Yıllardır kullanılmayan bir video kameram var. "Dur havalar güzelken şununla biraz ortalığı kolaçan edeyim, kış gelince bakarız "zihniyeti ile yollara döküldüm. Yola dökülmüşken ayaklarımın beni Topkapı Müzesine götürmesi hiç şaşırtıcı değildi. Bir kere yıllardır gitmemiştim. Orda çektiğim görüntüleri kışın da yazında izleyebilirdim. Gitsem, görsem, kaydetsem hiç de fena olmazdı. Ben de öyle yaptım; gittim, gördüm, kaydettim. Ama bir yere kadar. Meğer sarayın bazı bölümlerinde film ve fotoğraf çekimi yapmak yasakmış.
Bir kapkara odaya elimde kameramla görgüsüz görgüsüz, Japon gibi giriyorum çeke çeke ki, tipten kaybediyorum. Aslında itiraf edeyim Japona benzeyen hiç bir tarafım yok; ne boy, ne pos, ne çekik göz, alakam yok yani. Bildiğin tipik, yarma türk işte. Neyse efendim eşiği aşamadan "yassak kardeşim" beylerden biri beni durdurdu. Kayıt yasakmış. "Niye söylemiyosunuz ki ?" diye itiraz edecek oldum; kapıda gözden kaçmayacak kadar kocaman bir işaret varmış. Adam eliyle işaret edince gördüm. Kamera ve fotoğraf makinesi şekillerinin üzerine koskocaman kıpkırmızı çarpıyı kondurmuşlar. Mesaj oldukça net: Gayet beynelminel biçimde neyin yasak olduğu belli. Al sana japonlarla aramda bir fark daha. Japonlarda böyle yüzsüzlük, ardından pişkinliğe vurdumaya yelteme girişimleri olmuyor bildiğim kadarıyla, toplumca seppukuya ittiriverirler adamı.
Kös kös kapadım kameramı. Kapkara odada düşmek için el yordamı ilerliyoruz. Bu arada Topkapı Sarayı'nın içi hafta içi olmasına rağmen ana baba günü müthiş bir kalabalık. Envai milliyetten bir alay kadın ve adam. Sıkıldım şurdan geri döneyim diye kaçabileceğiniz bir yer yok. Bir yere girdiniz mi sürü zihniyeti ile öndekinin peşinden tıpış tıpış turlamadıkça çıkış kapısını zor buluyorsunuz. Girdiğim oda meğer osmanlı padişahlarının kıyafetlerinin sergilendiği bölüm değil miymiş. Modadan anlamam, neyin içinde rahat ediyorsam onu giyerim. Kadın kıyafetlerinde bir etek çok kısa ise onun mini etek olduğunu biliyorum, bir de topuğu normal olandan uzun olan pabuçların da topuklu pabuç olduğundan haberim var. Erkek kıyafetlerinde de ceket ile patolon aynı kumaştan ise takım elbise oluyor ve boyuna zoraken takılan, takıcısına sıkıntı verici bağlantı malzemesinin kravat olduğunu bellemiş vaziyetteyim. Buna rağmen bunca yılım kolay geçti. Demekki modadan anlamadan da hayatta kalınabiliyormuş. Neyse bu sultan kılıklarını camekanların ardında kadifeden mamül siyah zeminlere serip, camekanın içinden aydınlatmışlar. Özellikle kadınlar merakla inceliyorlar, teyzeler gözlük falan takıp yakından işlemelerin gizemini anlamaya çalışıyorlar. O elbiselerin yerinde iskelet, kuru kafa falan olsa o ışıklandırmada burdakilerden bir tanesi bile kalmazdı diye düşünüyorum. O kadar ürküntü verici bir kasvet dolu oda yani.
Bu padişah kılıkları cidden çok aşağılayıcı. Padişahlarımızın sırım gibi boyları ile meşhur olmadıklarını biliriz, upuzun kostümler, upuzun kullar. Kütük gibi bir bel ve sırt yapısı. Bunların içine girseler çocuğa entari giydirmişsin gibi durur. Karizma diye bir şey kalmaz. Kollar bir yandan dökülür, yürürken o eteklere kösteklenip yere kapaklanırlar. Yine de izlemesi komik olabilirmiş gibi geldi bana. Ama bir anlığına yalnızca. Bu tecrübeyi ikileyip üçlediğinizde baymaması imkansız.
Bu uzun etekleri giyip kasım kasım kasılmak için hayli büyük medeni cesaret lazım bence. Medeni cesaret deyince de Soner Sarıkabadayı'nın betten de beter sesi ile Murat Boz'un birbirlerini düetledikleri "seni saramadım ya, seni şapamadım ya" diye nağmeler yakan "İki Medeni İnsan" şarkısı geliyor aklıma. Ancak o da ayrı bir medeniyet. Bu entarimsilerin resmini çekebilseydim buraya koyardım gülerdik hep beraber ama çektirtmediler. Ben yine de tasvir edeyim elimden geldiğince;
Bir kapkara odaya elimde kameramla görgüsüz görgüsüz, Japon gibi giriyorum çeke çeke ki, tipten kaybediyorum. Aslında itiraf edeyim Japona benzeyen hiç bir tarafım yok; ne boy, ne pos, ne çekik göz, alakam yok yani. Bildiğin tipik, yarma türk işte. Neyse efendim eşiği aşamadan "yassak kardeşim" beylerden biri beni durdurdu. Kayıt yasakmış. "Niye söylemiyosunuz ki ?" diye itiraz edecek oldum; kapıda gözden kaçmayacak kadar kocaman bir işaret varmış. Adam eliyle işaret edince gördüm. Kamera ve fotoğraf makinesi şekillerinin üzerine koskocaman kıpkırmızı çarpıyı kondurmuşlar. Mesaj oldukça net: Gayet beynelminel biçimde neyin yasak olduğu belli. Al sana japonlarla aramda bir fark daha. Japonlarda böyle yüzsüzlük, ardından pişkinliğe vurdumaya yelteme girişimleri olmuyor bildiğim kadarıyla, toplumca seppukuya ittiriverirler adamı.
Kös kös kapadım kameramı. Kapkara odada düşmek için el yordamı ilerliyoruz. Bu arada Topkapı Sarayı'nın içi hafta içi olmasına rağmen ana baba günü müthiş bir kalabalık. Envai milliyetten bir alay kadın ve adam. Sıkıldım şurdan geri döneyim diye kaçabileceğiniz bir yer yok. Bir yere girdiniz mi sürü zihniyeti ile öndekinin peşinden tıpış tıpış turlamadıkça çıkış kapısını zor buluyorsunuz. Girdiğim oda meğer osmanlı padişahlarının kıyafetlerinin sergilendiği bölüm değil miymiş. Modadan anlamam, neyin içinde rahat ediyorsam onu giyerim. Kadın kıyafetlerinde bir etek çok kısa ise onun mini etek olduğunu biliyorum, bir de topuğu normal olandan uzun olan pabuçların da topuklu pabuç olduğundan haberim var. Erkek kıyafetlerinde de ceket ile patolon aynı kumaştan ise takım elbise oluyor ve boyuna zoraken takılan, takıcısına sıkıntı verici bağlantı malzemesinin kravat olduğunu bellemiş vaziyetteyim. Buna rağmen bunca yılım kolay geçti. Demekki modadan anlamadan da hayatta kalınabiliyormuş. Neyse bu sultan kılıklarını camekanların ardında kadifeden mamül siyah zeminlere serip, camekanın içinden aydınlatmışlar. Özellikle kadınlar merakla inceliyorlar, teyzeler gözlük falan takıp yakından işlemelerin gizemini anlamaya çalışıyorlar. O elbiselerin yerinde iskelet, kuru kafa falan olsa o ışıklandırmada burdakilerden bir tanesi bile kalmazdı diye düşünüyorum. O kadar ürküntü verici bir kasvet dolu oda yani.
Bu padişah kılıkları cidden çok aşağılayıcı. Padişahlarımızın sırım gibi boyları ile meşhur olmadıklarını biliriz, upuzun kostümler, upuzun kullar. Kütük gibi bir bel ve sırt yapısı. Bunların içine girseler çocuğa entari giydirmişsin gibi durur. Karizma diye bir şey kalmaz. Kollar bir yandan dökülür, yürürken o eteklere kösteklenip yere kapaklanırlar. Yine de izlemesi komik olabilirmiş gibi geldi bana. Ama bir anlığına yalnızca. Bu tecrübeyi ikileyip üçlediğinizde baymaması imkansız.
Bu uzun etekleri giyip kasım kasım kasılmak için hayli büyük medeni cesaret lazım bence. Medeni cesaret deyince de Soner Sarıkabadayı'nın betten de beter sesi ile Murat Boz'un birbirlerini düetledikleri "seni saramadım ya, seni şapamadım ya" diye nağmeler yakan "İki Medeni İnsan" şarkısı geliyor aklıma. Ancak o da ayrı bir medeniyet. Bu entarimsilerin resmini çekebilseydim buraya koyardım gülerdik hep beraber ama çektirtmediler. Ben yine de tasvir edeyim elimden geldiğince;
Post İt Karalamaları - Padişah Elbisesi 2 - D.M.
Gördüğünüz gibi upuzun yanlara açılan etekler ve de, ya kısa kollar ya da anormal derecede uzun eteklerin boyunu bulan saçma sapan kolların üzerine inşa edilmiş bir entari sistemi var. Bunların üzerine kaftantrak bir şeyler giyiyorlar. Sergilenenlerin altındaki tarihlere bakıyorsunuz bu iş yüzyıllarca böyle gitmiş. Sonra pantolon icad olmuş ya da "pantolon giysek mi komik mi oluyoz lan" diye düşünülmüş de olabilir. Tabi pantolonun icadı hangi tarihe dayanır onu ayrıyeten irdelemek lazım.
Eve gelince internette baktım yukardaki resimlere benziyen bir tane osmanlı elbisesi göremedim. İlginç firmalar var isteyenlere falanca padişah kostümü diye tuhaf tuhaf elbiseler hazırlıyorlar sipariş üzerine. Garip ama hiç biri saraydaki asılları denli değil. Öte yandan padişah kılığı alıp da evinde giymek ya da böyle bir tutku beslemek de manyaklık değil de nedir? Belki benim manyaklık ufkum dar, henüz geniş düşünemiyorum bu konularda.
Sarayda dolanırken kutsal emanetlerin olduğu bir yere girdim orası resmen eziyet, ne kadar arapça konuşan tip varsa olancası içeride. Sıcak havada hayli geniş bir koku kapasitesini ortama gazlama yarışında her biri. "Ulan kutsal emanete bakıyosunuz abdest almasan taharet almıyo r musun muayyen zamanlarında" diye içimden verdim veriştirdim ve bir an önce kendimi dışarı atmak maksadı ile giriş kapısına geri dönmek istedim ama mümkün değildi. Ters yönce bir adım atacak oldum karşıma dikilen bir alman teyze "Nein" çekti bana işaret parmağını suratıma sallaya sallaya. İpiri göğüsleri vardı. Öyle böyle değildi üç heceli olarak "ip"., "i", "ri"ydi. Bakışlarım abartılı biçimde o dizginlenemeyen iriliklere odaklandı. Başımı göğüslerinin yarığına kıstırıp haykıra haykıra ağlamak istedim o an. Dedim ya manyaklık ufkum dar yapmadım yine de. Japonlara rezil ettirtmem kendimi. Son gördüğüm dar ve sarı bir tişörtün zaptetmekte zorlandığı o iri göğüsler oldu. Başkaca hiç bir şeye bakmadan kendimi dışarıya atabilmem on dakikamı aldı. Böyle kalabalık yerleri sevmiyorum. Omuz omuza, dipdibe kutsal emanet bakıp öğlen yenilen bol sarmısaklı cacıkları geğirmek hiç de hoş değil. TisKiniyorum işte zorla değil ya. Sonra ne emanet bakabiliyoruz ne temiz hava soluklanabiliyoruz. Ne başımı iri göğüslü almanların göğsüne yaslayıp iç çekebliyorum. Hayat mı bu? Emanet neyse de, hava elzem ciddi biçimde lazım oluyor.
Eve gelince internette baktım yukardaki resimlere benziyen bir tane osmanlı elbisesi göremedim. İlginç firmalar var isteyenlere falanca padişah kostümü diye tuhaf tuhaf elbiseler hazırlıyorlar sipariş üzerine. Garip ama hiç biri saraydaki asılları denli değil. Öte yandan padişah kılığı alıp da evinde giymek ya da böyle bir tutku beslemek de manyaklık değil de nedir? Belki benim manyaklık ufkum dar, henüz geniş düşünemiyorum bu konularda.
Sarayda dolanırken kutsal emanetlerin olduğu bir yere girdim orası resmen eziyet, ne kadar arapça konuşan tip varsa olancası içeride. Sıcak havada hayli geniş bir koku kapasitesini ortama gazlama yarışında her biri. "Ulan kutsal emanete bakıyosunuz abdest almasan taharet almıyo r musun muayyen zamanlarında" diye içimden verdim veriştirdim ve bir an önce kendimi dışarı atmak maksadı ile giriş kapısına geri dönmek istedim ama mümkün değildi. Ters yönce bir adım atacak oldum karşıma dikilen bir alman teyze "Nein" çekti bana işaret parmağını suratıma sallaya sallaya. İpiri göğüsleri vardı. Öyle böyle değildi üç heceli olarak "ip"., "i", "ri"ydi. Bakışlarım abartılı biçimde o dizginlenemeyen iriliklere odaklandı. Başımı göğüslerinin yarığına kıstırıp haykıra haykıra ağlamak istedim o an. Dedim ya manyaklık ufkum dar yapmadım yine de. Japonlara rezil ettirtmem kendimi. Son gördüğüm dar ve sarı bir tişörtün zaptetmekte zorlandığı o iri göğüsler oldu. Başkaca hiç bir şeye bakmadan kendimi dışarıya atabilmem on dakikamı aldı. Böyle kalabalık yerleri sevmiyorum. Omuz omuza, dipdibe kutsal emanet bakıp öğlen yenilen bol sarmısaklı cacıkları geğirmek hiç de hoş değil. TisKiniyorum işte zorla değil ya. Sonra ne emanet bakabiliyoruz ne temiz hava soluklanabiliyoruz. Ne başımı iri göğüslü almanların göğsüne yaslayıp iç çekebliyorum. Hayat mı bu? Emanet neyse de, hava elzem ciddi biçimde lazım oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar