9 Nisan 2011 Cumartesi

Müseccel Marka

Uzun yıllar önce, kadın üst düzey yöneticiyle çalışmak zorunda kalmıştım. Birlikte çalıştığımız yabancı patronum yeni bir görev için başka bir ülkeye gönderildiğinde, boş kalmayayım diye beni henüz kırklarında, oldukça bakımlı, iki tane yabancı dil bilen ve belki de bu yüzden kendi dilini konuşmayı unutup, söylediği her cümlenin içine baika dilde kelimeler katan, gıda mühendisi bir hanıma tahsis etmişlerdi. O ana kadar, filtresi hep temiz kalmış havalandırma gibiydim. Sıcak isteyene sıcaki soğuk isteyene soğuk. Ama kadın yöneticiyle çalışmaya başladığımın birinci ayarında ayarım bozuldu.

- Saçlarını nerede yaptırdın, Şebnem?

Erkek üst düzey yöneticinin asla ve asla akıl edip soramayacağı bir sorudur bu.

- Kendim yaptım, Hale Hanım.

Erkek üst düzey yöneticinin asla ve asla dinlemeyeceği bir cevabı vermiş oluyorum. Saçlarımı fena halde kıskanıyor - ki ona hak vermiyor da değilim çünkü kendi saçı yıllar yılı boya yemekten kırk sekiz tel kalmış gibi kafasının üstünde, yorgun yorgun kalabalık görünme telaşı içinde, benimki isevasat bir saç işte; tüm kafamı kaplıyor ve her zaman olduğu gibi kısacık - hemen konuyu değiştiriyor.

- Bu flavır'ları odama sen mi koydun?
- Evet, Hale Hanım. Çiçekçi bana göndermişti, ama sizin odanıza daha çok yakıştı.
-Kaldır bunları. Ben glayöl sevmem.
- Peki, Hale Hanım.
- Hatta kendi masana da koyma. Görmek istemiyorum. Ay heyt it, ay cast heyt it!!
- Peki, Hale Hanım.
- Bana annemi bağla.

Neden glayöl sevmediğini soracak ya da glayölden nefret etmesinin sebebinin aslında annesi olduğunu söyleyecek herhalde.

Şirket binasının Hale Hanım ve birimi için ayrılmış yarım katında, kimsesiz bırakılmış cariyeler gibiyiz. Ben dahil olmak üzere tam yirmi üç kadın. Hale Hanım'ın yöentiminde çalışıyoruz. Hale Hanım herkesle rakip. Bu haremden henüz daha kimse kaçma teşebbüsünde bulunmadı, çünkü kaçınca nereye gideceğini hiçbiri bilemiyor. Tam da gerçek harem gibi, arada bir belirli sürelerle azad edilenler oldu. Öokuluslu şirketimin çalışma hayatına gururla kazandırdığı Hale Hanım, altından yetişen rakibini neredeyse Hürrem Sultan'ın Mahidevran Sultan'a yaptığı gibi ince ince işlenmiş bir planla harem dışına attığından beri, "bana artık bu şirkette hiçbir şey olmaz" tutumunu sürdürerek ilerliyor. Eski sekreteri azad edilen birkaç kişiden biri. Hale Hanım kendi biriminin toplantılarına herkesi odalarından toplayarak gidiyor. Hepimiz onun arkasında, onun önüne geçmeyecek şekilde ilerliyoruz. Tıpkı Nurbanu Sultan'ın eski saraydan, Topkapı Sarayı'na valide alyıyla gidişi gibi. Hale Hanım'a toplantı salonundaki koltuğuna oturması için yardım ediyoruz ve o oturmadan hiçbirimiz oturmuyoruz. Bu toplantı günlerinde herkes yeni bir şey giymemek, takmamak konusunda oldukça dikkatli davranıyor. Hatta bir gece önce kocasıyla, sevgilisiyle yatmış olanlarımız var ise, yüzündeki o mutlu, pembe gülümsemeyi silmek için tuvalette ayna karşısında çalışmalar yapıyor. Müthiş bir kadın Hale Hanım.

"Muayyen" günler çakıştığı zamanlarda durum iyice imkansız bir hal alıyor.

* * * * *

- Evimdeki kurutma makinesini tamire gönderttin mi?
- Evet. Bu sabah hallettim.
- Ne? Bu sabah mı? Ben sana bunu dün söylememiş miydim?
- Hayır, Hale Hanım. Dün söylemediniz. Bugün sabah evden telefonla arayarak söylediniz.
- Hayır, o dündü.
- Hayır, bu gündü.
- İspat et, Şebnem !
- İspat edemem, Hale Hanım. Size neden yalan söyleyeyim?
- Orasını bilmiyorum. Ben de onu anlamaya çalışıyorum.
- Bence siz hiçbir şeyi anlamıyorsunuz. Sadece bana kötülük olsun diye böyle davranıyorsunuz. Ama ben sizi affediyorum.
- Çık dışarı !
- Şu anda sekreterinizin ofisinde bulunuyorsunuz, Hale Hanım. Rahatsız olduysanız siz çıkınız.

Birkaç gün sonra normale dönsek bile, gerçek kötü durum, Hale Hanım'ın ara sıra sahip olabildiği erkek arkadaşının - ki en uzun ilişkisi üç hafta sürmüştür - şirkete onu almak için geldiği günlerde yaşanır. Bir anda vahşileşir, Hale Hanım. Saat beşi biraz geçe gelen sevgilisini ana kapıdan gidip kendisi karşılar. Benim bulunduğum ofisi, adamın kafasına kar maskesi taktırarak geçirir, kapıyı arkasında kapatır. Birkaç dakika sonra başını uzatır ve sadece kadın olanın anlayacağı hain bir bakışla bir çırpıda konuşur:

- Şebnem, bana telefon melefon bağlama ve hemen kuzeydeki, güneydeki ve batının sadece orta bölümündeki üretim hatlarımızda, geçtiğimiz on yıla ait üretimlerimizin beş yıllık iş planına göre oranlarını çıkart, sonra o verilerle çokuluslu şirketimizin bizden istediği üretim kapasitesinin mukayesesini yap, bitirinve iki çalışmayı da götür filancaya kontrol ettir, hataları beraber düzeltin. Gelirken kalite kontrolden bu sene için planlanan fuarların bir listesini katılım formlarıyla beraber getir, formlar birer tane ise hepsinden üçer tane kopya çıkart, birer tanesini benim için doldur ve gönder, pasdaportumda olmayan ülke vizeleri için bugünden başvuruda bulun. Ha sahi... saat altıya çeyrek kala çıkabilirsin. Anlaşıldı mı?


Kitap: Müseccel Marka - Roman
Yazar: Aytuna Tosunoğlu
Yayınevi: Doğan Kitap - 2003

2 yorum:

  1. Çekilmezmiş gerçekten. Erkeklere karşı da böyle miydi tavrı?

    YanıtlaSil
  2. ahaha :D okunmalı.. mutlaka!

    YanıtlaSil

Yorumlar