Blogspota Eylül 2007'den beri giriyorum. Türlü paylaşımlar var, sevdiklerim, ilgimi çekenler, çekmeyenler. Bunların arasında "Sonraki Blog" tuşu marifetiyle, tesadüfen bulduğum bir tanesi var ki, sayfaya ilk düştüğüm anda ziyaret ettiğim bir çok blogdan farklı olduğunu hissettim. Ölmüş bir insanı yaşatmaya devam etmek üzere açılmış bir blog bu.
Emmett Owen Riley 20 yaşında ve henüz yetişmekte olan bir sanatçı idi. Bir sinemada çalışarak hayatını kazanıyordu. 2007 yılında 29 Mayıs gününde izinliydi. Çalıştığı sinemaya Pirates of the Caribbean'ın 3. Bölümünü izlemek üzere bir arkadaşı ile gitti. Sıkıldığını söyleyerek filmin son yirmi dakikasını izlemeden sinema salonundan çıktı. Arkadaşı filmi izlemeye devam etti. Owen'ı son gören kişi sinemadaki arkadaşı idi, o günden sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Ta ki iki ay sonra nehir kenarında cesedinin kalıntıları bulununcaya kadar. Kayıplara karışan oğulları ile ilgili olarak anne ve babası aylarca emniyet görevlilerine gitmiş ancak bir türlü konu ile ilgilenmelerini sağlayamamışlardı.
Anne oğlunun sevdiklerini, sevmediklerini bu blogdan insanlarla paylaşıyor. Blogun ismini "Owen yaşasa bloguna ne isim koyardı?" sorusundan hareketle üretmiş. Blogdaki yazıların bir bölümü "Owen yaşasaydı bu konuda ne düşünürdü?" mantığı ile yazılmış. Ve yüreği yaralı kalmış kadın blogdan yaptığı duyuruda oğluna sinemadan çıktıktan sonra ne olduğunu öğrenmek istiyor. Bir aks,yon filmininden sıkıcı olduğunu söyleyerek çıkmış olan oğlu nereye gitti, kimlerle konuştu, ölüm anına kadar neler yaşandı bilenlerin kendisi ile temasa geçmesini istiyor. Üzerinden bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen anne, oğluna neler olduğunu merak ediyor. Merak perdesini aralayamıyor. Bekliyor, üzülüyor. Beklerken "Owen yaşasaydı neler düşünürdü?" sorusuna sıkı sıkıya tutunuyor.
Owen'ın gözleri annesinin kaleminden, sisler arasından dünyaya aralanıyor.
1994 yılıydı.
Cumhuriyet Senfoni Orkestrasının 23 yaşındaki flüt sanatçısı Erdim Sertoğlu, anne ve babası ile yazlık evlerinin olduğu Cunda adasında tatilini geçiriyordu. Mutluydu Erdim, 23 yaşındaki her genç kadar mutlu, hayat dolu bir insandı. Beyaz Tempra'sına binerek evden ayrıldı bir gün. O günden sonra kendisinden haber alınmadı. Babası Hürriyet gazetesinde yazardı, acı dolu yazılar yazdı kaybettiği evladı hakkında. Oğluna ne olduğunu öğrenmek isteyen acılı bir babaydı. Evinde oturup bekleyemiyordu, birileri birşeyler yapsın oğlundan bir haber alsın istiyordu.
Civardakiler Erdim'in evden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra yol kenarında bekleyen bir erkek ve genç kızı arabasına aldığını görmüşlerdi. Arabaya binmiş olan otostopçu çift, bir kaç gün sonra arayarak, Erdim'i tekrar görmek istiyorlarsa ödemeleri gereken fidye miktarını söyledi. Baba fidye miktarını buldui buluşturdu ve istenen yere istenen biçimde götürdü.
Günler geçti, günler acıları büyüttü, acı çeken baba yazılarında insanlara seslenmeye devam etti.
Tam 58 gün sonra Erdim'in kalıntıları kaçırıldığı yere çok yakın ormanlıkta bulundu. Boğularak öldürülmüş genç adamın cesedi ormandaki hayvanlar tarafından parçalanmıştı. Gazetelerde yayınlanan resimlerinde çürümüş bedeni ve kemiklerinden geri kalanları görülebiliyordu.
Ardında katiller yakalandı. Celal Atalay ve Birsen Öngören isimli iki sevgili çıkarıldıkları mahkemede idam cezası, artı 36 yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Bir takım affa dahi uğrasalar cezalarındaki indirim hapisten çıkmalarına yetmeyecekti.
Seneler geçti, Rahşan affı dediğimiz suçluların affedilmesi gerçekleşti. İki sevgilinin cezalarında indirmler yapıldı. Bir kaç sene sonra 2005 yılında dönemin hükümeti bazı cezalarda düzenleme yaptılar. Bu düzenleme sonrasında katillerin avukatı bir dilekçe verdi, iki sevgili hapisten çıktılar.
Baba katillerin Ayvalık'ta serbest gezdiğini komşularından öğrendi.
Bir süre sonra savcılık hapisten çıkarma kararının yanlış olduğuna hükmederek suçluları geriye çağırdı. Celal Atalay polisler tarafından yakalandı, Birsen Öngören kayıplara karıştı.
Baba Metin Sertoğlu yanlışlığı farkeden savcıya minnettar kalarak şu sözleri söyledi: "Bu tahliye kararından benim haberim yoktu. Rastlantı sonucu öğrendim. Böyle bir kararın nasıl alındığını da aklım almadı. Benim çocuğumu gasp edip öldürenler yaklaşık 10 yıl yatıp salıverilmişti. Celal isimli şahıs daha önce de kahve taramış ve 8.5 yıl ceza almış. Önceki yıllarda Ecevit döneminde çıkarılan bir başka af yasasından yararlanıp tahliye edilmiş. Ne hukuka, ne adalete en ufak bir saygım bile kalmadı. Ancak o mahkemelerin kararına itiraz edip düzeltilmesini sağlayan savcının ismini öğrenemedim, kendisini hiç tanımadım ve teşekkür borcumu yerine getiremedim. Buna üzülüyorum."
Olayın olduğu sene ben de herkes gibi Erdim'in evine geriye dönmesini dilemiştim.
Ne Owen ne de Erdim evlerine dönmedi. Evine dönmeyen herkesi bekleyen birileri var. İnsanların beklemeye, öğrenmeye ihtiyaçları var, yıllarca bekleyebilecek kapasiteleri var. İnsanlar bir çok şeyi bekliyorlar bazısı olmuyor, bazısı olmuyor. Ama adalet, çoğu zaman beklentileri karşılamaya yetmiyor.