Yada çok azdır.. Hepsi hayatımızda var.. Normal kelimesine çok bozulurum ben.. Herkes anormalse.. Normal olan o toplumda anormal kabul ediliyor.. Birbiriyle aynı farklılıklarda buluşanlar normal oluyor kısacası.. Yada.. Kendine özgü davranış ve mutluluk arayışlarını saklayıp bilindik olanla tanınanlar..toplumsal normlara göre yaşayanlar normal oluyor..aslında hiçbirimiz gerçek normal tanımının ne olduğunu bilemiyoruz.” Heidi

Güzel tespitler, bir an aklımdan geçti izlediğim Truffaut filmleri... Özellikle Siyah Gelinlik filmini düşündüm; pencereler, perde aralarından bakanlar.” Cüneyt Karakuş

Aaaa, aynı bankada çalışmışız. Önce bizim bankadaydınız,sizi hatırlıyorum, sonra o daha büyük bankaya geçmiştiniz. Ben 85 girişlilerdenim. Siz de 85 ya da 86 girişliydiniz sanki. 25 yıl öncesini hatırlamak pek de kolay olmuyor, hele de bu yaştan sonra:))) Kursun adını falan hatırlamıyorum ama sanırım birlikte kurs gördük ve evet yıllarca ihracatda çalıştım. Bense en çok yüzleri hatırlıyorum, isimlerde zorlanıyorum. Hele tel ve hesap noları daha şb. değiştirirken siliniveriyor(du) hafızamdan.” Çenebaz

Rejim nasıl değiştirilir??. Savaş sırasında.. O sırada kargaşadan yararlanıp istediğini yaparsın..  Hitler’e soruyorlar, tamam herşeyi anladık, ancak tüm almanları nasıl bu ülkünüze ikna ettiniz ve hepsi sizin için ölümüne savaştı?? Hitler yanında oturan köpeğini göstererek masada duran acı hardaldan alıp "bu hardalı bu köpeğe iştahla yedirebilirmiyim diye soruyor.. Etrafındakiler köpeğin hardalı yemeyeceğini iddia ediyorlar .. Hitler elindeki hardalı köpeğin kıçına sürüyor , zavallı köpek yanan kıçındaki hardalı ister istemez hızla yalamaya başlıyor..  Bence yaşadığımız durum tam da budur” Özgür

Mesela, futbol dışında hiçbir gücün sokağa dökemediği insanlar da, "savaşa hayır" diyenlerle birlikte sokakta olsa. Mesela, "gitsem ne olacak ki" diyen insanlar da katılsa onlara. Neler olur kim bilir. Hiç denemedik ki, bilemeyiz. “ Parpali

Savaşı istemeyen bizlerde savaşı yaşamış kişiler değiliz belki ama savaşın bizlere getireceklerini, bizden götüreceklerini bilen kişileriz. Ağızlarından tükürükler saça saça savaş isteyen beyinlerin anlamak için çıkar meselelerine göz atmamız lazım. Yazınızda da dediğiniz gibi, bir asker için meclis toplanmaz diyenler neden birden 180 derece dönüp 5 vatandaşımız vurulduğunda -burada şunu açıklamak isterim askerde can vurulan vatandaşımızda hani kimseyi ayrı tuttuğum falan yok yanlış anlaşılmasını istemem- meclisi toplayıp teskereyi cebine atar ? Ne değişti ? Şimdi savaşı isteyenlere bir koz verildi cümle yandaş medya "tezkere cebinde ama sen hala duruyorsun" demeye başlayacaklar insanlar galeyana gelicek zaten bizi temsil eden! meclis vermiş kararını geriye ne kalıcak ? videoyu izledim hemde boşnakça konuşulan çoğu cümleyi okumadan annemden öğrendiğim kadarıyla anlayarak o zamanlar biz her gün sıkıntı çekiyorduk annemler teyzemler her gün haberlere bakıp bir tane daha boşnak vuruldu. “ Mavi Balon