Yanındakilerden birisi kağıt mendil uzattı. Çocuk mendili dudağına bastırdı. Eli ile dudakları arasından gözzüken mendili beyazlığında kırmızı bir leke adeta bir çiçek gibi büyüdü. İkinci bir mendil koyup kanamayı durdurmaya başladılar. Çocuğun gözleri bir tuhaf bakıyordu. O bakışı tanırım, kan görmekten etkilenen birisinin bakışlarıydı.
İzmir'in evlerinin alev rendi ışıklar gölgeşendiriyordu. Vapur vardığında çocuk mendili atmış, yanındaki arkadaşları ile şakalaşmaya başlamıştı. Karşımda oturan orta yaşlı kadın yanındakine "kedi götünü görmüş yara zannetmiş" dedi.
Vapurda bir kaç gün önceki keşfimi okumaya çalışıyorum bir kaç gündür. EN arızalı aşk/intikam filmlerinden birini çekmiş olan yönetmen Peter Greenway'ın kısa yazıları, öykü mü gerçek mi olduğuna okuyan karar verebilir ancak. Böyle öyküleri seviyorum. Gerçek olduğuna dair kuşkularım olsun yazılanların bir yaşanmışlığı olsun seviyorum. Sanki birilerini gözetler gibi oluyor hem rahatsız oluyor hem de merak ediyorum bu tarz yazıları okurken. Kitabın adı "Altın". Göründütüsü, kapak dizaynındaki renk seçimine bağlı olarak hayli dandik olan bu kitabı Kıbrıs Şehitleri'ndeki ne alırsan 4 TL 3 tane alırsan 10 TL'cide gördüm. Gözlerimi raflarda gezdirir ve okumaya değecek hiç bir şe y göremezken aniden yazarın adını okuyunca, kitabı raftan alıp sayfalarını çevirmeye başladım. Türkçesi çok güzeldi, çevirenin adını aradım: Pınar Kür. Cevhetr buldum sanki hemen satın aldım kitabı. Kulaklığı kulaklarıma tıkıştırıp okuyorum vapurda.
Mp3 player'ımda bir kaç zamandır Cary Brothers şarkıları var. Onları ilk kez geçen yaz, "Ride" isimli şarkılarından tanıdım. Elektronik müzik ama iyi cinsinden. Aynı şarkının Tiesto remixi de orijinalini aratmayacak denli güzel, hem farklı bir şarkı gibi hem de tıpkısının aynısı tınıları barındırdığı anları var. Albümün adı Who you Are. Artık eskimiş olmakla birlikte dinlenilesi bir albüm.
Bir de bu ara Mad Men isimli diziye tadandım inatla iki sezonu bir haftada izleyip bitirdim. Ellili yıllar sonunda başlayan dizi şu anda altmışların başına geldi. Bir reklam ajansında çalışanları beraber ve solo haldeki ilişkileri anlatılırken fondada dönemin olayları gezinmekte. Çok başarılı senaryo, oyunculuk, o yılları muhteşem biçimde ekrana taşıyan çevre düzenlemesi ve kostim tasarımları var. Kendine baktırıyor derler ya bu dizi de baktırıyor. Ama üstüste izlemek fena geldi, zamansal şizofreni yaşadım resmen, Lost'tan ötürü zaten 30 yıl geri 3 yıl ileri gide gele sarsılmıştım şimdi bir 50 tane yıl daha gerileyince zihnim var ya kevgirin üstünde kalan bezelye taneleri gibi oldu. Ne demekse?
Dün akşam (sizden iyi olmasın) Atom Egoyan'ın Exotica isimli filmini izledim. Seneler önce bir festivalde izlemiş, fena duygulanmıştım. İnternetten indirip bir kenara atmıştım. Sırası dün gece gelmiş, izledim yine. Sadece festival filmi değil her dem taze bir film. Şiddetle öneririm. Film genel olarak Exotica denilen bir barın müdavimi üç adamı ve oranın sahibi ve bir çalışanı bir kadın üzerine bölük pörçük öyküler anlatıyor. Filmin en sonunda bu parçalar bir araya geliyor koskocaman bir kristal hüzün küresi oluyor. Bakmaya kıyamayacağınız güzellikte bir hüzün bu, yönetmen finalde bu küreyi alıp seyircisinin kucağına bırakıyor, gidin kardeşim kendi dünyanıza bu film burda bitti diyor. O öyle derken küre kırılıyor, filmin tüm hüznü üstünüze, başınıza bulaşıyor.
Filmi izlememiş olanlar için berbat etmeden kısaca özetleme raddelerine getirecek olursam: Şimdi efendim bir tane esas adam var, esas adamın kızı ve karısı ölmüş. Adam üzgün akşamları kafasını uzun zamandır meşgul eden kadını izlemeye bara gidiyor. Eve döndüğünde sanki karısı ve kızı evdeymiş gibi olsun diye evine bakıcı tutuyor. Eve döndüğünde ışıkları görüyor ve kapıyı birinin açmasını bekliyor, kapıyı kızının açtığını hayal ediyor. Kapıyı bakıcı açıyor. Hayal de orada bitiyor. Bir de öbür adam var o da aynı kadına aşık. Esas adamdan nefret ediyor aynı kadına ilgisinden ötürü. Bar aslında striptiz klübü bir kadın orada sahneye çıkıyor. Leonard Cohen'in Everybody Knows şarkısı başlıyor, Don Henley söylüyor. Bir kadın liseli kız kılığında, ekose eteği ve beyaz gömleği ve minik kravatı ile. "Herkes geminin battığını biliyor" diyor şarkı, kadın dansediyor. Striptiz klüpteki izleyicilerin hepsi büyülenmiş gibi sahneye bakıyor, hiç birisi oraya et grmeye gelmemiş, herkes bir başkasının içini görmeye çalışıyor sanki. Kalabalığın içinde sonuncu adam var. Sonuncu adam eşcinsel, oraya başka bir erkek bulmak için gidiyor ve barın sahibinin bir sırrını biliyor. Esas adam aynı zamanda vergi müfettişi, sonuncu adamın bir açığını buluyor. İkinci adam esas adam ile ahbaplık ediyor onu aşık olduğu kadından kucak dansı istemeye ve dans esnasında kadını okşamaya ikna ediyor. Dans esnasında kadına dokunduğu için adam bardan atılıyor. Kadına fena halde aşık, sonuncu adamdan bar sahibinin sırrını alıp tekrar bara giriyor. İşte esas hikaye olan geçmiş burada devreye giriyor. Film geçmişte bitiyor, eski bir ev videosu izliyoruz. Huzur dolu bir piyano çalmaya başlıyor, adamın kızını ve karısını görüyoruz.
Egoyan filmlerinin büyük bölümü böyle, bireylerin içlerinde olan bitene, geçmişte kalmış ama hesaplaşılamamış olayların üzerine gidiyor.
Filmi izledikten sonra yattım. Genelde rahat uyurum ama bir türlü uyuyamadım, bir ses, milim milim beynimi oydu adeta. Tıp tıp damladı. İşte beynime musallat olan şöyle, iri mi iri bir damlaydı. Musluktan lavaboya, msuluktan lavaboya, taa dur diyesiye kadar...