Leon filmini Süreyya Sinemasında izlemiştim seneler önce. Luc Besson'dan çarpıcı bir filmdi, baş karakterin izlerini film içinde gizli bir mesaj olarak bir önceki filmi Nikita'daki temizlikçi adam karakteri ile vermişti zaten. Bu filmin beni en çok etkileyen sahnesi filmin finalinde yer alan, küçük kızın yetimhaneden de istenmediği, kucağında bir saksı çiçekle binayı terkedip, iri bir ağacın güvenli gölgesinde yere oturup saksıyı yanına koyduğu andı. O anda Sting'in "Shape of my heart" isimli şarkısı başlıyordu. Müzik hiç beklenmedik anda güm diye başlıyordu, adeta o sahne için bestelenmişti. Şarkıda iskambil kartlarını dağıtan bir adamın gücü anlatılıyordu, kağıtları usulca sanki başka bir dünyadaymışçasına dağıtan, bu kartlara kaderi etkileyen anlamlar yükleyen bir adamı anlatılıyordu. O sıralarda cep telefonu hayatlarımızı henüz işgal etmiyordu. Cep telefonu taşıyanlara telefonu olmayanlar ayıplar gözlerle bakıyordu.
Şimdi her anımızda telefonlar var, herkes sürekli yürür, konuşur halde. Ben içimden "Bir gün birşeyler olsa şu cep telefonları telefonları geldikleri gibi çıkıp gitseler hayatımızdan, şu işgal bitse" diye düşünürken yakalıyorum kendimi artık sıklıkla. Kalabalık bir ortamda huzur içinde otururken ya da alışveriş yaparken aniden o malum markanın imzası haline gelmiş sesi, ya da en popüler dizinin ilk tınısı ile nefret uyandıran tınısı duyuluyor, ardından, telefonun sahibi bağıra bağıra konuşmak zorundaymışçasına bağıra bağıra veriyor, veriştiriyor karşısına, ya da "haşkığm ama beni yanlış hanladın" diye hönkürüyor. Trafikte, direksiyon başında telefon kullananlara alıştık, üstelik bu durumu yasaklayan bir kanun bile var.
Telefonların en illet özelliği konuşma anında insanların nerede olduğunu umursamayıp ağzına gırtlağının dibine kadar megafon tıkılmışcasına bağırmaları değil, mesajlaşma trafiği en illet özelliği. Okuma yazması olan herkes gün içinde milyonlarca mesajı haldır galdır birbirine yetiştirmekle meşgul. Sözleri tükenmiş insanlar için sözcükleri arabesk şarkı sözü piri Ahmet Selçuk İlkan usulü bir araya getirmiş mesaj siteleri mevcut. İnsanlar günün önemine göre buralardan aldıkları mesajı birbirine yetiştirme çabasında. Hiç uğraşmadan emek sarfetmeden kandilleri, sevgililer gününü, yılbaşı, bayram kutlama peşindeler. Gelen mesaj fazla duraksanmadan mesajı alanın listesine doğru yola çıkıyor. Karşısındakine biraz değer veren mesajın en altındaki ismi kendisininki ile değiştiriyor. Bazılar gelen mesajın altındaki isim bölümünü değiştirmeden iletiyor gitsin. Benim gibi saftirikler de düşünüyor, "Nermin'den gelen bu mesajın altında neden Subitaş A.Ş. yönetim Kurulu Başkanı Sadullah Subilay yazıyor acaba?" diye. Bir kafeteryaya giriyorsunuz masalarda insanlar oturmuş hepsi önlerindeki minicik alete konsantre olmuş gelen mesajı başkasına yönlendirmekle meşgul, cümle kurabilenler kendi mesajlarını yazmakta ki cümlelere saygımız sonsuzdur. Herkes istediği kadar mesaj çeksin bana ne tabi, ama direksiyon başında, araba kullanırken mesaj çekmeye çalışanları anlamıyorum. Kadın oturmui tırnaklarının ucu ile yazıyor, kendinden geçmiş, imla hatası yapacağım diye aklı gidiyor ama arabayı çarpıp da birisini hayatını riske atacakmış umurunda değil, yeterki mesaj yerine ulaşsın sağ salim onun derdinde.
Teoman'ın telesekretere mesaj bırakamayanlardan olduğunu biliyoruz. Ben de sevmem o nalet edevata ses kaydı bırakmayı, konuşurkenki kendi sesimi bir kayıt cihazında duymayı da hiç sevmem. O yüzden benim bıraktığım mesajlar genelde çatadanak kapanan bir telefon sesinden ibarettir. Sezen Aksu'nun ise telesekretere mesaj değil beste bile bıraktığını biliyoruz. Kadıncağız o dönemki kocası Ahmet Utlu'nun motorsikletinin arkasına kurulmuş, kafasında kask, yüzünde rüzgar giderken aklına bir melodi düşüyor "lay laray lay lara lara lay" diye. "Ahmet dur" diyor bir kafeteryanın önünden geçerken. Duruyorlar. Kraliçe içeriye dalıyor, telefonu kullanmak için izin istiyor, çeviriyor Sertab'ın numarasını. Az evvel aklına düşen melodiyi en ufak bir layını atlamadan terennüm edip, "Sertab sakın silme bunu" ilavesini de yapıp ahizeyi kapatıyor. Sertab telesekreterine düşen mesajı dinleyince şarkıyı da kapmış oluyor. O akla düşmüş laylaylar en kısa zamanda "Sen yeterki sev kulun olayım"a dönüşüveriyor.
Benim alıklık yıllarımdan bir mesaj hikayem var. Parmak hesabı yaptım on sene olmamış. Sırılsıklam aşığım, esmer bir kıza, o da bana aşık. Kendi evine çıktı. "Seviyorum, seviyor, seviyorlar" diye gelişmekte olay, dünyayı tozpembe görüyorum, aklımda fesatlık yok asla."Öl dese ölürüm ben şimdi buna" diye sıklıkla içimden geçiriyorum. Minik minik sürprizlerle süslüyorum anlarımızı. Derken telesekreter aldı evine. İyi yaptığını düşünüyorum, evde yokken arayanlar mesaj bırakabilirler böylece. Onun biraz teknoloji özürlü olduğunu biliyorum. Evdeki her alet edevatı ben çalışır hale getiriyorum. İşi gereği arada seyahatlere gidiyor. Ben evine bile girsem telesekreterin ışığı cilveli cilveli gözkırpsa "bak burda mesaj var dinle hadi" dese bile dürüstlüğümden ödün vermeyip bekleyen mesajları merak etmiyorum. Bir gün öğle vakti, kuşkulandım, neden, ne sebeple bilmiyorum. Telesekreterlerin mobil olsun sabit olsun genellikle şifresi "1234"tür kullanıcısı tarafından yenisi ile değiştirilinceye kadar. Evini aradım, telesekreteri devreye aldım ve 1234 rakamlarını tuşladım. İlk mesaj annesinden, ikincisi kardeşindendi, üçüncü mesajda tanıdık bir sesti, en yakın arkadaşının babasıydı arayan; "beybişim" diye başlıyor onu ne kadar özlediğini anlatıyor, dilini mahrem yerlerinde gezdirmeye hasret kaldığına üzülüyordu. Bu mesajdan başıma kaynar sular halinde indi. Hemen topukladım ordan. Başkasının mesajlarını dinlemek mi daha aşağılıkça yoksa birisi ile ilişkin sürerken kız arkadaşının babası ile cinsel heyecanlarda tol almak mı hiç kıyaslamadım. İkisi de dürüstçe değil nasıl olsa.
Bir de konuşmalarında açık ve net olamayan insanlar vardır, hastasıyım onların. İki lafın arasında bir mesaj verme endişesi taşırlar. O endişe gelir boğazınızı sıkar, ağzını açtığı vakit boğazlıyasınız gelir, hayra açmazlar ağzılarını. En düzgün görünümlü laflarının arasına mesaj biçimli bir laf sokuşturma karışmıştır. Ona buna mesaj yollarlar, adam gibi dangadanak demezler diyeceklerini. Gizli, saklı, üstü kapalı, ilerde sıkıyı görünce "Ben öyle demek istemedim ki" deme kapısını kendilerine açık bırakan, bel altından vuran mesaj yollayanlar vardır. Onlara ne demeli? Cevabı bir başka kelime yazısında...
Şimdi her anımızda telefonlar var, herkes sürekli yürür, konuşur halde. Ben içimden "Bir gün birşeyler olsa şu cep telefonları telefonları geldikleri gibi çıkıp gitseler hayatımızdan, şu işgal bitse" diye düşünürken yakalıyorum kendimi artık sıklıkla. Kalabalık bir ortamda huzur içinde otururken ya da alışveriş yaparken aniden o malum markanın imzası haline gelmiş sesi, ya da en popüler dizinin ilk tınısı ile nefret uyandıran tınısı duyuluyor, ardından, telefonun sahibi bağıra bağıra konuşmak zorundaymışçasına bağıra bağıra veriyor, veriştiriyor karşısına, ya da "haşkığm ama beni yanlış hanladın" diye hönkürüyor. Trafikte, direksiyon başında telefon kullananlara alıştık, üstelik bu durumu yasaklayan bir kanun bile var.
Telefonların en illet özelliği konuşma anında insanların nerede olduğunu umursamayıp ağzına gırtlağının dibine kadar megafon tıkılmışcasına bağırmaları değil, mesajlaşma trafiği en illet özelliği. Okuma yazması olan herkes gün içinde milyonlarca mesajı haldır galdır birbirine yetiştirmekle meşgul. Sözleri tükenmiş insanlar için sözcükleri arabesk şarkı sözü piri Ahmet Selçuk İlkan usulü bir araya getirmiş mesaj siteleri mevcut. İnsanlar günün önemine göre buralardan aldıkları mesajı birbirine yetiştirme çabasında. Hiç uğraşmadan emek sarfetmeden kandilleri, sevgililer gününü, yılbaşı, bayram kutlama peşindeler. Gelen mesaj fazla duraksanmadan mesajı alanın listesine doğru yola çıkıyor. Karşısındakine biraz değer veren mesajın en altındaki ismi kendisininki ile değiştiriyor. Bazılar gelen mesajın altındaki isim bölümünü değiştirmeden iletiyor gitsin. Benim gibi saftirikler de düşünüyor, "Nermin'den gelen bu mesajın altında neden Subitaş A.Ş. yönetim Kurulu Başkanı Sadullah Subilay yazıyor acaba?" diye. Bir kafeteryaya giriyorsunuz masalarda insanlar oturmuş hepsi önlerindeki minicik alete konsantre olmuş gelen mesajı başkasına yönlendirmekle meşgul, cümle kurabilenler kendi mesajlarını yazmakta ki cümlelere saygımız sonsuzdur. Herkes istediği kadar mesaj çeksin bana ne tabi, ama direksiyon başında, araba kullanırken mesaj çekmeye çalışanları anlamıyorum. Kadın oturmui tırnaklarının ucu ile yazıyor, kendinden geçmiş, imla hatası yapacağım diye aklı gidiyor ama arabayı çarpıp da birisini hayatını riske atacakmış umurunda değil, yeterki mesaj yerine ulaşsın sağ salim onun derdinde.
Teoman'ın telesekretere mesaj bırakamayanlardan olduğunu biliyoruz. Ben de sevmem o nalet edevata ses kaydı bırakmayı, konuşurkenki kendi sesimi bir kayıt cihazında duymayı da hiç sevmem. O yüzden benim bıraktığım mesajlar genelde çatadanak kapanan bir telefon sesinden ibarettir. Sezen Aksu'nun ise telesekretere mesaj değil beste bile bıraktığını biliyoruz. Kadıncağız o dönemki kocası Ahmet Utlu'nun motorsikletinin arkasına kurulmuş, kafasında kask, yüzünde rüzgar giderken aklına bir melodi düşüyor "lay laray lay lara lara lay" diye. "Ahmet dur" diyor bir kafeteryanın önünden geçerken. Duruyorlar. Kraliçe içeriye dalıyor, telefonu kullanmak için izin istiyor, çeviriyor Sertab'ın numarasını. Az evvel aklına düşen melodiyi en ufak bir layını atlamadan terennüm edip, "Sertab sakın silme bunu" ilavesini de yapıp ahizeyi kapatıyor. Sertab telesekreterine düşen mesajı dinleyince şarkıyı da kapmış oluyor. O akla düşmüş laylaylar en kısa zamanda "Sen yeterki sev kulun olayım"a dönüşüveriyor.
Benim alıklık yıllarımdan bir mesaj hikayem var. Parmak hesabı yaptım on sene olmamış. Sırılsıklam aşığım, esmer bir kıza, o da bana aşık. Kendi evine çıktı. "Seviyorum, seviyor, seviyorlar" diye gelişmekte olay, dünyayı tozpembe görüyorum, aklımda fesatlık yok asla."Öl dese ölürüm ben şimdi buna" diye sıklıkla içimden geçiriyorum. Minik minik sürprizlerle süslüyorum anlarımızı. Derken telesekreter aldı evine. İyi yaptığını düşünüyorum, evde yokken arayanlar mesaj bırakabilirler böylece. Onun biraz teknoloji özürlü olduğunu biliyorum. Evdeki her alet edevatı ben çalışır hale getiriyorum. İşi gereği arada seyahatlere gidiyor. Ben evine bile girsem telesekreterin ışığı cilveli cilveli gözkırpsa "bak burda mesaj var dinle hadi" dese bile dürüstlüğümden ödün vermeyip bekleyen mesajları merak etmiyorum. Bir gün öğle vakti, kuşkulandım, neden, ne sebeple bilmiyorum. Telesekreterlerin mobil olsun sabit olsun genellikle şifresi "1234"tür kullanıcısı tarafından yenisi ile değiştirilinceye kadar. Evini aradım, telesekreteri devreye aldım ve 1234 rakamlarını tuşladım. İlk mesaj annesinden, ikincisi kardeşindendi, üçüncü mesajda tanıdık bir sesti, en yakın arkadaşının babasıydı arayan; "beybişim" diye başlıyor onu ne kadar özlediğini anlatıyor, dilini mahrem yerlerinde gezdirmeye hasret kaldığına üzülüyordu. Bu mesajdan başıma kaynar sular halinde indi. Hemen topukladım ordan. Başkasının mesajlarını dinlemek mi daha aşağılıkça yoksa birisi ile ilişkin sürerken kız arkadaşının babası ile cinsel heyecanlarda tol almak mı hiç kıyaslamadım. İkisi de dürüstçe değil nasıl olsa.
Bir de konuşmalarında açık ve net olamayan insanlar vardır, hastasıyım onların. İki lafın arasında bir mesaj verme endişesi taşırlar. O endişe gelir boğazınızı sıkar, ağzını açtığı vakit boğazlıyasınız gelir, hayra açmazlar ağzılarını. En düzgün görünümlü laflarının arasına mesaj biçimli bir laf sokuşturma karışmıştır. Ona buna mesaj yollarlar, adam gibi dangadanak demezler diyeceklerini. Gizli, saklı, üstü kapalı, ilerde sıkıyı görünce "Ben öyle demek istemedim ki" deme kapısını kendilerine açık bırakan, bel altından vuran mesaj yollayanlar vardır. Onlara ne demeli? Cevabı bir başka kelime yazısında...
sevmiyorum telefonla konuşmayı ve mesaj yada yazı yazarken kısaltma kullanan insanları.
YanıtlaSilen yakın arladaşımla 15 de bir, yada kızımla bile çok nadir konuşurken, kimse benden telefonla görüşmemi istemesin diye geçiriyorum sık sık acil bir şey olmadıkça.
Çalmayan telefonlar çoğu kez ihmal değildir benim için.
Telefon hayatımıza girdiğinden beri çok sorgular olduk brbirimizi sadece.
YanıtlaSilhiç bir şeye değilde, gözünde değerli gördüğün kızın değersizleşmesine üzüldüm. O hak ettiğini buldu, acısı sana düştü demi?
YanıtlaSilmesajlar..Hele şu sesli harfleri hiçe sayarak yazılanlar.. Bir sesli harf olsam, örgütler tüm sesli harfleri çeker giderdim şu kelimelerden.. Sonra uzaktan gülerek seyrederdim "sn svyrm" yazanların birbirinin gözlerine bakarak bunu nasıl söyleyeceklerini.. Yada söyleyemeyince ne hale geleceklerini.. Hasretleri telefonlarla sabote etmeyenleri seviyorummm.
YanıtlaSilsıkı ego sallayıcı bir durum aslında cep telefonları. "seni aradım, geri bile dönmedinler", "ama telefonum bozuktu, görmedim bile aradığını" diye verilen cevaplar, inanmamalar, güvenmemeler vs.
YanıtlaSilinsanların bütün karizma telefona bağlı yani bugünlerde.
hele bir de şu bilimum şirketlerden gelen mesajlar yok mu, gecenin 10 unda öter telefon bilmem ne mağazası kelebek günü yapmıştır vs. şu ara iş arama dönemindeyim, herkeste bu numara var. ama işe girer girmez ilk iş başka numara alacağım. belki kimselere vermem bile bundan sonra numaramı. o kadar çok sıkıldım.
bu arada aşkının bu şekilde bitmesine üzüldüm.
Cep telefonları, telesekreterler, emailler ve buna benzer pek çok şey çok fazla iletişim halinde olmamızı sağlıyorlar. Ve çok gariptir iletişim ne kadar artarsa güven duygusu, birbirimizi anlayabilmemiz de tam ters oranda azalıyor. Yakında görüntülü konuşmalar da cep telefonları gibi bir anda yayılıverir. Artık ondan sonra ne oluruz bilemiyorum.
YanıtlaSilMesaj yazmayı sevenlerdenim ben. Ama olur olmadık yerde zonk diye telefonu çıkartıp mesaj yazanlardan değilim. Aslında yazmayı seviyorum. Mektup olur, e-posta olur, mesaj olur, hiç farmetmez. Sevdiklerimle aramdaki bağı koparmamayı seviyorum. Uzakta olan insanların sesini duymak, onlardan mesaj almak da hoşuma gidiyor tabi.
YanıtlaSilama telefonlarımın sürekli çalmasını, hatta en olmadık yerlerde, mesela marketten elim kolum dolu çıkarken, ısrarla çalmasını hiç sevmiyorum. Bağrış çağrış, telefonla kavga eder gibi konuşmaları da sevmiyorum. Uzun lafın özeti : telefonu sadece luzumlu hallerde kullanmali. ekonomimize de katkimiz olur hiç olmazsa :)
kız için ne desem bilemedim. Olan olmuş biten bitmiş..
yenilik, teknoloji çok güzel de nasıl ve nereye kadar kullanılacağı çok önemli. cep telefonum var diye numaraya sahip olan kişilerin her an her dakika bana ulaşma ayrıcalığı varmış gibi davranmasından, üstüne üstlük neden kapalı neden bakmıyorsun şeklinde hesap sormasından hoşlanmıyorum. gelişen teknoloji ve onu nasıl kullanacağını bilmeyen insanlar, kendimize ait alanları her geçen gün biraz daha kısıtlıyor.
YanıtlaSiltüm bunlar iletişim kurabilmek adına teknolojinin bize sunduğu fırsatlar ama biz elimizde bunca fırsat varken hızla iletişimsiz olmaya doğru ısrarla gidiyoruz aslında öyle değil mi...çünkü önemli olan iletişimin doğru ve sağlıklı olmasını sağlayan şey iletişim araçlarının çokluğu ve özellikli olması değil iletişim kuranların doğru ve yerinde kullanıyor olması...
YanıtlaSilgiriş paragrafı bana "kelebek etkisi"nin final sahnesini ve o sahne eşliğindeki oasis şarkısını hatırlattı ki tarifsiz bir final ve şarkıdır benim için üzerine sayfalarca konuşabilirm.
sevgili ve mesaj olayına gelince benzer birşey benimde başıma geldi. normal şartlarda hayatta yapmayacağım birşeyi yaptım bir gün ve sevgilimin cep teline gelen msjı okudum. tabi msj bir hatundan geliyormuş. işin kötüsü bunu ona söylemem gerek ama bana yaptığı ayıbı kendi yaptığım ayıpla nasıl anlatabileceğimi bilmiyordum. neyse sonra ben bir terbiyesizlik yaptım, özür dilerim diyerek konuya girdim ve onun yaptığı terbiyesizliği anlattım. tuhaf bir durumdu.
aman ne yazdım bende valla daha da yazarım ama ayıp olmasın neyse :)) hem beni boşver sen yaz arkadaşım, bol bol yaz böyle ve biz okuyalım emi :))
şu mesaj işine bende çok gıcığım gerçekten.Mesela uzun zamandır görmediğim bir arkadaşım kuzenim vs... birden mesaj atıyor nasılsın ne var ne yok görüşemedik falan.Şimdi beni hatırladığı için sevineyimmi yoksa açıp bir sesini duyayım demediği için gönülmü koyayım karar veremiyorum.Ben birini özlersem sesini duymak isterim zira.
YanıtlaSilgelelim telesekretere ne sen nede Teoman yalnız değilsiniz bende hiç birşey diyemem.Ne diyeceğimi bilemem o yüzden sanki hızlıca kapatmalıymışım hissiyle kapatıveririrm telefonu.
Birde şu cebe ordan burdan gelen indirim mesajları alışveriş haberleri ıvır zıvır mesajları varya o da bambaşka bir konu resmen taciz yahu.O mesajları silmekten bana fenalık geldi onlar göndermekten sıkılmadılar.
neyse bende bir post kadar yazmışım ,amma dertliymişim :)
yorum yazsam çok uzun olacağından bu konuda senden etkilenip bir yazı yazmaya karar verdim..:))
YanıtlaSilYeniyi bulan insan çok kolay terkediyor ve ardından eskiyi hep tekrardan istiyor. bu işte insanın ne kadar kararsız ve tamah etmeyen bir yaratık olduğunu gösteriyor. Teknoloji kullandığın yönde ilerlemeni sağlar tıpkı internet gibi.
YanıtlaSilÖrnek olarak kimileri yazı yazmayı bi kaç kızı etkilemekten ya da marjinal olmaktan ötürü yazarken, kimiileride sevgili viladamir gibi bulunduğu hayatı ve idame ettirdiği yaşamanı sorgularken insanların ne durumda olduğunu göstermek için kullanır. Ben burdan yaklaştım üstad izninle..
P.S: Bazen cep telefonu iyi oluyor sadece amacına uygun kullanırsan...
Dostlukla...
Hep okuyorum.. Sonra söyleneceklerin hepsini söylemişsin diye çıkıp gidiyorum.. Bu akşam farklı olsun dedim. Libertekedi'nin ikinci paragrafında söylediklerini düşündüm ben de senin yazıların için hep.. Gene bir şey dememiş oldum ama onayladım en azından.. Kalemine/klavyene/aklına/tutumuna sağlık..
YanıtlaSil