Hafta sonu bir sebepten İstanbul’daydım, gitmişken film stoğu edindim. Hava sıcaktı, bir ara vapura bindim. Sıcakta ben çok su içerim, ya siz? Vapurda gidiyorum buz gibi suyu tam dikicem kafaya, böylelikle tam bir tam-fondip yapacağım suyun markası gözüme ilişti: “Hayat”. O sırada kulaklıklarımda Carla Bruni başlamaz mı mırıl mırıl “those little things” Hiç şaşırmadım çünkü kendimim o şarkıları oraya atan. Neyse efendim Hayat suyunu içerken, Carla Bruni’yi dinlerken hayata dair tespitlerimi yaptım ben de.
Hayatta her şey “İstemek” ve “Vermek” üzerine dönüyor bir kere. Çeşitlendiriyoruz bunları. Şöyle ki;
- Verebileceğinden çok olanı istemek.
- İstemeden vermek.
- İstemek, (gizlemek.)
- İsteyince verilmemesi
- İstenmeden çok vermek.
Bunlar kendini iyi hissetmeme nedenleri. O yüzden başkaları ile ilgili hiçbir beklentim yok. İstemiyorum, istemek bile istemiyorum. Ne halleri varsa görsünler.
Hayatta hep başkasından bekleyenleri sevmiyorum, çaba karşıdan gelecek diye bekleyenleri istemiyorum. Çünkü sanırım fazla çaba gösterdim daha fazlasını gösteremeyeceğim. Ha bir de; “kurallarım var yalan söyleyemem” (bu ne nefret şarkıdır yıllardır içimde saklı kalmış)
Bu çeşitlemelerimi çok beğendim. Aferim bana.
Bakın aşka da uyuyor.
İki kişi birbirini sever, biri daha çok sevgi verir öbürü alır, sonra aldığı kadar sevgiyi geri vermez. Diğeri sevgi denkleminde geride kaldığını fark edince, kırılır, huylanır, tedirgin olur. Sevgi yara alır zedelenir, sevenler örselenir. Örselenmiş seven ne yapmaz? Mantıklı düşünemez bir kere. Aslında bu duruma düşmüş bir sevenin ne yapmayacağını bilemem ama ne yapabileceği konusunda kafamı hayra yorulamayacak biçimde yorabilir ve ürettiğim en zihni sinir projeleri ortalığa saçabilirim.
Diyelim ki az sevilen kimse bir kadın. Kendini bu aşkın başında umduğu kadar sevdiremediğini fark ettiği vakit; adamın bütün kravatlarını makasla biçebilir, hızını alamaz tabi hemen ardından adamın en değerli gömleklerini de en Salı pazarı ürünlerini de bir güzel divana yayıp makasla kesip, biçip sanatını konuşturabilir. Bu gömlekleri açıverdiğinizde karşınıza el ele tutuşmuş UNICEF çocukları siluetleri çıkabilir. Adamın CD koleksiyonunu mutfakta irice bir tencereye koyup kısık ateşte hepsini birlikte eritebilir. Çalınmaz hale getirebilir. Bunlar en yüzeysel acı verme taktikleri. Benim en sevdiğim intikam alan kadın ise “She Devil” filmindeki Roseanne’dir. Meryl Streep de çalan kadını iyi oynamıştır laf aramızda. Film kitabı kadar cesur değildir intikamlarda, en azından dur durak tanımaktadır. Kadın adamı terk etmeden önce liste yapar, erkeğinin sahip olduğu bütün olumlu özellikleri yazar. Sonra teker teker o özellikleri hedef alıp yok eder.
Gelelim erkeklere.
Kendini hayal ettiği kadar sevdirememiş kimse bir erkek ise; o kadar gaddar, ve kinci olabilir ki, artık ömür boyu bir kaçma kovalamaca başlatabilir sevgi oklarına hedef olan kimse ile arasında, olduk olmadık yerde kıskançlık gösterileri yapıp kadına hayatın zıp-zindan edebilir. “Sen beni benim kadar sevmezsin ha al sana kahpe” Ondan sonra gelsin yüze kezzap atmalar, sokakta yerlere yatırıp polisin gözü önünde bıçakla kesmeler. Abartmıyorum kameraların önünde olmuş hadiseler bunlar.
Bakın denklemim aşka da cuk oturdu.
Ne anlatıyordum ben?
“Sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir”
Maalesef şarkıdaki gibi değil Özdemir’cim. Güzel demişsin, üstelik çok da romantik ama, kazın ayağı öyle değil..
Hayatta her şey “İstemek” ve “Vermek” üzerine dönüyor bir kere. Çeşitlendiriyoruz bunları. Şöyle ki;
- Verebileceğinden çok olanı istemek.
- İstemeden vermek.
- İstemek, (gizlemek.)
- İsteyince verilmemesi
- İstenmeden çok vermek.
Bunlar kendini iyi hissetmeme nedenleri. O yüzden başkaları ile ilgili hiçbir beklentim yok. İstemiyorum, istemek bile istemiyorum. Ne halleri varsa görsünler.
Hayatta hep başkasından bekleyenleri sevmiyorum, çaba karşıdan gelecek diye bekleyenleri istemiyorum. Çünkü sanırım fazla çaba gösterdim daha fazlasını gösteremeyeceğim. Ha bir de; “kurallarım var yalan söyleyemem” (bu ne nefret şarkıdır yıllardır içimde saklı kalmış)
Bu çeşitlemelerimi çok beğendim. Aferim bana.
Bakın aşka da uyuyor.
İki kişi birbirini sever, biri daha çok sevgi verir öbürü alır, sonra aldığı kadar sevgiyi geri vermez. Diğeri sevgi denkleminde geride kaldığını fark edince, kırılır, huylanır, tedirgin olur. Sevgi yara alır zedelenir, sevenler örselenir. Örselenmiş seven ne yapmaz? Mantıklı düşünemez bir kere. Aslında bu duruma düşmüş bir sevenin ne yapmayacağını bilemem ama ne yapabileceği konusunda kafamı hayra yorulamayacak biçimde yorabilir ve ürettiğim en zihni sinir projeleri ortalığa saçabilirim.
Diyelim ki az sevilen kimse bir kadın. Kendini bu aşkın başında umduğu kadar sevdiremediğini fark ettiği vakit; adamın bütün kravatlarını makasla biçebilir, hızını alamaz tabi hemen ardından adamın en değerli gömleklerini de en Salı pazarı ürünlerini de bir güzel divana yayıp makasla kesip, biçip sanatını konuşturabilir. Bu gömlekleri açıverdiğinizde karşınıza el ele tutuşmuş UNICEF çocukları siluetleri çıkabilir. Adamın CD koleksiyonunu mutfakta irice bir tencereye koyup kısık ateşte hepsini birlikte eritebilir. Çalınmaz hale getirebilir. Bunlar en yüzeysel acı verme taktikleri. Benim en sevdiğim intikam alan kadın ise “She Devil” filmindeki Roseanne’dir. Meryl Streep de çalan kadını iyi oynamıştır laf aramızda. Film kitabı kadar cesur değildir intikamlarda, en azından dur durak tanımaktadır. Kadın adamı terk etmeden önce liste yapar, erkeğinin sahip olduğu bütün olumlu özellikleri yazar. Sonra teker teker o özellikleri hedef alıp yok eder.
Gelelim erkeklere.
Kendini hayal ettiği kadar sevdirememiş kimse bir erkek ise; o kadar gaddar, ve kinci olabilir ki, artık ömür boyu bir kaçma kovalamaca başlatabilir sevgi oklarına hedef olan kimse ile arasında, olduk olmadık yerde kıskançlık gösterileri yapıp kadına hayatın zıp-zindan edebilir. “Sen beni benim kadar sevmezsin ha al sana kahpe” Ondan sonra gelsin yüze kezzap atmalar, sokakta yerlere yatırıp polisin gözü önünde bıçakla kesmeler. Abartmıyorum kameraların önünde olmuş hadiseler bunlar.
Bakın denklemim aşka da cuk oturdu.
Ne anlatıyordum ben?
“Sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir”
Maalesef şarkıdaki gibi değil Özdemir’cim. Güzel demişsin, üstelik çok da romantik ama, kazın ayağı öyle değil..
Nasıl mı peki?
Nah işte böyle!!!..
Vücuduma sahip olabilirsin ama elbiselerime asla.
Çok ciddiyim - hatta daha da ileri gideyim - bu benim yeni hayat felsefem oldu.
(Bu da sonradan aklıma geldi nereye ekleyeceğimi bilemedim, bari burada dursun)