Müzik aşk işi bence. Müziği yapanların akıllarından bir çok şeyi silip hayattan alacaklarını yanlarına alarak kendilerini müziğin içine bırakmaları gerekiyor. Sonradan akıllarına bir şey gelince geriye dönüp de bakmak, kumanya tazelemek yok ama. Bu yola çıkanların geriye dönüşü yok. Geriye dönmeyi kafadan silenlerin işi müzik.
Öbür türlü; “kes”, “yapıştır”, “kestiğinin yarısını öbürünün sonuna ekle”, “vokali tizleştir”, “sesinin yetmediği yere bir yankı ilave et” gibi komutları gerizekalıdan hallice herkes kendi evinde bile yapabiliyor zaten. Elektronik ortamda üretilen sesler bir dönem insana cazip gelip peşine takılınabiliyor ama sonradan eskiyor ilk heves ile cazip sanılan sesler. Seneler sonrasında yabancılık hissetmeden dinlememek mümkün değil. Dönüp dolaşıp akustiğin sularına demir atıyor gerçek müziğe sevdalılar.
Müziğe sevdalıların ülkemizde kayıtlarını müzikseverlere ulaştırmaları imkansız denecek kadar zor olmuş hep. Bazı zihinsel özürlü söz yazarlarının kelime ruleti yolu ile uydurdukları sloganın üzerine ya arabesk yaylıları, ya da cıstaklamaları döşüyorlar, ya da dönem dönem cıstaklamaların yaylılarla birleştiği kakafoni yaratıyorlar. Olan gerçek müziği üretmek isteyip üretemeyenlere oluyor. Kakafoni sattığı için adam gibi müzik satmadığı için kaliteli müziğe prim verecek yapımcı sayısı az olduğu için az ama öz sayıda örneği kalplerimize kadar ulaşıyor temiz müziğin. Lüzumsuz bir takım insanlar lüzümundan fazla ses üretirken duyulası sesler bazen duyulmadan bile unutulup gidiyorlar. Nankör müzik camiasına küsmemeyi başaranlar belki bir belki iki tane albümü müzik severlere ulaşacak kıvama getiriyorlar. 2009 yılı keyifle dinlenebilen ve önümüzdeki yıllarda da keyifle dinlenebilecek birkaç albümü getirdi seslerin dünyasına.
Birincisi Birsen Tezer. Onu ilk kez Bülent Ortaçgil’in 1998 tarihli “Light” albümünde “Kimseye Anlatmadım” şarkısında yaptığı düet ile tanımıştık. Su gibi akan kontrollü bu ses gizemini bir sayfa daha aralayabilmek için 2000 yılını bekledi. Bülent Ortaçgil’e saygı albümü, “Şarkılar Bir Oyundur” daki Çığlık Çığlığa şarkısını seslendiren kadını konuştu meraklısı uzun süre. Acelesi yoktu su gibi çığlık atan kadının, olgunlaşmayı seçti, ya da engelleri geçmek için dokuz seneye ihtiyacı vardı diyelim. Birsen Tezer’in Cihan isimli albümü hoş bir müzikal sürpriz oldu. Piyasa müziklerine ucundan kıyısından bile bulaşmadan, kişiliğinden taviz vermeyen, naif ve kararlı bir albümdü. Sanatçının su gibi sesi eskisinden de güçlü, hüzünlü, neşeli bir sesti artık.
İkincisi Burak Pekün’dü. Temmuz ayının sonlarında Cdlerin sergilendiği raflara raflara sessizce ilişti, çoğu kimse farkına bile varmadı İskele’nin. Söz ve müzikleri Burak Pekün’e ait 1996 ve 2006 yılları arasında yazılmış altı şarkı, mini bir albümde bir araya geldi. Bir araya gelmek için de bestecisinin yanı sıra, Fatih Erkoç enstrümantal performansı, Şenova Ülker trompet ve flugelhornu, Levent Altındağ saksafonu, Erdal Akyol kontrbası, Edward Aris harmanoikası ve Pınar Duruk viyolonseli ile eşlik etti şarkılara. Sonuç öyküleri olan şarkılarını kafa ütülemeden usul usul mırıldanan bir adamın şarkıları ve her biri kendi enstrümanında virtüöz sanatçıların performansları. Tekrar tekrar dinlemekten bıkılmayacak bir albüm daha.
Üçüncüsü Türkiye aşığı iki İngiliz, kendi ifadeleriyle Endi ve Pol, hatırladığımız kadarıyla; seksenlerin sonunda birkaç Zülfü Livaneli albümüne ve Aylin Livaneli albümüne o dönemki grupları “Partners in Crime” ile eşlik etmiş olan Andy Clayburn ve Paul Dwyer. İlk albümlerini minik bir Mustafa Sandal desteği ile doksanların ikinci yarısında çıkarmışlardı: “Belki Yes Belki No”. Kırık ama sevimli Türkçeleri güçlü besteleri ile müzikseverlere ulaşmışlardı. İstanbul için yazılmış en güzel şarkılardan birisi olan “İstanbul” belki hala birkaç hafızada yankılanıyordur arasıra. Ama hiçbir radyoya uğramayacağı kesin bu mandolinli, akordeonlu buruk bir vedayı, hüzünlü bir karşılaşmayı andıran şarkının. İkili 2009 Aralık ayında Endipol ismi ile geri döndü, albümlerinin ismi “Ya Bugün Ya Da Yarın”. Fatih Erkoç, İlhan Şeşen, Kubat, Fuat Güner, Zülfü Livaneli, Ali Rıza Binboğa gibi sesler ile düetleri içeren albüm farklı bir sounda sahip.
Sertab Erener iki single ve bir türkü esintili caz tınılı albümle çıktı ortaya. İlk singılı “Bu Böyle” hayli tutuldu, “Açık Adres” onun izinden gidecek gibi ama versiyon sayısı az olduğu için ilki kadar tutmayacak diye düşünüyorum. Albüm Demir Demirkan ile uzun soluklu bir projenin ürünü. “Painted on Water” Sertab hem telafuz engellerini büyük ölçüde aşmış hem de şarkılar kulağa yadırgatıcı gelmiyor, farklı bir deney olmuş müziğimizde.
Mazhar Fuat Özkan ilk albümünü uzun mu uzun, hatta upuzun müzisyenlik yıllarından sonra çıkarmıştı, “Türk Lokumuyla Tatlı Rüyalar” müziği sevenlerin ağızlarında çifte kavrulmuş tad olup kalmıştı. ikinci albümünü sessiz sedasız hazırladığına dair haberler duyuluyordu geçen yıl ama kitap formatında bir çalışma beklemiyorduk. “Mazhar Olmak” MFÖ ve Mazhar Alanson’un köşetaşaları olmuş bazı şarkılarının hikayelerini yazarının el yazısıyla anlatıyor bize. Sabredip sonuna kadar okursanız sonunda bir CD bekliyor sizi. Ya da CD çalara takıp, dinlerken de inceleyebilirsiniz kitabı. Mazhar bazı şarkılarını yeniden söylemek istemiş, CD’yi bir oturuşta bir gecede kaydetmiş. İçine sinmemiş aylarca stüdyoya kapanıp her birini oya gibi işlemiş. Elimizdeki CD bir oturuşta kaydedilmiş ilk kayıtlarını içeriyor. Hataları, detoneleri ile sanki Mazhar odaya girmiş sizin için çalıp söylüyor. Hataları olan bir albüm ama bu sahici hali güzel. Kitap kişisel egosu yüksek bir adamı anlatıyor. Yani bildiğiniz Mazhar’ı. İlginç bir deneyim, ülkemizde başka bir örneği yok. Hele “Sanatçının Öyküsü”nü seneler sonra daha yorgun bu sesten dinlediğim için çok mutlu oldum.
Öbür türlü; “kes”, “yapıştır”, “kestiğinin yarısını öbürünün sonuna ekle”, “vokali tizleştir”, “sesinin yetmediği yere bir yankı ilave et” gibi komutları gerizekalıdan hallice herkes kendi evinde bile yapabiliyor zaten. Elektronik ortamda üretilen sesler bir dönem insana cazip gelip peşine takılınabiliyor ama sonradan eskiyor ilk heves ile cazip sanılan sesler. Seneler sonrasında yabancılık hissetmeden dinlememek mümkün değil. Dönüp dolaşıp akustiğin sularına demir atıyor gerçek müziğe sevdalılar.
Müziğe sevdalıların ülkemizde kayıtlarını müzikseverlere ulaştırmaları imkansız denecek kadar zor olmuş hep. Bazı zihinsel özürlü söz yazarlarının kelime ruleti yolu ile uydurdukları sloganın üzerine ya arabesk yaylıları, ya da cıstaklamaları döşüyorlar, ya da dönem dönem cıstaklamaların yaylılarla birleştiği kakafoni yaratıyorlar. Olan gerçek müziği üretmek isteyip üretemeyenlere oluyor. Kakafoni sattığı için adam gibi müzik satmadığı için kaliteli müziğe prim verecek yapımcı sayısı az olduğu için az ama öz sayıda örneği kalplerimize kadar ulaşıyor temiz müziğin. Lüzumsuz bir takım insanlar lüzümundan fazla ses üretirken duyulası sesler bazen duyulmadan bile unutulup gidiyorlar. Nankör müzik camiasına küsmemeyi başaranlar belki bir belki iki tane albümü müzik severlere ulaşacak kıvama getiriyorlar. 2009 yılı keyifle dinlenebilen ve önümüzdeki yıllarda da keyifle dinlenebilecek birkaç albümü getirdi seslerin dünyasına.
Birincisi Birsen Tezer. Onu ilk kez Bülent Ortaçgil’in 1998 tarihli “Light” albümünde “Kimseye Anlatmadım” şarkısında yaptığı düet ile tanımıştık. Su gibi akan kontrollü bu ses gizemini bir sayfa daha aralayabilmek için 2000 yılını bekledi. Bülent Ortaçgil’e saygı albümü, “Şarkılar Bir Oyundur” daki Çığlık Çığlığa şarkısını seslendiren kadını konuştu meraklısı uzun süre. Acelesi yoktu su gibi çığlık atan kadının, olgunlaşmayı seçti, ya da engelleri geçmek için dokuz seneye ihtiyacı vardı diyelim. Birsen Tezer’in Cihan isimli albümü hoş bir müzikal sürpriz oldu. Piyasa müziklerine ucundan kıyısından bile bulaşmadan, kişiliğinden taviz vermeyen, naif ve kararlı bir albümdü. Sanatçının su gibi sesi eskisinden de güçlü, hüzünlü, neşeli bir sesti artık.
İkincisi Burak Pekün’dü. Temmuz ayının sonlarında Cdlerin sergilendiği raflara raflara sessizce ilişti, çoğu kimse farkına bile varmadı İskele’nin. Söz ve müzikleri Burak Pekün’e ait 1996 ve 2006 yılları arasında yazılmış altı şarkı, mini bir albümde bir araya geldi. Bir araya gelmek için de bestecisinin yanı sıra, Fatih Erkoç enstrümantal performansı, Şenova Ülker trompet ve flugelhornu, Levent Altındağ saksafonu, Erdal Akyol kontrbası, Edward Aris harmanoikası ve Pınar Duruk viyolonseli ile eşlik etti şarkılara. Sonuç öyküleri olan şarkılarını kafa ütülemeden usul usul mırıldanan bir adamın şarkıları ve her biri kendi enstrümanında virtüöz sanatçıların performansları. Tekrar tekrar dinlemekten bıkılmayacak bir albüm daha.
Üçüncüsü Türkiye aşığı iki İngiliz, kendi ifadeleriyle Endi ve Pol, hatırladığımız kadarıyla; seksenlerin sonunda birkaç Zülfü Livaneli albümüne ve Aylin Livaneli albümüne o dönemki grupları “Partners in Crime” ile eşlik etmiş olan Andy Clayburn ve Paul Dwyer. İlk albümlerini minik bir Mustafa Sandal desteği ile doksanların ikinci yarısında çıkarmışlardı: “Belki Yes Belki No”. Kırık ama sevimli Türkçeleri güçlü besteleri ile müzikseverlere ulaşmışlardı. İstanbul için yazılmış en güzel şarkılardan birisi olan “İstanbul” belki hala birkaç hafızada yankılanıyordur arasıra. Ama hiçbir radyoya uğramayacağı kesin bu mandolinli, akordeonlu buruk bir vedayı, hüzünlü bir karşılaşmayı andıran şarkının. İkili 2009 Aralık ayında Endipol ismi ile geri döndü, albümlerinin ismi “Ya Bugün Ya Da Yarın”. Fatih Erkoç, İlhan Şeşen, Kubat, Fuat Güner, Zülfü Livaneli, Ali Rıza Binboğa gibi sesler ile düetleri içeren albüm farklı bir sounda sahip.
Sertab Erener iki single ve bir türkü esintili caz tınılı albümle çıktı ortaya. İlk singılı “Bu Böyle” hayli tutuldu, “Açık Adres” onun izinden gidecek gibi ama versiyon sayısı az olduğu için ilki kadar tutmayacak diye düşünüyorum. Albüm Demir Demirkan ile uzun soluklu bir projenin ürünü. “Painted on Water” Sertab hem telafuz engellerini büyük ölçüde aşmış hem de şarkılar kulağa yadırgatıcı gelmiyor, farklı bir deney olmuş müziğimizde.
Mazhar Fuat Özkan ilk albümünü uzun mu uzun, hatta upuzun müzisyenlik yıllarından sonra çıkarmıştı, “Türk Lokumuyla Tatlı Rüyalar” müziği sevenlerin ağızlarında çifte kavrulmuş tad olup kalmıştı. ikinci albümünü sessiz sedasız hazırladığına dair haberler duyuluyordu geçen yıl ama kitap formatında bir çalışma beklemiyorduk. “Mazhar Olmak” MFÖ ve Mazhar Alanson’un köşetaşaları olmuş bazı şarkılarının hikayelerini yazarının el yazısıyla anlatıyor bize. Sabredip sonuna kadar okursanız sonunda bir CD bekliyor sizi. Ya da CD çalara takıp, dinlerken de inceleyebilirsiniz kitabı. Mazhar bazı şarkılarını yeniden söylemek istemiş, CD’yi bir oturuşta bir gecede kaydetmiş. İçine sinmemiş aylarca stüdyoya kapanıp her birini oya gibi işlemiş. Elimizdeki CD bir oturuşta kaydedilmiş ilk kayıtlarını içeriyor. Hataları, detoneleri ile sanki Mazhar odaya girmiş sizin için çalıp söylüyor. Hataları olan bir albüm ama bu sahici hali güzel. Kitap kişisel egosu yüksek bir adamı anlatıyor. Yani bildiğiniz Mazhar’ı. İlginç bir deneyim, ülkemizde başka bir örneği yok. Hele “Sanatçının Öyküsü”nü seneler sonra daha yorgun bu sesten dinlediğim için çok mutlu oldum.
Bütün kabile kızar bana
Derler “bu adam çalışmaz mı?”
“Bu adam hep düşünür mü?”
“Bir kuş ölmüş diye üzlür mü?”
Gündüz böyle diyenler
Gece olunca,
Ateşler yakılınca,
Denizler coşunca..
Ben bir şarkı söylerim yorgun insanlara
Bakın, bakın martılar uçar,
Bakın, bakın yıldızlar koşar,
Bakın ne güzel bir hayat var dünyamızda…
Bir hüzün çöker bir garip olur insanlar
Yaklaşırlar birbirlerine
Şarkım sürer sabaha kadar
Melekler uçar üstünüzde
Bu sabah uyandırmamışlar beni, ava giden dostlar
Ne güzel, ne güzel....
Bir programda Mazhar Alanson, Sait Faik'in bir öyküsünün şarkıya kaynaklık ettiğini söylemişti. Ava giden bir grup insan bir gün içlerinden birinin hiç çalışmadığını farkederler. O adamın işi geceleri avdan dönen yorgun avcılara hikayeler anlatmaktır. Sonra bir sabah o adamı da götürürler ava. Ama o gece öyle yorulmuştur ki bizim aylak öykü anlatamaz. Adamlar öykülerin eksikliğini farkederler. Ertesi sabah onu uyandırmazlar. Şarkıyı anımsayamamıştım. Sayende sözlerini okudum. Ne kadar da güzel anlatır sanatçının ne demek olduğunu değil mi? Şimdi şarkıyı bulup dinlemeli, öyküyü bulup okumalı. Ne iyi gelir bu yorgun akşamda. Sağol Vladimir.
YanıtlaSilah sayende günlerim akşamlarım Birsen Tezer ile geçiyor.. o nasıl güzel bir ses, o nasıl kaliteli bir albüm.. sana nasıl teşekkür etsem az Birsen için..
YanıtlaSilben de içtenlikle teşekkür ediyorum..
YanıtlaSilendi ile pol'ü özlemişim... acele bulmam lazım yeni cd yi...:)))
birsen tezer güzeldir. bana da masalcı (bugünüyaşamaarzusu) tanıtmıştı kendisini...leman sam'ı anımsatır bana.
YanıtlaSilhttp://beenmaya.blogspot.com/2010/01/oylesine.html
YanıtlaSiljehan barbur-uyan albümü
şiddetle öneririm :)))