2 Aralık 2009 Çarşamba

1 İzlenim, 2 Üzüntü, 1 Film, 1 Aşı, 2 Albüm, 1 Ses ki: O Ne Ses Öyle?

Kurban bayramı eski yıllarda gözlerimizi şenlendiremeyen görüntülere sahne olurdu. Sokak aralarında sevabı uğruna ufak çaplı cinayetler işlenir, zemin kat balkon demirlerine kancalar ile asılan cılız ya da besili hayvan bedenlerinden postları yüzülür, etleri parça parça küvetleri doldururdu. Tabii ki henüz bu parçala ve böl seremonisine başlamadan önce apartman bahçelerinde kan gövdeyi götürmüş olurdu. Şimdi Avrupa Birliğine girmeye “niyetliyiz” ya, kan gövdeyi götürmüyor, istenmeyen bu görüntüleri ulu orta görmüyoruz. İsteyen gidiyor görüyor o ayrı.

Arife günü bir haber kanalında Ankara’da bir büyükbaş hayvan pazarını gözümüze soktular. Her zamanki gibi görüntülerin üzerine çığırtkan nitelikli madrabazın teki yırtım yırtım yırtıyordu ses çıkartma organlarını. Şimdi efendim, güzel yurdumuzun her bir yöresinden gelen havyan üreticileri ineklerini/sığırlarını almışlar bu pazara varmışlar, kurban kesmek isteyenlere satmaya çalışıyorlar. Bütün gün hayvan satmaktan sıkılan bu hayvan satıcıları hem zamanlarını daha değerli bir biçimde sarfedebilmek, hem müşteri beklerken sıkılmamak hem de kurban adaylarını motive etmek için bir aktivite düzenlemişler. Aktivite şu, pazarın en güzel ineği seçilecek. Allah’ım ineklerin üzerlerine numaralar yazılı kartonlar asılmış ve sahipleri onları sıraya sokmaya çalışıyorlar. İnekler sıraya girmeye rıza göstermediği için bunları ya yularlarından çekiyorlar, ya da üç dört insan bir araya gelip arkasından ittiriyorlar. Sonuç nafile. İneklerin bir bölümü bir gıdım kımıldamıyorlar. Bir grup gazeteci de benzetmek gibi olmasın görüntülemek istedikleri canlılardan pek de farkı olmayan bir kalabalık halinde birbirlerinden görüntü çalmaya çalışıyorlar. Derken bir tarafına halel gelmesin mi yoksa erkek milletini cezp etmesin mi nedendir bilemem, başını örtmüş bir hanım gazeteci kızımız ciyak ciyak konuşurken cevvalliği ile dikkat çekmeye başladı. İneklerin ne kadar çevik olduğunu bir zamanlar tecrübe etmiştim. İşte bu tecrübenin verdiği endişeyle "Ya bu kadın neden kırmızı başörtüsü takmış?" demeye kalmadan az evvel bir adım bile atmamak için direnen büyükbaşlar kırmızı rengin üzerlerinde yarattığı karşı konması güç kışkırtma neticesinde Bayan Ciyak’ın peşinden koşmaya başladılar. Neyse kovalamaca uzun sürmedi inek sahipleri hayvanlarını hayvanların karşı koyamadığı bir sevgiyle dizginlediler. Hanım kızımız hangi akla hizmet kırmızı başörtüsü ile o ineklerin, sığırların huzuruna çıktı bilinmez ama insanoğlunun dünyasında bu davranışın adına kışkırtma, ya da biraz mürekkep yalamış görünmek isteyenlerce de provakasyon deniyor. İnek güzeli seçilemedi, görüntünün üzerine konuşan spiker heyecandan ve nefes darlığından bir ana ölecek gibi olduysa da “bayram gelmeden ilk kurbanı verdi Türkiye” dememe kalmadan karizmayı toparladı. İnek güzeli seçilemedi ama inek sahipleri bir anda en kızgın ineği seçerek atraksiyona son verdiler.

Bayramda beni üzen inek kurban etmek isteyen bir grup kişinin insanlık dışı davranışıydı. Kurban etmek için aldıkları inek direnince baklta ile vurup ayaklarını kesmişler. Ancak böyle vahşice zaptettikleri hayvanı kurban etmişler. Hayvana acı çektirdikten sonra ne kıymeti kaldı?

Bir de bayram vesilesi ile deniz kenarlarına akan, kenarda oturup suya bakan insan kalabalıkları var. Bunlara da üzülmedim desem yalan olur. Bunlar tertemiz deniz kenarlarına gelip, tertemiz çimenlerin üzerine oturup saatlerce kıyıda mıyıl mıyıl öz memleketlerinin hayalini kuruyorlar sonra akşam olunca kalkıp evlerine gidiyorlar. Gittikleri vakit. Geride olanca poşet, kağıt, bok püsürat vesaire bırakıyorlar. Buldukları gibi bırakmayı akıl edenine rastlamadım.

İnsanoğlu işte böyle birbirini kolay beğenmiyor.

Bayram kanlı geçti, kurbanlar ve her zamanki gibi trafik kurbanları. Yok trafik kurbanı değil, direksiyona geçmiş öküz kurbanları.

Kandan kurtulmak için sinemaya gittik: 2012. Milyarlarca insan ölüyor, sizi temin ederim bir gram kan yok filmde. Ölüp gidiveriyorlar o kadar işte. Üzücü pek bir şey olmuyor, sadece John Cusak’ın canlandırdığı karakter Himalayaların tepesinden bir ceket bir gömlek kalınca aman üşütmesin diye korktum bir an ama o da olmadı. Himalayalardaki sularda bile yüzdü sonradan bana mısın demedi, daldı daldı çıktı. SOnuç olarak özel efektlerin ter ter tepindiği bir film olmuş, perdedeki aksiyon hiç dinmedi, bir santimetrekare bile bir an olsun aksiyondan mahrum kalmadı.

Aşı işi hayli şaştı, organizasyon diye bir şey cidden vardıysa şayet o da yan yattı. Hacca gideceklere bedavaya H1N1 aşısı yapıyorlar, grip aşısını git kendin ol diyorlar, adam dikleniyor ben aşıya para mı vericem diye. Gençten ve yüzünden fepfetullah nursuzluk akan bir tanesine aşı yapıyorlar, suratına mikrofon dayıyorlar kaçınılmaz olarak küçükdağları ben yarattım yılışıklığı ile ben aşı olmazdım ama olduk bir kere mimiği yapıyor. Hacca gidene bedava, ben gittim mi parayla. Belli meslek grubundakilere bedava, yaş sınırı altı ve üstündekilere bedava. Nedir bu ya?

Seneler önce makam arabasına binerken bizlerden sır olup da gizlenen gizli hastalığı nükseden sevgili Başbakanımız aniden kendini araca kilitlemişti de sonradan ağzında köpürtü benzeri görüntü oluştuğunda Türk Lirası ile yüzbinlerle ifade edilecebilecek değerdeki hususi otomobilin depdeğerli camlarını kırarak kilit altında rahatsızlık geçirmekten kendisini kurtarmışlardı. Çok üzülmüştük vatandaştan gizlenecek denli önemli hastalığını olmasına, kendisine acil şifalar dilemiş, dualara etmiştik. Şimdi çıktı Sayın Sağlık Bakanına çıkıştı, aşı olmayacağını beyan etti. Haklı, Sayın Bakan Başbakan’ın aşı olacağını ima etmeye yönelik beyanat vermeseydi, oh olsun. Başbakanın hakikaten haklı çıkışışı bir çok kafayı karıştırdı, halkın bir bölümü ürkeceğine, aşı olmaktan caydı. Sanırım “biz milyonlarca aşı getirttik kendileri olmak istemediler de öldüler vicdanımız malum bisküvi markası kadar tertemiz” vakası.

Pink Martini’nin son albümünü dinledim, her zamanki gibi güzel. Göksel de dinlesin. Ninna Nanna’ya kulak versin. Şarkı nasıl söylenirmiş öğrensin.

Joan Armatrading’in Into the Blues albümünü çok gecikmeli de olsa dinledim, harika bir albüm, o hızla elimdeki tüm albümlerini MP3 çalara yükledim şimdi bir müddet joan ile baş başa kalayım diyorum. O ses var ya o ses. Ben de bile yok :p

5 yorum:

  1. bi'şi sorcam, sen bilirsin bu işleri. 2012'ye başladığının ertesi günü filan gittiydik. aklımda yanlış kalmadıysa, filmin başında bunlar yerin bilmem kaç metre altına iniyolar ve orası feci sıcaktı, di mi? ve orada gürül gürül çalışan bilgisayarlar vardı... çok saçma değil miydi yahu? devamlı çalışabilir mi makinalar o şartlarda?

    YanıtlaSil
  2. uzun ama güzel bir yazıydı...

    İnsanların kurbanı ne için kestiklerinin farkına varmazlarsa ineğin ayaklarını kesmek gibi bir saçmalığa başvururlar. .

    YanıtlaSil
  3. Haklısın Abi, filmde abartmayı ön plana alınca çok sayda mantıksızlık sergilemişler, bunlardan birisi de senin dediğin gibi aşırı sıcak ortamda çalışan bilgisayarlardır. Kazan dairesinde çalışmayacak computerler mağmaya açılan kapakların dibinde cayır cayır çalışmakla kalmayıp yaklaşan felaket ile ilgili şaşmaz hesaplamalar yapıyorlardı.

    Neyse böyle sahneler iyi ki vardı, sinemada izlerken eğlendim. Karaca Sineması'na neredeyse 10 yıldır gitmemiştim vesile ile oraya gitmiş bulundum. İyi sinemaymış, unutmuşum :)

    YanıtlaSil
  4. Bahaar,

    Teşekkür ederim. Hatıralarımızda önem taşıyan bir çok değerin içi malesef bilinçsiz yaklaşımlar nedeni ile boşaltıldı. Büyük bir çoğunluk neyi, neden, ne amaçla yaptığı konusunda fikir yürütmekten, kafa yormaktan aciz.

    Benim üzüldüğüm konulardan birisi de eskinin dindar insanlarının örneklerinin yok denecek kadar alması. Eskiden "Hacı" denilen kimselerin gözlerinin içi gülerdi, içlerinden sanki bir ışık çıkar yüzlerini aydınlatırdı. Dinini seven, bilinçle ibadet eden yaşlı teyzelerin yüzlerini gizli bir ışık aydınlatırdı adeta. Bunlara bir sorun anlatıldığında her zaman yapıcı konuşur, karşısındakileri hep düşünmeye, tevekküle çağırırlardı. Ama şimdi "dindar" olduğunu bağıran yaşlı insanların yüzünde ne nur, ne de meymeney görüyorum. Öfke dolu bakışlar, sımsısıkı büzülmüş dudaklarla her şeyi yargılayarak, insanlara hiç bir ışık tutmadan bakıyorlar. Bu öfke daha neleri yokedecek bilmiyorum.

    YanıtlaSil
  5. ayakları kesilen ineğe içim gitti.küfredip durdum olduğum yerde.
    insanın nurası yüzünde işte. yalan söyleyemiyorlar. üfürükle, dindar bir görünümle olmuyor bu işler. sevmekle, herkesi kendi gibi bilmekle, gönülle oluyor. bilen biliyor, gören görüyor.

    2012 ise sıkı bir propoganda gibi gelmeye başladı bana. Yok Maya kehanetleri dediler, eski Mısır yazıları dediler, şimdi filmleri çıkıyor piyasaya, 2011 gibi de Mars ta arazi satmaya başlayacaklar gibime geliyor.

    YanıtlaSil

Yorumlar