David ilk e-maili aldığında sanki kabahat işlerken suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi önce susmaya karar verdi. Ancak, kararını çabuk değiştirerek ancak yine bir çocuk gibi, ona inanmayın dercesine Nazan’ın gönderi listesindeki herkese ünlem işaretli bir cümle yolladı. O cümleyi Nazan’a gönderecek kadar gücü yoktu. Aylarca saçma sapan bir borç için peşinden gelmiş, mesajlar yollamış kadından bu kadar süre boyunca kaçtıktan sonra, “o kinci kadına inanmayın” e-mailini kendisine gönderemezdi. Önce Samantha’nın işe balıklama dalması, ardından babasının onu yerin dibine geçiren sözleri ve ve bunlara Nazan’ın verdiği cevaplar sinirlerini iyice bozmuştu.
İçmeye öğlen başlar gece eve dönünceye kadar en az on beş şişe bira içerdi. Babasının e mailinden sonra her zaman gittiği barda adisyon fişinin arkasına hesap yaptı. Her gün bir bira noksan içse Nazan’a olan borcunu fakına bile varmadan ödeyebilirdi. Bu kadar kolaydı demek. Çok mutlu olup bir bira daha söyledi. O kadar sevindi ki günlük bira haddini aştğını fark etmedi. Artık kapasitesini aşmıştı günde onyedi bira tüketmeye başladı. Son e mailden sonra Nazan’ kafasından sildi attı. O akşam eve döndüğünde Samantha yoktu. Oysa barda beraberdiler. Ne zaman kalkmıştı. Ah evet saat on gibi kendisinin neredeyse yarı yaşındaki bir genç erkekle başka masaya kalkmıştı. O masada çok samimi olduklarını gördükten sonra bir daha o yöne bakmamıştı David. Bir yer bulabildilerse kesin bir iki saat sonra damlardı Sam.
David sessizliğin tadını çıkarmak istedi. Salonda, Sam’in oyuncak tavşanlarının durduğu TV sehpasının üzerinde bir zamanlar TV’nin durmakta olduğu boşluğa baktı uzun uzun. Eastenders’ı izlediğini hayal etti. Babası, annesi ile yaşarken de Eastenders’ı izledikten sonra.babası ile beraber köşedeki bara gidip bira içerlerdi. Gözlerini kapadı o barı düşledi. Bardan çıkıp yemyeşil çimenlerle çevrili köylerindeki yoldan yürüyerek kendini yatağın üzerine bıraktı usulca. Üstündekileri çıkarmaya üşenmişti. Yemyeşildi her yer.
Bir saat sonra kapı açıldı. Dudakları sızlayan Samantha ilk başta direnen kapıyı zorlayarak eve girdi. Yatak odasının olduğu yerden horlama sesi geliyordu. “Pis ayyaş” diye söylendi. Duşa girdi. Nazan’a çok kızıyordu. Bir zamanlar yakın arkadaşı olan bu kadın yazdığı e mailler ile aslında nasıl bir adamla yaşadığını herkese ilan etmişti. Sular kızıla boyalı saçlarından yüzüne, omuzlarına akarken Nazan’ı sildi kafasından. Bu gece beraber olduğu genç adam düşündü. “Yakışıklı ama işlevsiz” diye geçirdi içinde. Kendi zevkinden başkasını düşünmeyen bir erkek daha. İngiltere’nin yeşil kırlarına bakan köyündeki barda içmeyi özlemişti. O yeşil günler geldi aklına. Duştan çıktı, kurulanırken aynaya baktı. Dudakları şişmişti, boynunda diş izleri vardı. Yapma demişti o kadar dinletememişti. Adam illaki kendi izini bırakmıştı az önce boynuna. Başı hala dönüyordu. Aynadaki kadına da “pis ayyaş” dedi. Yatak odasına geçti.
Dorian erkenden yatmıştı. Oğlundan haber almayalı bir yıldan uzun süre geçmişti. Karısı çok üzülüyordu, ama ondan bahsetmek kadını daha da çok üzdüğü için adını anmıyorlardı artık evde. Birbirlerinden habersiz endişe dolu e mailler gönderiyorlardı oğullarına. Bir yıldan sonra yaşadığına dair bir haber aldıkları için çok mutlu olmuşlardı. Uykuya dalarken oğlunu düşündü yine. “Neden yazmıyor bize?” diye sordu karısına, karısı çoktan derin uykuya dalmıştı bile, onu duymadı.
Nazan alışverişe çıkıyordu.’de Öğle saatleriydi daha. Mutlu bir yaşamı vardı, mutluluğunu herkes bilsin istiyordu. Eskiden canını sıkan herkesin canını sıkmaya karar verdiğinde sonunda kendi canının sıkılacağını düşünmemişti. Bu İngiliz milleti bir garipti. Borcunu ödemeyen bir adamı nasıl da korumuşlardı. Tehdidini düşündü. Uğraşmaya değmeyeceğine çoktan karar vermişti. K-Mart’ta onu bekleyen eşi aklına gelince gülümsedi. Yemyeşil ağaçlar hafiften sarı ve kırmızının tonlarına bürünmeye başlamıştı. Radyoda Neil Young'ın Philadelphia şarkısı çalıyordu. Lansdowne’daki ağaçlı yoldan hızla geçerken, gölgeler arabasının üzerine neşeyle dokundular. Can sıkıntısı işte o anda bir daha geri dönmemecesine silindi gitti.
Kedi rüyasında çimenlerin üzerinde koşuyordu. Hep balkondan gördüğü ama bir türlü üstünde yürüyemediği yerde koşuyor olmaktan çok büyük heyecana kapılmıştı. Bıyıkları titredi, arka ayakları seyirdi. Masanın üstündeki vazonun yanına kıvrılmıştı. Masa, yasak yer.
Vladimir kediye baktı, gülümsedi. Kedinin rüyasında neler gördüğünü sadece hayal edebilirdi. Nazan, Sam, Dave ve baba figürünü geçirdi kafasından. Öyküyü istediği gibi toparlayamamıştı. Yarattığı karakterlerin bir süre sonra kendi başına buyruk davranmaya başlamalarını, kendi yarattığı o insanların birbirlerini çekememelerini, sonunda birbirinden intikam almaya kalkmalarını pek sevmiyordu. Hayal ürünü oldukları bir bakışta anlaşılıyor o zaman diye üzülüyor bu üzüntüyü nasıl aşacağını pek bilmiyordu. Denemek için bu kez her bir karakterine bir e mail yaratmıştı. Kedi uyuyordu, diğer kedi de çalışma odasında olmalıydı. “olmeznazan” yazdı, Nazan’ın doğum gününden oluşan şifresini girdi.Gmail biraz yavaş açıldı. Dört e mail gelmişti Nazan’a Hepsini merakla okudu. Sonuncusu onu mutlu etmişti. Çok kısa bir soruydu. Vladimir yüksek sesle tekrarladı:
“Sen gerçek misin?”
Sesinin yankısı hoşuna gitmişti, artık neyin gerçek neyin kurgu olduğunu bilmiyordu. Yazmaya başlayınca hayal, uydurma, gerçek ne varsa hepsini sihirli bir kavanoza doldurup sallamışsın gibi oluyordu. Bu karışımda her şey el kararıydı, ölçüsü yoktu.
Vladimir’in kafasında yaklaşık iki aydır yeni bir fikir dolaşıyordu. Onbeş daireli bir eski apartman vardı, her bir dairesinde onbeş yıl boyunca başka başka insanlar yaşamıştı. Bazı geceler uykusundan uyandığını sanıp rüya görmeye devam ediyordu. O gece rüyasında apartmanın bahçe kapısından geçti. Çimenler ve güller vardı içeride. Yemyeşildi çimenler. Yürüdü bahçeyi geçti. Üç eski basamaktan yükselerk cümle kapısından geçti. O eski apartmanın gri renkli mozaik zemininde o gece ilk adımını attı Vladimir.
Birinci dairenin kapısını çaldı.
İçmeye öğlen başlar gece eve dönünceye kadar en az on beş şişe bira içerdi. Babasının e mailinden sonra her zaman gittiği barda adisyon fişinin arkasına hesap yaptı. Her gün bir bira noksan içse Nazan’a olan borcunu fakına bile varmadan ödeyebilirdi. Bu kadar kolaydı demek. Çok mutlu olup bir bira daha söyledi. O kadar sevindi ki günlük bira haddini aştğını fark etmedi. Artık kapasitesini aşmıştı günde onyedi bira tüketmeye başladı. Son e mailden sonra Nazan’ kafasından sildi attı. O akşam eve döndüğünde Samantha yoktu. Oysa barda beraberdiler. Ne zaman kalkmıştı. Ah evet saat on gibi kendisinin neredeyse yarı yaşındaki bir genç erkekle başka masaya kalkmıştı. O masada çok samimi olduklarını gördükten sonra bir daha o yöne bakmamıştı David. Bir yer bulabildilerse kesin bir iki saat sonra damlardı Sam.
David sessizliğin tadını çıkarmak istedi. Salonda, Sam’in oyuncak tavşanlarının durduğu TV sehpasının üzerinde bir zamanlar TV’nin durmakta olduğu boşluğa baktı uzun uzun. Eastenders’ı izlediğini hayal etti. Babası, annesi ile yaşarken de Eastenders’ı izledikten sonra.babası ile beraber köşedeki bara gidip bira içerlerdi. Gözlerini kapadı o barı düşledi. Bardan çıkıp yemyeşil çimenlerle çevrili köylerindeki yoldan yürüyerek kendini yatağın üzerine bıraktı usulca. Üstündekileri çıkarmaya üşenmişti. Yemyeşildi her yer.
Bir saat sonra kapı açıldı. Dudakları sızlayan Samantha ilk başta direnen kapıyı zorlayarak eve girdi. Yatak odasının olduğu yerden horlama sesi geliyordu. “Pis ayyaş” diye söylendi. Duşa girdi. Nazan’a çok kızıyordu. Bir zamanlar yakın arkadaşı olan bu kadın yazdığı e mailler ile aslında nasıl bir adamla yaşadığını herkese ilan etmişti. Sular kızıla boyalı saçlarından yüzüne, omuzlarına akarken Nazan’ı sildi kafasından. Bu gece beraber olduğu genç adam düşündü. “Yakışıklı ama işlevsiz” diye geçirdi içinde. Kendi zevkinden başkasını düşünmeyen bir erkek daha. İngiltere’nin yeşil kırlarına bakan köyündeki barda içmeyi özlemişti. O yeşil günler geldi aklına. Duştan çıktı, kurulanırken aynaya baktı. Dudakları şişmişti, boynunda diş izleri vardı. Yapma demişti o kadar dinletememişti. Adam illaki kendi izini bırakmıştı az önce boynuna. Başı hala dönüyordu. Aynadaki kadına da “pis ayyaş” dedi. Yatak odasına geçti.
Dorian erkenden yatmıştı. Oğlundan haber almayalı bir yıldan uzun süre geçmişti. Karısı çok üzülüyordu, ama ondan bahsetmek kadını daha da çok üzdüğü için adını anmıyorlardı artık evde. Birbirlerinden habersiz endişe dolu e mailler gönderiyorlardı oğullarına. Bir yıldan sonra yaşadığına dair bir haber aldıkları için çok mutlu olmuşlardı. Uykuya dalarken oğlunu düşündü yine. “Neden yazmıyor bize?” diye sordu karısına, karısı çoktan derin uykuya dalmıştı bile, onu duymadı.
Nazan alışverişe çıkıyordu.’de Öğle saatleriydi daha. Mutlu bir yaşamı vardı, mutluluğunu herkes bilsin istiyordu. Eskiden canını sıkan herkesin canını sıkmaya karar verdiğinde sonunda kendi canının sıkılacağını düşünmemişti. Bu İngiliz milleti bir garipti. Borcunu ödemeyen bir adamı nasıl da korumuşlardı. Tehdidini düşündü. Uğraşmaya değmeyeceğine çoktan karar vermişti. K-Mart’ta onu bekleyen eşi aklına gelince gülümsedi. Yemyeşil ağaçlar hafiften sarı ve kırmızının tonlarına bürünmeye başlamıştı. Radyoda Neil Young'ın Philadelphia şarkısı çalıyordu. Lansdowne’daki ağaçlı yoldan hızla geçerken, gölgeler arabasının üzerine neşeyle dokundular. Can sıkıntısı işte o anda bir daha geri dönmemecesine silindi gitti.
Kedi rüyasında çimenlerin üzerinde koşuyordu. Hep balkondan gördüğü ama bir türlü üstünde yürüyemediği yerde koşuyor olmaktan çok büyük heyecana kapılmıştı. Bıyıkları titredi, arka ayakları seyirdi. Masanın üstündeki vazonun yanına kıvrılmıştı. Masa, yasak yer.
Vladimir kediye baktı, gülümsedi. Kedinin rüyasında neler gördüğünü sadece hayal edebilirdi. Nazan, Sam, Dave ve baba figürünü geçirdi kafasından. Öyküyü istediği gibi toparlayamamıştı. Yarattığı karakterlerin bir süre sonra kendi başına buyruk davranmaya başlamalarını, kendi yarattığı o insanların birbirlerini çekememelerini, sonunda birbirinden intikam almaya kalkmalarını pek sevmiyordu. Hayal ürünü oldukları bir bakışta anlaşılıyor o zaman diye üzülüyor bu üzüntüyü nasıl aşacağını pek bilmiyordu. Denemek için bu kez her bir karakterine bir e mail yaratmıştı. Kedi uyuyordu, diğer kedi de çalışma odasında olmalıydı. “olmeznazan” yazdı, Nazan’ın doğum gününden oluşan şifresini girdi.Gmail biraz yavaş açıldı. Dört e mail gelmişti Nazan’a Hepsini merakla okudu. Sonuncusu onu mutlu etmişti. Çok kısa bir soruydu. Vladimir yüksek sesle tekrarladı:
“Sen gerçek misin?”
Sesinin yankısı hoşuna gitmişti, artık neyin gerçek neyin kurgu olduğunu bilmiyordu. Yazmaya başlayınca hayal, uydurma, gerçek ne varsa hepsini sihirli bir kavanoza doldurup sallamışsın gibi oluyordu. Bu karışımda her şey el kararıydı, ölçüsü yoktu.
Vladimir’in kafasında yaklaşık iki aydır yeni bir fikir dolaşıyordu. Onbeş daireli bir eski apartman vardı, her bir dairesinde onbeş yıl boyunca başka başka insanlar yaşamıştı. Bazı geceler uykusundan uyandığını sanıp rüya görmeye devam ediyordu. O gece rüyasında apartmanın bahçe kapısından geçti. Çimenler ve güller vardı içeride. Yemyeşildi çimenler. Yürüdü bahçeyi geçti. Üç eski basamaktan yükselerk cümle kapısından geçti. O eski apartmanın gri renkli mozaik zemininde o gece ilk adımını attı Vladimir.
Birinci dairenin kapısını çaldı.
vay beeeeee çok iyiydi sahiden çok iyi...çok özeniyorum böylesi kurgulara öykülere, öykümsü denemelere ama ben beceremiyorum işte...
YanıtlaSilbu arada çalınan birinci dairenin kapısı demek ve o kapının açılması demek, ve o kapıyı açan, ve o kapıyı çalan sen, ve bu şekilde devam eder de ben senin yazmanı bekleyeyim iyisi mi...
not: yukarda kurduğum cümleye bak ondan sonrada ben yazamıyorum de. yazamazsın elbette...
Eee sonra...
YanıtlaSilbelki yanlış varım ama ben sanki
YanıtlaSil"14 kurgu hikaye beklemeliyiz" vehmine kapıldım.
ben ilk üçü görmemişim salak gibi.. dördüncüden başlayınca da bir halt anlamamıştım... sonradan uyanıp geriye dönüp baştan başlayarak okuyunca "vay be, güzel harbiden" dedim. eline sağlık üstad.