Filmin iki ana karakteri; Dr. Parnassus ve onun kendi iç dünyasının etkin olduğu imgelerle çevrili hayal dünyası. Film birkaç kez izlenebilecek filmlerden, düz bir zaman akışında geçen öykü hayal dünyası ve Dr Parnassus’un kendi zihninde geçenler ile beklenmedik anlarda kesişiyor. Bu kesişmeler öyküyü durdurmuyor ancak her bölünmede geride bıraktığınız dünyada nelerin sürdüğünü merak ediyorsunuz.
Dr Parnassus (Cristopher Plummar) bin yıl önce şeytan Mr Nick (Tom Waits) ile bir iddiaya girişip ölümsüzlüğe kavuşmuş. Şimdi dünyamızda derme çatma seyyar sirke benzeyen aracında kızı Valentina (Lily Cole), yardımcısı Anton ( Andrew Garfield) ve cüce Percy (Verne Troyer) ile birlikte seyahat ediyor ve durdukları yerlerde gösterilerini sergiliyorlar. Gösteri bitince hemen toparlanıp en yakın metruk bölgede gizleniyorlar. Gösteri seyircilere Dr Parnassus’un aynasından geçip harikalar diyarına ulaşmaktan ibaret. Kimse ilgi göstermiyor. Yağmurlu bir geceyi geçirmek üzere nehir kenarında giderken, korkutucu sularda bir adamın yüzerken gördüklerini sanıyorlar oysa adam nehri kesen köprüye boynundan asılarak idam edilmiş krem rengi takım elbise giyen bir adam. Tony (Heath Ledger) kurtarılıyor. Ertesi sabah kendine geldiğinde bu garip ekiple tanışıyor. Tony kim olduğunu hatırlamadığını söylüyor. Hafızasını kaybeden bu adam Dr Parnassus yürüyen sirkine Tony’yi de alıyor. Tony’nin bir sırrı var. Çok yalancı. Ekiptekiler bunu bilmiyor. Tuhaf bir cazibesi olan Tony Dr. Parnassus ve adamlarının aklını çelip, onları seyyar sahnelerinin şeklini değiştirip daha çok seyirci toplamaya ikna ediyor.
Mr. Nick seneler önce Valentina 16 yaşına geldiğinde ruhu kendisine verilmek üzere Dr. Parnassus ile anlaşarak onu gençleştirmiş. Film kızın 16. yaş günüden üç gün önce başlıyor. Bu önemli günden önce ortaya çıkan Mr Nick; her kim ki hayaller diyarında beş ruhu baştan çıkarır, Valentina’nın ruhunu ona vermeyi vaat ediyor.
Ocak 2008’de paralel dünyayı anlatan çekimler başlamadan bir oyuncusunu kaybedince filme uzun süre ara veriliyor. Daha sonra çekimler farklı oyunuclar ile devam ediyor. Ledger’ın Depp’ e dönüştüğünü fark edemiyorsunuz bile. İlk geçişin rahatsız etmeyecek biçimde yapılması izleyiciyi oyuncu değişikliklerine hazırlıyor ve diğer değişikliklerdeki fiziksel farklılıklara rağmen yadırgamıyorsunuz.
Sinemaseverlere 12 Monkeys, Brazil, Fisher King gibi filmler armağan etmiş yönetmen çoğu zaman başını tuhaf ve istenmeyen olaylardan kurtaramıyor. Brazil filminin sansürle başı bir çok defa derde girdi filmin Gilliam kurgusunu izleyebilmiş seyirci sayısı oldukça az, piyasada kuşa dönmüş bir versiyonu gezmekle birlikte yönetmenin anlatmayı planladığı gelecek portresini çizmekten uzak kalıyor. Yarıda kalmış Don Kişot projesi bambaşka bir filme dönüşerek seyirci yüzü gördü ancak asıl proje rafa kaldırıldı. Terry Gilliam filmlerini izleyenlerin tepkileri nefretten sevgiye uzanan iki zıt kutup arasında salınmakta. Bu filmi de öyle izlerken ruhunuzu sıktığı anlar olabilir ancak izledikten sonra kafanızın içinden atamıyorsunuz.
Beni filmde rahatsız eden Depp’in hayal dünyasındaki sahnelerde Ledger’ın kaybına atıfta bulunarak genç ölmekle ilgili söyledikleri ve Tony aynanın öbür yanına geçtiğinde şeklinin değiştiğine dair üşenmeden açıklama yapılması oldu. Günümüzde sinema seyircisinin algısı çok yüksek, yavaşlığa tahammülü yok, bir takım açıklamalarda bulunulması algılaması vasat seyirciyi dahi filmde duraklama yarattığı için sinirlendirebiliyor. Öte yandan gücünü görselliğinden alan filmin en zayıf yanı senaryosu, açıklamalar yapmak için duraksamaktan geri kalmayan filmin bazı yan rolleri karikatür gibi bırakarak yeterince detaylandırmaya vakit ayırmaması, paralel dünyada şekli değişen “yalancı Tony”’yi rus mafyasının şıp diye tanımasına dair senaryoda ayarlama yapmakla uğraşılmaması ufak rahatsızlıklar. Film etrafında döndüğü karakterleri tam olarak sahiplenemiyor; böyle olunca film içine serpilmiş entrikalar yeterince merak uyandırmıyor. Filmin en büyük sorunu izleyicisinin özdeşleşebileceği herhangi bir unsur taşımaması. Filmin en ortasında duran Parnassus karakterini insan haline getiren soruların (kimdir? nedir? ne yer? ne içer?) yanıtını alamayınca adam kartondan bir karakter derinliğinde kalarak perdeyi işgal ediyor. Sadece o değil filmde sonunu merak ettiğiniz bir karakter olmayınca iki saati aşan bir süre olduğundan daha uzun bir zaman dilimi gibi hissediliyor. Heath Ledger’ı Joker’deki gibi can alıcı olmamakla birlikte son rolüne tanıklık etmek ve Terry Gilliam’ın olağandışı olmaya çalışan hayal dünyasına bir adım daha atmak isteyenlerin izlemesi gereken bir film.
Bir de göz atalım: Dr. Parnassus'un Hayaller Diyarı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar