9 Mart 2010 Salı

Öteki

Lale Hanım Mustafa Bey’i çok seviyordu. Üniversite’de tanışmış ve mezun olur olmaz evlenmişlerdi. Yokluklar içinde geçmişti evliliklerinin ilk yılları. Beraber büyümüşler, yetişkin olmayı birbirlerinden öğrenmişlerdi. Kızları Şebnem o büyük kenteki iyi bir üniversiteden mezun olmuş ve mezun olduğu okulda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamıştı. Ufak tefek kırgınlıklar olmuştu evliliklerinde ama asla uzun sürmemişti minik küskünlükleri. Kavgaları yan komşulardan asla duyulmazdı.

Mustafa Bey her zaman nazik, alçak sesle konuşan, kendi isteklerinden çok sevdiklerinin isteklerini öncelikli gören bir adamdı. Sevdiklerini mutlu görmekten hoşlanıyordu. Esmer, bıyıklı, yakışıklı adamdan, beyaz saçlı, bıyıksız, yakışıklı adama seneler önce geçmişti. Lale Hanım ise yaşının izlerini yüzünde ve bedeninde fazla taşımamakla birlikte eskiye göre biraz daha fazla alıngan ve kulak misafiri olduğu her şeyin doğrudan kendisi ile ilgili olduğuna hüküm getirir olmuştu. Zarif uzun boynunun üzerinde yükselen ince oval yüzünün etrafındaki omzuna kadar inen kumral saçları, evliliklerinin ilk yazındakine benzeyen bir özgüven ile dalgalanıyordu.

Lale Hanım; eşinin arkadaşları ile zaman zaman çıktığı ziyaretlerden laptopundaki kısa kısa öykülerle geri gelmesinden mutlu oluyordu. Akşam yemeğinden sonra salonda oturdukları vakit, günlük masallar tükendiğinde, adam usulca akan sesiyle, ışıklı ekrana bakarak öykülerini okuyordu. Mustafa Bey öykü gecelerinde yazdıklarını karısına okumayı seviyordu. Bir de kızlarını ziyarete gidip bir kaç hafta kaldıktan sonraki geri dönmelerinde, eşine özlemle sarılmayı seviyordu. Ta ki evliliklerinin yirmi yedinci yıl dönümüne kadar her şey yolundaydı.

Lale Hanım evlilik yıldönümlerinde ilk kez bağırarak suçladı Mustafa Bey’i. Yıldönümünde hediye almayı unutturacak denli bir ilgisizlik nevrini aniden döndürmüştü. Yüksek perdeden ağlayarak, önüne çıkan ilk sehpanın üzerindeki eşyaları yere atmış ancak çıkan gürültü sinirlerini boşaltmasına yetmemişti. Adam defalarca özür dilemiş olmasına rağmen içinden affetmek gelmiyordu. Aslında kavga denilemezdi bu kopan gürültüye, sadece Lale Hanım bağırmıştı. Bağırıp, iki vazoyu kırmış, kendisini kızlarının odasına kilitlemiş roman okuyordu. O iki vazodan yeşil olanını iş yerinden sevmediği bir arkadaşı hediye etmiş, diğeri de alt kattaki komşusunun kızının iki sene önce eli boş gelmesin diye getirdiği şekilsiz bir kül tablası, vazo arası nesneydi. Stratejik davranmış vesile ile iki sevmediği yayıntıdan kurtulmuştu. Baharda sıcak bir gündü, yağmurun bir türlü yağmıyor olmasının getirdiği tuhaf terli bir sıcak boynunu nemlendirmişti. Kumral saçları ensesine yapışıyor, gözlerini satırlarda gezdiriyor ancak okuduklarının bir ek kelimesini bile anlamıyordu.

Mustafa Bey, ardiye gibi kullandıkları alaturka tuvaletten faraş ve süpürgeyi çıkararak holdeki seramik parçalarını sessizce temizledi. Aklı az sonra başlayacak futbol maçındaydı. “Neden bu kadar unutkan oldum ben?” diye kendi kendine sordu. İçine tuhaf bir huzursuzluk geldi, usulca yerleşti. Evdeki fırtına çabuk dindi. Yıldönümü dışarıda bir yemekle kutlandı. Birkaç saat sonra içine yerleşen huzursuzluğu unuttu adam.

Bu ufak dargınlıktan üç gün iki saat sonra Mustafa Bey öldü.

Cenazenin peşi sıra evi işgal eden kalabalık dağıldığında, Lale Hanım eklem yerlerinde derin uykulardan uyanmaya benzeyen bir bitkinlik hissediyordu. Kızlarının ona sanki kendi annesiymiş gibi sahip çıkmasından hoşlanmıştı. “Anne yemek yemelisin”, “anne uyu sabah konuşuruz” demesinden garip bir huzur duymuştu kaybının verdiği mutsuzluğa rağmen. İki gün sonra taziye için gelen doktor arkadaşlarından eşinin hastalığını onlardan gizlediğini öğrendiğinde mutsuzluğu büyüdü kadının. Evlilik yıl dönümünde çıkardığı tatsızlıktan utandı ve büyük üzüntü duydu. Kızına; “Bunca yıldır hiçbir özel günü unutmamıştı, beni bilerek asla kırmamıştı, demek ki aklında kendi derdi varmış, ben bunu niye fark edemedim?” diyerek kendini suçlarcasına konuştu.
Kızı: “Anne nereden bilebilirdin, yetişkin bir insansın hepimiz zaman zaman nedensiz öfkelere kapılabiliriz bunun için kendini suçlaman kendine büyük haksızlık olur” dedi. Lale Hanım kızında yine annesini görür gibi oldu. O hoş güven duygusun yerli yerindeydi.

Ölümden on gün sonra kızı, isterse buraya tayin olabileceğini beraber aynı evi paylaşabileceklerini söylediği zaman anne ve kız rolleri bir daha değişmemek üzere eski yerine döndü. Lale, kızını yolcu ederken üzüntüsünü belli etmediği gibi ufak bir şaka da yapmayı başarmıştı.

Evdeki ilk yalnız gecesinde çalışma odası olarak kullandıkları odaya girdi. Dizüstü bilgisayarı hayat arkadaşının zamansız vedasının verdiği buruklukla biraz sitemkar, dalgın okşadı. Sanki mutfaktaki sandalyeden bir tıkırtı sesi gelir gibi oldu. Bilgisayarı açtı, kurcalarken saatlerin nasıl geçtiğini fark etmedi. Karanlığın yorgun düştüğü saatlere geldiğinde “belgelerim”in altındaki bir klasörün altındaki “Arzu” isimli dosyayı buldu. Bilinmeyen ürkütücü geldi, dizüstü bilgisayarı kapattı. Yatağına uzandı. Lale o gece uyuyamadı, bilgisayara da gidemedi.

4 yorum:

  1. Eminim cesareti olduğu bir gün okuyacaktır kadın öyküyü. Seviyoruö senin devam niteliği taşıyan yazdıklarını.

    YanıtlaSil
  2. bekleyelim bakalım... merakla :)

    YanıtlaSil
  3. Ne vardı acaba "Arzu" dosyasının içinde.
    Bak aklıma 3 şey geldi.
    1. Sevgilisi olabilr
    2. Kardeşi olabilir
    3. Herkesden sakladığı bir kızı olabilir. Ben çok meraklıyım bu yazının devamını hemencecik istiyorum Uzatma sakın arayı.

    Lale hanımın yerine kendimi koyduğum zaman galiba bende aynı tepki gösterildim.

    YanıtlaSil
  4. Hadi arkadaşım "Arzu" dosyasının içinde ne vardı.

    YanıtlaSil

Yorumlar